“Davutoğlu’na Yakıştıramıyorum”

[ A+ ] /[ A- ]

Hrant KASPARYAN
Agos Gazetesi

Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokollere ilişkin olarak açıkladığı gerekçeli karar, Türkiye medyasında doğrudan ‘soykırım davası, sınırların tanınmaması’ gibi konularla ilişkilendirildi ve bu da Ermenistan tarafının süreçte engel çıkardığı şeklinde yorumlandı. Konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşan Radikal gazetesi Yazı İşleri Müdürü Erdal Güven görüşlerini Agos okurlarıyla paylaştı.

AK Parti hükümetinin Ermenistan ile normalleşme sürecini yönetemediğini belirten Erdal Güven, son dönemde sürece ilişkin olarak yayımlanan haber, yorum ve köşe yazılarında yer alan ifadelerden ötürü Türkiye medyasını da eleştirdi.

• Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan protokollerin onay sürecinde bugün gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce yazılı belgeler üzerinde konuşulduğunu hatırlamak gerekiyor. İki temel belge var ve her şey bu belgelerde açık bir şekilde belirtilmiş durumda.

Bu belgelerden ilki, iki ülke dışişleri bakanlıklarının resmi internet sitesinde de yayımlanmakta olan protokol belgesi. İkincisi ise protokole dair Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin açıklamış olduğu karar. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak bu karar ile protokolü onaylıyor ve Ermenistan Anayasası ile uyumlu olduğunu kararlaştırarak, Parlamento’ya sevk edilmesi yönünde yeşil ışık yakmış oluyor. Yani Ermenistan tarafı kendi iç mevzuatı gereği atması gereken bir adımı atmış oluyor. Bu gelişme görmezden gelinerek, Türkiye tarafında bir tür oldubitti yaratıldı ve fırtına koparıldı. Koparılan yaygarada Anayasa Mahkemesi’nin kararı güme gitmiş gibi gösterilmeye çalışılsa da yazılı belge gün gibi ortada.

Kararın beşinci paragrafında, protokollerde öngörülen ilişkilerin geliştirilmesi kapsamında atılacak adımların Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası’nın ruhu ve Ermenistan Bağımsızlık Deklarasyonu’nun 11. maddesiyle çelişemeyeceği, halel getiremeyeceği vurgulandı. Kararda atıfta bulunulan Bağımsızlık Deklarasyonu’nun 11. maddesinde, “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi’nde ve Batı Ermenistan’da gerçekleşen 1915 soykırımının tanınması için uluslararası alanda gösterilecek çabaları destekler” ifadeleri yer alıyor. Hükümet protokolü imzalarken Ermenistan’ın anayasasını ve Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesine gönderme yapan Giriş Bölümü’nü bilmiyor muydu? Yoksa Ermenistan’ın protokolü imzalamasıyla birlikte hemen anayasasını değiştirip soykırım iddiasından vazgeçmesini mi bekliyorduk? Protokol imzaladı diye Ermenistan’ın soykırım iddiasından vazgeçeceğini nerden çıkardık? Protokollerin ne lafzında ne ruhunda böyle bir şey yok. Olsaydı, Ermenistan Hükümeti bu protokollere imza atar mıydı, atabilir miydi?

Yaygara kopartılan bir başka unsur da, mahkemenin, uluslararası anlaşmaların ancak uluslararası hukuk ve Ermenistan yasalarınca geçerli sayılması durumunda kabul edilebileceğini belirtmesi… Bu konuda da ‘sınır’ meselesi ısıtılmaya başlandı. 1921’de imzalanan ve fiilen Türkiye-Ermenistan sınırını belirleyen Kars Anlaşması’nın bugünkü bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti tarafından onaylanmamış olması, sınırı hukuken geçersiz kılar mı? Uluslararası hukuka göre hayır. Zaten BM’den AB’ye hiçbir uluslararası ya da uluslar üstü bir örgütün gündeminde böyle bir konu yok. Kaldı ki imzalanan protokolde, “toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkesine saygı” vurgusu yapılıyor.

