Hayat İçin Söze Karışmak.. (Mahçupyan’a Dair)

[ A+ ] /[ A- ]

Mahcupyan

Misak TUNÇBOYACI

“Kötülüklerin çoğu hiçbir zaman iyilik ve kötülük hakkında kafa yormamış insanların işidir. – Hannah Arendt”

Görünen köye kılavuz istenen, halen bunun talep edilebildiği derdin tasanın değil anlaşılmak, değil irdelenmek topyekûn tarumar edilmesine yol arşınlatılıp, sebep aranan halen bunda ısrar edilen bir ülkedeyiz. Kendimizden uzaklaştıkça, dertlerden kaçabileceğimiz yanılgısına rehin edilmiş bir haldeyiz, böylesi bir ahvaldeyiz. Kelimenin tam karşılığı; sarsılmamız gerekirken kanıksamanın dehlizlerinde yol almaya devam ediyoruz bir arada. Ahval bilmiyoruz, kaçıncı keredir sıfırlanıp dönüştürülürken politik uzamın tahlilini kendi haline terk ediyoruz. Hayatı göremediğimiz gibi ona kast edenleri de ifşa edip de bir türlü hesap sormuyoruz göremiyoruz.

Ne dünü anlatabildik tam anlamıyla ne de bugün olanların her neye dönüştüğünü kestirmeden gösterebildik birlikte, bir arada. Ne fıtrat diye bildirilip durulanın, vahamet olduğunu bizatihi kafayı kuma gömmek olduğunu nakledebildik, ne de erke yedeklenmenin o yüz yıllık acıları çözülebilecek sihri taşımadığını idrak ettirebildik, anlatabildik. Akademi enikonu sarsıntılarda boğulurken ehvenin gündelik siyasanın ve reel politiğin kör kuyusuna atıldığını ve bunların da hiçbir sonuca ulaştırmadığını özetleyebildik yekten bir defada. Ölüm gösterilip sıtmalara razı gelmenin bir ortaklaşma olmadığını tam aksine daha fenalara dönüştüğünü anlatamadık hiçbir zaman anlaşılamadık.

Hatipler, anlatıcılar, aktaranlar, yazarlar her dem yüksek perdeden coşa dururken bu menzilde, kırmızıçizgilerin hayatlarımızın böleni olduğunu tam anlatamadık. Bildiğimizi kendimize saklamamız salık verilirken sözün neden mühim olduğunu bildiremedik vakitlice. Şimdi bir heyula kopuyor bu sathı mahalde hizalar yeniden çekiliyor. Hudutlar devşiriliyor bir kez daha. Erkin yanında duranlar ile onun karşısında konumlananlar arasında en olmadık hale teşne, en bildik rezilliklerle hemhal sorunların daha da büyümesini, serpilmesini amaç edinen bir heyulanın göbeğinde yaşamaya çalışıyoruz.

Söz naçarlaştırılırken, dertler ötelenirken basit gibi görünen sorunların çöküntüsü altında kala kalıyoruz bugün bir kez daha. Devlet erkânının söze girdiği her sahnede kendini göstere gelen, hiddet sarmalının, eli kalem tutup, sözüm ona öncül olmayı, herkes için en hayırlısını bildirecek olarak kendini tanımlayan bir akademisyen yazarın hezeyanları bu sarmalın, bu gayya kuyusu halin eşiğinde yeni dönemeç ve kırılmaları beraberinde getirmektedir bugün bir kez daha. Bir yazarın kelime dünyasından bunca pespaye bir o kadar itham ve yafta ihtiva eden yazıların dökülmesinden bahsediyoruz.

Birbiri peşi sıra, birbirini takip eden yazılar dâhilinde bu ülkede erkânın ettiği fenalıkların izinden yürüyüp had bildiren bir isme getirmek ve yazdıklarına değinmek istiyoruz elimizden geldiğince. Ne ki söz bir türlü kolay kurulamıyor. Her şey görünürken bile nasıl etmeli, nasıl anlatmalı hiçbir türlü, hiçbir surette kolay olmuyor, oldurulmuyor. Birbirini takip eden yazıları ile Etyen Mahçupyan geçtiğimiz son birkaç haftadır Yahudilerden başlayarak, kendi toplumu olan Ermenilere kadar hemen her azınlık mensubu için ve özellikle iktidara muhalif olup bununla bir biçimde o yitik ve zayii eylenip, viran kılınan “ortak uzamı” geri kazanmaya çabalayan kesimlere söz ile ağır yaftalara girişiyor.

