Ermenilerin Eğitim Sorunları

[ A+ ] /[ A- ]

 

alexis kalk

Alexis Kalk

Ermeni aydınlanmasına paralel bir şekilde eğitim ve okullaşma meselesi 18. yüzyıldan itibaren önemli bir konu olarak ortaya çıktı. Dönemin aydınları tarafından Ermenice’nin öğrenilmesi, anadilinde edebi, kültürel ve bilimsel üretim yapılabilmesi Osmanlı hâkimiyeti altında ezilen halkın milli bilincinin geliştirilebilmesinin ve milli birliğinin oluşturulmasının en önemli yöntemi olarak kabul ediliyordu.

18. yüzyılın sonlarında yoğun bürokratik engellere rağmen başlayan okullaşma süreci 1863’de, Ermeni Anayasası da denilen, Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin onaylanması ve bunun sonucunda Maarif Komisyonu’nun kurulmasıyla hız kazandı. Kumkapı Mayr Varjaran (1790), İzmir Mesrobyan Koleji (1799), Bursa Kevorkyan Lisesi (1810), Kayseri Merkez Koleji (1821) gibi okulların kurulmasıyla başlayan süreçte 1915 Ermeni Soykırımı öncesine gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaklaşık 3000 Ermeni okulu ve bu okullarda eğitim gören yaklaşık 300.000 öğrenci bulunuyordu. Bu okullardan en önemlileri olarak 1876 yılında kurulan Berberyan Koleji, Kadıköy Mıkhitariyan Lisesi, Armaş İlahiyat Yüksek Okulu, Erzurum Sanasaryan Lisesi (1881), Van Yeremyan Koleji (1880) ve bugün hala eğitime devam eden Getronagan Lisesi ile Pangaltı Mıkhitariyan Liseleri sayılabilir. Ermenice anadilinde çağdaş ve bilimsel eğitim yapan, bu eğitimi Osmanlıca’nın yanı sıra Fransızca, Almanca veya İngilizce gibi dillerle de zenginleştiren bu okullar pek çok değerli edebiyatçı, sanatçı, siyasetçi ve bilim insanının yetişmesine ve tüm ülke sathına yayılan canlı bir

entelektüel hayatın ortaya çıkmasına vesile oldular. Öğrencilerin yaklaşık %73’nün erkek olmasına karşın kızların da eğitime katıldığı, kız okullarının ve sayıca az olmakla birlikte karma okulların varlığı ayrıca değinilmesi gereken önemli bir gelişmeydi. Bu oranlara paralel oranlarda kadın öğretmenler de okullarda görev almaya başlamışlardı.

II. Abdülhamit döneminde okul açmak konusunda yoğun sıkıntılar yaşayan Ermeniler II. Meşrutiyet döneminde bu yöndeki baskılardan kısmen kurtuldularsa da Osmanlı Maarif Nezareti’nin başka bir takım baskı ve yaptırımlarıyla karşılaştılar. Aslında bu baskılar iktidarı yeni ele geçirmiş olan İttihat Ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) özelde Ermeni Sorununa ve genelde halklar meselesine nasıl yaklaştığının ipuçlarını içeriyordu. İTC kadroları eğitimin ideolojik işlevini kavramış ve bundan faydalanmaya karar vermişlerdi. Eğitimde birlik meselesi II. Meşrutiyet‘in ilanının ardından meclisin uzun süre gündeminde kalan en önemli konulardan biriydi. Ancak Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) cumhuriyet idaresinde hayata geçirilebilecekti. Özetle ülkenin milli birliğinin sağlanması adına eğitimin Türkçe yapılması isteniyor, okullar, müfredat ve öğretmenler üzerinde tam bir denetime sahip olunması amaçlanıyordu. 1911 yılında Özel Öğretim Komisyonu‘nun Osmanlı Maarif Nezareti ile yaşadığı tartışmaları aktarmak için Ermeni meclisine sunmuş olduğu bir muhtıra tartışmanın eksenini anlamamıza yardımcı olacaktır. İlgili muhtıranın maddeleri aşağıdaki şekildedir [1915 Öncesi Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler, R.H. Kevorkian & P.B. Paboudjian, Aras Yayıncılık 2012]:

  1. Okullar doğrudan hükümet tarafından denetlenecekti
  2. Tüm eğitim kurumları devletten yeterlilik belgesi almak zorundaydı
  3. Müfredat devletin incelemesine sunulmak zorundaydı
  4. Okullar eğitim görevlilerinin diplomalarının bir kopyasını bakanlığa sunmak zorundaydılar
  5. Ayrıca okullar, velilerin devlete ödedikleri eğitim vergilerinden başka, taşradaki bakanlık temsilcilerine de bir bütçe ayırmak zorundaydılar
  6. Türkçe öğretmenlerini bakanlık atayacaktı
  7. Kolejlerin teftişi devletin yetkisi dahilinde olacaktı
  8. Yabancı öğretmenler yerlerini Osmanlı eğitimcilere terk edecekti
  9. Tiyatro gösterileri, konser organizasyonları gibi etkinlikler için önceden izin almak zorunluydu