Protokollerin hiçbir yerinde, Ermenistan’ın soykırım davasından vazgeçeceğine ilişkin en küçük bir işaret yok. Aynı şekilde, Ermenistan’ın Karabağ sorununu çözeceğine ilişkin bir taahhüt de yok protokollerde.

Bu meseleler, protokolün imzalanma sürecinde zaten ele alınmış ve konuşulmuş olmalı. Bu konuların süreçte hiç konuşulmamış olmasına kimsenin inanmasını bekleyemeyiz. Yani bu meseleler protokol imzalandığı zaman zaten bilinen konulardı. Hem de tartışma konusu yapılmış meselelerdi. Protokolün imzalanmış olması, Ermenistan’ın soykırım iddiasından vazgeçtiği anlamına gelmediği ilk günden beri biliniyordu. ?imdi bu argümanları öne çıkarıp protokolleri yokuşa sürmek, inandırıcı değil. Dolayısıyla bu iki unsurdan yola çıkarak Türkiye’nin “Anayasa Mahkemesi kararnamesi protokolü öldürmüştür, kararname protokolün ruhuna aykırıdır” demesi öyle görünüyor ki tamamen bir bahanedir.

• Neyin bahanesi?

Türkiye protokolü imzaladıktan hemen sonra, ortada yazılı bir metin bulunmasına rağmen, gerek Cumhurbaşkanı, gerek Başbakan ve Dışişleri Bakanı olmak üzere üst düzey yetkililer, “Karabağ’da işgal bitmedikçe” protokollerin bütünüyle hayata geçirilemeyeceğini açıkça beyan ettiler.

Türkiye, bu protokolü imzalarken, Ermenistan ile arasındaki meseleleri çözmeye yönelik adım atmak istemesinin yanı sıra, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunun çözülmesi için de teşvikte bulunmak istedi. Yani Ermenistan’la normalleşme süreci ile birlikte Karabağ sorunu konusunda canlanma yaratılmasını isteyen Türkiye’nin yapmış olduğu bu hesap tutmadı. Bu hesaplamanın –en azından yakın vadede– tutabileceğini söylemek de mümkün görünmüyor. Ankara, Ermenistan’la normalleşe sürecini, bu ilerlemeye endekslemiş, dolayısıyla kendini fena halde bağlamış durumda. Gelgelelim, Azerbaycan dışında Türkiye’nin bu yaklaşımını destekleyen yok.

Türkiye dünyanın gözü önünde protokolü imzalayıp bu tür bir hesaplamayla kendi oluşturduğu açmazın farkına vardığı için Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararını bahane ederek kendi açığını örtmeye çalışıyor ve bunun da sorumluluğunu Ermenistan’a yüklemeye çalışıyor.

• Konuya ilişkin olarak Türkiye medyasında yer alan haber, yorum ve köşe yazıları dezenformasyon olarak nitelenebilir veya Dışişleri Bakanlığı’nın yanlı açıklamalarının bir yansıması olarak kabul edilebilir mi?

Elbette. Her ikisi de geçerlidir. Gazetelerde diplomasi haberciliği veya diplomasi yazarlığı yapanların ezici bir çoğunluğu, Dışişleri Bakanlığı bürokratlarının etkisi altında kalarak konuyu olağan mecrasıyla okuyucuya sunmadılar. Gerek Başbakan’ın gerek Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarıyla, “Protokolleri uygulanamaz hale getirdiler” havası yaratıldı. Bu propaganda etkili de oldu. Diplomasi habercileri, muhabirler, köşe yazarları, konuyu sadece bu şekliyle kamuoyuna sundular, Hükümet yetkilileri ise televizyonlara çıkarak bu yöndeki beyanatlarını sürdürdü. Hükümetin oluşturduğu bu hava, sanki bir kampanyaya dönüştürüldü ve sorumluluk elbirliğiyle Ermenistan’a yüklenmeye çalışılıyor. Dezenformasyonun ‘parlak’ bir örneğiyle karşı karşıyayız. Dışişleri, dolayısıyla hükümet ya kendini kandırıyor ya da dünyayı kandırmaya çalışıyor.