Dikenli sözleriyle can kırıklarını üzerimize boca ediyor. Geçmişi deşmekle günü birbirine karıştırarak, dünün anlatılamayanlarını bugün iktidara güvence olarak algılayan hemen her durumda her itirazı menfi olarak değerlendiren bir kalemin satırlarından yansıyana nefrete odaklanmak istiyoruz. Bir avuç olarak tanımlanan, hep böyle bilinen insanların sözünü bir kez daha yerle bir edebilmek için kendiliğinden başöğretmen unvanına haiz olarak akıllar fikirler, içeriye o yazılar ile beraber naklediliyor. Hangi birisinden başlamalı derken, hepsi bir bütün olarak bugün şartları, gereklilikleri olarak erkânın dilinden dökülenlerin birer onaması olarak sırayla zikredilip kayıt altına alınıyor.

Mahçupyan entelektüel birikimini hiç yormadan sözünü de dolaştırmadan hudut bildirmek için nefrete tutunmakta bir beis görmüyor. Sözünü eylerken Yahudilerin yıllar yılıdır süre giden ayrıştırmaların benzerlerine karşı korunaksızlığı ve sessizliğini bir biçimde genellendirerek, onları bugünün İsrail Devleti’nin savaş suçlarına da ortak ediyor. Hakaret uzamında, muktedirin diline pelesenk ettiği kodlarla beraber hepsini bir torbaya koymaktan çekinmiyor makalesinde. Sözcü Gazetesi okuyup!, R.T. Erdoğan’a ve bu ülkeye olan dolaylı hınçlarını almaya devam ettiklerini ve ayrımcılığı asla unutmadıklarını bildirmeye gayret ediyor.

Her şey bu kadar kolay ve kestirmeden sanki öylece, bunca basitçe atfedilebilirmiş gibi Yahudilerden ve azınlık olan tüm kesimlerden yerliliğe direndikleri için hesap sormaktan geri kalmıyor. Hiçbir surette bu toprağa ait görülmek istenmeyen, dahası soy kodu uygulamasından tutunuz, oturdukları mahallerden, yoğun olarak yerleştikleri meskenlere ve semtlere kadar her şeyin takipçisi olunan bir ülkede bunlar ortadayken, bir hıncın varlığını itham ederek somutlaştırmaya çalışıyor. Her durumda dünün İttihatçı düzeninin eylediklerinin hesabını soracaktır diye bize yine o aksin devamında yol almakta hiçbir beis görmeyen bu iktidarı Siyasal İslam figürüne teslimiyeti bildiriyor.

Söz bir noktada kesilip bırakılırken, yazıdan üç hafta sonra yayınlanan ikincisinde de bu bağlantı çabaları, her şeyi birbirinin içerisinde kurup yeniden tanımlandırma gayretine düşerek aklın fikrin yerini hiddetin bunca sıradanlaştırıldığı bir uzamla ortaklaşmayı ileri sürer Mahçupyan. Etyen Mahçupyan’ın bu notun yazılmasına da vesile olan son makalesi “Palyaçonun Cehennemi” geçtiğimiz Salı günü yayınlanır. Buradaki, birbirini takip eden söz erimi içerisinde hizalama gayreti bildik devlet aklının sıra neferliğinde hiçbir şeyden gocunmaksızın nefret edimini öne sürerek, illa ki onu kullanarak zaten yanlışlar ile ilerleyen bir bıçak sırtı hali yeniden günceller yazar.

Dağarcığından eleştirilerini boşluksuz sıralarken, dile getirdiklerinde azınlık olan nüfusa yönelik ithamları tekrar etmekten de hiçbir biçimde kaçınmaz. “Azınlıkların kendi zihinlerinde ve küçük dünyalarında Müslümanları aşağıladığı gerçeğiyle yüzleşmek işlerine gelmedi. Onun yerine benim ‘hain’ olduğumu, kendi cemaatime ihanet ettiğimi öne sürdüler. Gerçeklerin ‘ötekilere’ söylenmemesi gerekiyordu. Gerçekler ‘öteki’ ile olan mücadelede kullanılacak mühimmattan başka bir şey değildi… Gerçeği kendi kimliğinin ve siyasi davasının aracı kılmanın pespayeliğini kavramaktan ise uzaktılar.”