• Türkiye bu girişimlerini uluslararası kamuoyuna nasıl anlatacak? Bu yöndeki bir izahatın inandırıcılığı mümkün olabilir mi?

Ortada iki yazılı belge var. Bu belgeleri okuduğunuzda her şeyin apaçık bir şekilde ortada olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla Türkiye’nin beklediği gibi bir sonuç elde edeceğine inanmıyorum.

Protokolde Karabağ ile ilgili herhangi bir madde var mı? Karabağ’ın esamisi bile okunmuyor. Protokolde Ermenistan’ın Azerbaycan ile olan sorununa dair herhangi bir ifade var mı? Bu da yok. Bütün dünyanın gözü önünde Ermenistan ile yazılı bir taahhütname imzalıyorsunuz, daha sonra da imzaladığınız belgede hiç yer almayan bir koşul öne sürüyorsunuz. Resmi temaslarda bulunmak üzere Moskova’ya giden Başbakan Erdoğan ile ortak basın toplantısı düzenleyen Rusya Devlet Başkanı, Ermenistan’la normalleşme süreci ile Karabağ meselesinin ilişkilendirilemeyeceğini belirterek, iki ayrı konunun aynı anda ele alınması halinde, her iki konuda da çözüm elde edilemeyeceğini söylemişti.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokole ilişkin olarak açıkladığı kararnamenin ardından yaptığı açıklamada, kararı olumlu bir adım olarak gördüklerini belirterek, “Kararname, imzalanan protokolün Parlamento’da onaylanmasına imkan verdi. Kararda hiçbir sınırlama görmüyoruz” demişti.

Bu açıklamalar görmezden gelindi. Türkiye medyasında bir haber olarak yayımlandıysa bile Türkiyeli yetkililerin yaptığı yorumların gölgesiyle kamuoyuna sunuldu. Oysa, uluslararası diplomasi trafiğine baktığınızda, durum burada yansıtılandan farklı. Uluslararası kamuoyunda gündeme gelen bu tür gelişmelerin Türkiye medyasında iyi değerlendirilmediği de söylenebilir. Bu yetmezmiş gibi, kimi zaman durum çarpıtılıyor. Örneğin, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokole ilişkin olarak açıkladığı kararın ardından Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan, Türkiyeli mevkidaşı Ahmet Davutoğlu’nu telefonla arayarak, kararın hangi noktalarının rahatsızlık yarattığını öğrenmek istediğini söylüyor. Bu haber, Türkiye medyasında, “Davutoğlu, Türkiye’nin rahatsızlığını iletti” başlığıyla kamuoyuna sunularak Davutoğlu’nun Nalbandyan’ı telefonla aradığı imajı yaratılıyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında, Ermenistan konusunda, ya da Kıbrıs veya Kürt meselesi gibi hassas konularda Türkiye medyasının çok fazla resmi görüşün, resmi demeçlerin, resmi tezin etkisi altında olduğunu görmek mümkün.

• Başbakan Erdoğan, Ermenistan’ın metinler üzerinde operasyon yaptığını iddia ederek, “Bu düzeltilmezse süreç zedelenmiş olur” demişti.

Bir ülkenin başbakanı, başka bir bağımsız devletin en üst merciisi olan Anayasa Mahkemesi kararı hakkında nasıl böyle yorumda bulunabilir? Nasıl olur da kararın “düzeltilmesi” yönünde bir talepte bulunabilir ki? Hayretle karşılıyorum. Benzer şey Türkiye’de olsa, yani Türkiye’deki herhangi bir yargı organının almış olduğu karar ile ilgili olarak bir başka ülkedeki yetkili değişiklik talebinde bulunacak olsa kıyamet kopardı herhalde.

• Hükümetin Ermenistan ile yakınlaşma sürecini ilk baştaki kadar önemsemediği söylenebilir mi?

Bu işe ya hiç kalkışmayacaktınız, ya da kalkışıyorsanız bütün önlemleri zamanında almalıydınız. Bu bakımdan gereken siyasi irade gösterilmeli. Protokolü imzalamadan önce gerekiyorduysa Azerbaycan ile oturup konuşmalıydınız, süreci anlatmalı ve uzlaşı sağlamalıydınız.

Müzakerelerin belli bir aşamaya kadar gizli yürütülmesi normal karşılanabilir. Ancak bir noktadan sonra da sürece dair bizlere açıklama yapılmadı. Hükümet yetkilileri süreci ele alarak, nasıl adımlar atmayı düşündüklerini, süreçte neler hedeflediklerini, neler yapılması gerektiğini, oluşabilecek risk ve sorunlar konusunda da kamuoyunu bilgilendirmedi. Bu eksiklikler olmasaydı bugün kimse Hükümeti eleştiriyor olmazdı. Hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin kararına öyle bir tepki verdi ki, bir anda protokollere başından beri veryansın eden muhalefetle aynı dalga boyuna yerleşiverdi.

• Davutoğlu geçtiğimiz hafta sonu Münih dönüşünde yaptığı açıklamada, “İlk önce Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin, imzaladığımız protokollere kabul edemeyeceğimiz yorumlar getiren gerekçeli kararı geldi. ?imdi de Amerikan Kongresi’ne böyle bir tasarı (4 Mart’ta oylanacak olan soykırım tasarısı) sunuluyor. Neden bu tasarı şimdi gündeme geliyor? Bu bir tesadüf olamaz” demişti. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Her yıl 24 Nisan öncesi, Amerikan Kongresi gündemine getirilen tasarının, bu süreç ile bağlantılandırılması gerçekten şaşırtıcı. Amerika’daki komitenin bu tasarıyı her yıl gündeme taşıdığını herkes biliyor. Bu tartışmalar Amerika’da her yıl yaşanıyor, başkan 24 Nisan’da çıkıyor bir konuşma yapıyor ve konuşmasında “Büyük Felaket” diyor… Bunlar her yıl zaten olan biten şeyler. Bunu protokolün onaylanma süreciyle ilişkilendirmeye kalkışmak, arkasında bir komplo aramak, “Bir yanda Ermenistan, bir yanda Amerika, Karabağ konusunda da Rusya baskı yapıyor” diyerek uluslararası bir komployu ima etmek, klasik Türk anlayışının değişmediğini ve tipik korku şablonlarının devreye sokulduğunu gösteriyor. Bunu da Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na yakıştıramıyorum açıkçası. Ermenistan ile normalleşme sürecini önemsediğini belirten bir hükümet yetkilisinin bu şekilde bir açıklama yapması hayal kırıklığı yarattı.

• Süreci tıkanıklıktan kurtarmak için nasıl adımlar atılmalı?

Sınırın açılması ve iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla normalleşmeyi öngören protokol imzalandığında, süreç hakkında olumlu yazılar yazmıştım. Ancak bugün gelinen noktada iyimser sözler etmek çok da gerçekçi gelmiyor. Bunu üzülerek belirtiyorum ancak bu konuda karamsar olduğumu bile söyleyebilirim. AK Parti hükümeti, Ermenistan ile normalleşme sürecini yönetemedi. Daha olumlu ifadeler kullanmak isterdim, ancak can çekişen bu süreç eğer ölürse, iki ülke arasındaki ilişkiler protokolün imzalanmasından önceki noktadan daha da kötüye gidebilir. Çünkü arada çok ciddi bir güven bunalımı oluşacaktır. Türkiye, Ermenistan’ın ahde vefa etmeyen ve güvenilir bir muhatap olmadığı imajını yaratmak için çabalamaya devam edecek. Ermenistan ise verdiği sözü tutmayan, süreci yokuşa süren, Karabağ’ı da işin içine karıştırmaya çalışan bir Türkiye karşısında daha temkinli ve daha kapalı bir hale gelecek ve güvenmeyecek. Bu duruma gelinmemesi için umarım diplomatik bir formül bulunur.