İtham buralardan şekillendirilirken hemen arkasından da sözüne karşı söz eyleyenler için o aşina olunan yaftaları kullanarak, hakir görme yolunu tercih eder Mahçupyan. Parazitler, Palyaçolar makale boyunca bir o yandan bir bu yandan itham için yine yeniden kullanılır, hem de bolca:

“Bizim’ gerçek olarak görmek istediğimizi engelleyen her şeyin mahkûm edilmesine yönelik ortak hezeyanın bir seferberlik coşkusuyla taşınması. Parazitlerin çok seçme şansı yok çünkü fazlasıyla derinlere giden bu yozlaşmayı kişilik kılmış durumdalar. Onlar kavganın ve heyecanın artmasını, şapkaların havaya fırlatılmasını, herkesin birbirine sarılıp dans edeceği fırsatların çoğalmasını, emdikleri ile bütünleşmeyi arzuluyorlar. Şarlatanlar ise içi geçmiş ideolojik hikmetlerini yazıp sakladıkları küçük kâğıtları ceplerinde aramakla meşguller.” Oysa hiçbir surette o tanımlandırmaya çalıştığı gibi bir hinlik peşinde ilerlemeyen, kendi sözünü, kendi dilini ve derdini bu hiçbir şeyin konuşulamadığı ülkede ilk belki de en kuvvetli bir biçimde savuna gelen insanların eleştirilerine yanıtı bilinçli hakaretleri önemseyerek, onları yazının merkezinde kurgulayarak paylaşır. Fikir önderliği ünvanını, devletin boyunduruğuna teslim etmekten imtina etmeyen, her şeyin düzeleceğini yeter ki sesiniz! fazla çıkmasın, sizler de az biraz empati kurun diye bir akıl okuması bildiğimiz meydan okumaya dönüşür, tıpkı Affedersiniz’deki Recep Tayyip Erdoğan beyanındaki gibi.

Tıpkı Hocalı Kırımı için Beyoğlu’nda gerçekleştirilen anma mitinginde bir zamanların, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in avaz avaz döküldüğü, protestocuların ellerdeki pankartlarda Hepiniz Piçsiniz lafı ile ortalıklarda dolaşılan bir ülkede, söz etmenin, sözü savunmanın ancak erke yedeklenerek söz konusu edilebileceği yinelenir. O hakaretler münferittir yahut da tam anlaşılamamıştır buraya kadar bile tamamdır, bizatihi herkesi kapsamamaktadır bunlar da tamadır pekâlâ. Bizatihi en yakınındaki arkadaşı Hrant Dink’i aramızdan alan körlüğün, nefretin ve adlarını teker teker ezbere bildiğimiz o karanlığı düzenleyenlerin, bu kırımı açıkça dillerinden dökenlerin izlerini örtbas etmeye nail olanların, sırf buna çabalayanların yancılığı nasıl okunmalıdır ki?

Hiç mi gocunmamakta hiç mi yarasından sızlamamaktadır Sayın Mahçupyan diye sual artık elzemdir. Boşa doluya genellendirmeler ile kulp takarken, herkesi aşağılarken en başta Hrant Dink’in davasını harcar Sayın Mahçupyan en başta buna göz yummaktadır. Sayın Mahçupyan’in fikriyatının, keskin cümlelerinin değil hayatı bu kadar iktidar gibi gaddarca biçimlendirmesi sorundur haddizatında. Yanıtı hep hakaret olacak bir mesel sonu hep ona çıkacak bir kurgudur izinden yürümeye devam ettiği herkese tavsiye ettiği!. Bugünün ülkesinde yenilik olarak tanımlananın dünün ezberlerine sımsıkı sarılan, onu önemseyen kendi ya da benzeşi olmayan, öyle düşünmeyen kısacası “müspet vatandaşlık” tanımlarına uymayan herkese bir had bildirmek iken halen bunun önemsenmesidir sorun. Halen bununla çıkarımlar yapılabilmesidir mesele.

Sırça köşkünden yazılarını düzmeye devam ederken Mahçupyan ve benzeri olan isimler Sevag Şahin Balıkçı’nın ailesi Adaleti bekliyor haddizatında pek kimseler işitmese de. Herkes artık her Allahın günü bir başka yaftayla sınamaya alışmışken bu devletlû eliyle yanı başımızdaki Maritsa Küçük Cinayeti’nin akibeti de bir hasta Ermeni’ye bağlanmaya, onunla örtbas edilmeye devam ediliyor hala ve itinayla. Mülkler yağmalanmaya devam edilirken, bir yandan da burada kalma inadını gösterenlere beyaz soykırım olarak adlandırılan ardıl hamleler biteviye yinelenir kimselerden çıt çıkmazken. Müesses nizam böylesinden mürekkep bir o kadar daha fenasını eyleyerek ilerlerken, Mahçupyan tüm bunları sineye çekilebilir saymaktadır.

Etyen Mahçupyan yazılarıyla bir şeyleri aklama telaşındayken, o bahsetmeye yanaşmadığı demokrasinin bu ileri düzeninde hiçbir surette adaleti tecelli ettirmemektedir. Tıpkı halen her an iç içe yaşaya durduğumuz, en büyük ağrımızın yüzüncü yılına sadece bir kala halen güncellenmekteyken endişe ve korkular, en ufak bir somut adım atılmamışken yarayı iyi etmek için Mahçupyan’ın dili onları da sıradanlaştırmamızı salık vermekten kaçınmaz. Bir taziye mesajının arkasından her ne olduğu bu memleketin ötekilerinin yüzlerine bildirilirken “canlı” yayınlarda bunun sorgusunun ötelenmesinin yolları arşınlanıyor.

Doksan dokuz yıldır ülkede kafamıza vura vura bir şeyler dikte edilirken, soykırım, tehcir, 20 kura askerlik, varlık vergisi uygulaması, 6 ve 7 eylül, mübadele süreçleri ve bir dolusu eksilmeye, buralardan kopmaya neden olmuş hep onu başa getirmişken halen sorgusuzluk reçete ediliyor. Halen sıra neferliğinden şaşmama için cümleler kuruluyor, Mahçupyan tarafından. Söz iktidar tarafından rehin edilirken boşluk bırakılmamacasına, o arada derede kalan nefes alınacak boşluklara beton dökülmesine elinde çimento koşmaya devam ediyor Sayın Mahçupyan hiçbir surette mahcup olmadan.

Yüzüncü yıl enikonu eşiğimizden içeriye, bunca dibimize gelmişken sözü temize çekebilmek şansımız azaltılıyor. Konuşamasak artık kaybedeceğiz. Konuşamasak ilelebet bir eksiği gediği olmadan yazılarında değindiği Türkiyeliliğin bir uzamı olan ‘mozaik’ olarak atfedilen ülkeden(ülkemizden) kopuşun sonu gelmeyecek. Bizler sıradan olanlar, birkaç cümleyle hayata karışmak isteyenler için her şey sıfırlanacak hiçbir söz hiçbir kelam eyleyemeden, kendimizi anlatamadan son yazısı belirecek. Bizler bu güncellikte yaşarken fıtratımız gereği dayak yemelere de haddimizin bildirilmesine de şiddetin hemen her türlüsüne alışığız. Biliyoruz aşinayız. Bu ahvalin yetmiş üç milletinden birileri olarak tanıyoruz onu hep farkındayız.

İliğimize kadar işletilmiş olan ötekisi tavrının ister sinkaflı, ister Mahçupyan gibi yaldızlı ve bolca süslü cümlelerden yüzümüze çarpılmasını görüyoruz ve tanığıyız. Bunun içindir ki bir tokat indiğinde yüzümüze, öbür yanını çeviriyoruz. Yüzümüzü çevirmekten asla erinmiyoruz ama yüz çevirmektense artık sözü birleştirmek, sözümüzü işittirmek için bu menzilde olduğumuzu yinelemek istiyoruz. Halen bu ülkedeyiz. Bir biçimde bu sıfatlarımıza, simalarımıza, düşüncelerimize, kimliklerimize çalınan o karalarla yüzleşebilmek, suratımızda patlayan şamardan sonra beş parmağın izini, hep birlikte tedavi edebilmek için, iyileşebilmek için buradayız.

Onun için ses etmekteyiz yazmaya çalışmakta ve söze, insanlara karışmaktayız. Bizatihi Sayın Mahçupyan tüm çabalayan ya da emek verenleri; palyaçoluk, parazitlik ya da başka bir şey olarak değerlendirse de, çatlağını inatla arayan su gibi yolumuzu aramaya devam ediyoruz!. Hrant Dink’in anlattıklarından, ortaya dökülenlerin izlerinden yol arıyoruz epeydir. Bir arada eyleyebilmek için birlikte. Buradan ses ediyoruz, işitir misiniz? Bir dolu tehditle, bu devletin lisanıyla hayatlarımıza müdahale etmeye çalışan, onu yönlendirmeye gayret eden Mahçupyan’a sözümüzdür. Buradayız ses ediyoruz.