O günlerde kabul görmeyen bu taleplerin benzerleri cumhuriyet döneminde Tevhid-i Tedrisat Kanunu uygulamaya konuldu. Soykırım sonrasında kurulan yeni devlette artık bir “azınlık” konumuna düşen Ermeniler ’in anadilinde eğitim ve eğitim özgürlüğü ile ilgili hakları Lozan Anlaşmasının 40. ve 41. Maddeleri ile koruma altına alınmıştır. Bu maddelere göre İslam olmayan azınlıklar kendi dilleriyle eğitim vermek üzere her türlü eğitim ve öğretim kurumunu özgürce kurma, denetleme ve yönetme hakkına sahiptir. Anlaşma devlete de Türkçe’nin öğretilmesini zorunlu kılma hakkı tanımıştır.  Oysa devlet geride kalan yıllar boyunca bu hakların dahi kullanımında zorluklar çıkarmıştır. Eğitimde birliği sağlamaktan farklı olanları ortadan kaldırıp tek tipleştirmeyi anlamış ve bu bağlamda farklı anadillerde eğitimi ortadan kaldırmaya, kaldıramazsa bile kadük bırakmaya yönelik pratikler geliştirmiştir.

Günümüzde Türkiye´de tamamı İstanbul’da olmak üzere toplam 17 Ermeni okulu bulunuyor. Bu okullarda yaklaşık 3000 öğrenci eğitim görürken bu sayı her geçen yıl azalmakta. Tek başına bu veriler bile yüz yıllık süreçte uygulanan asimilasyon ve imha politikalarının boyutunu anlamakta yeterli bir gösterge olmalı.

Son yıllarda Avrupa Birliği reformları çerçevesinde kısmi iyileşmeler yaşansa da Ermeni okullarının sorunları devletin halklar meselesine bakış açısı temelden değişmediği için hala sürmekte. 1974 yılından bu yana Lozan’da tarif edilen kısıtlı devlet desteğinden de yoksun olan bu okullar tamamen vakıf gelirleri ve bağışlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Potansiyel tehlike odakları olarak görülen bu okullara, birkaç yıl öncesine kadar kanunda tarif edildiği şekliyle “Türk Müdür Baş Yardımcısı” ünvanlı bir çeşit gözetmen MEB tarafından atanmaktaydı. Devletin bakış açısını daha iyi anlamak için Türk Müdür Baş Yardımcısının son düzenlemeye kadar okul müdürünün sicil amiri olduğunu söylemek yeterli olur sanırım. 2012 yılında yapılan bir düzenleme ile Türk ifadesi TC vatandaşı olarak değiştirildi ise de uygulamada çok büyük bir farklılık yaşanmış değil. Örneğin hala bir öğrenci adayının azınlık olup olmadığına, dolayısıyla azınlık okulunda okuma hakkının olup olmadığına müdür başyardımcıları karar vermekte ya da herhangi bir dış yazışma ancak müdür başyardımcılarının imzasıyla yapılabilmektedir. Okullarda düzenlenecek anadilindeki etkinlikler için etkinlikte kullanılacak metinlerin çevirileri ile Milli Eğitim Müdürlüğü’nden izin alınması gerekmektedir.

Tarih, coğrafya, sosyoloji, Türkçe gibi dersler MEB tarafından atanan öğretmenlerce zorunlu olarak Türkçe işlenirken, üniversite sınavının sadece Türkçe olarak yapılması ve anadilinde branş öğretmenleri (matematik, kimya, fizik, biyoloji

gibi) yetiştirmeye yönelik yüksek öğretim programları olmamasından ötürü pek çok branş dersi fiili olarak Türkçe yapılmakta. Ayrıca Ermenice ders kitap vb. materyalin üretilmesi noktasında bilinçli bir bürokrasi duvarı ile eğitimcilerin çabaları sistematik olarak boşa düşürülmekte. Öyle ki bu okullar neredeyse 100 sene önce üretilmiş materyalleri kullanmaya mahkûm edilip geri bıraktırılmakta.

Görüldüğü üzere İTC’nin yüz yıl önce uygulamaya çalıştığı politikalar pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da cumhuriyet döneminde benimsenmiş ve uygulamaya geçirilmiştir. Bu uygulamalar kuşkusuz sadece Ermeniler’e yönelik değildir ve diğer İslam olmayan azınlıklar da birebir benzer muameleye maruz kalmıştır. Bu baskılar sonucunda anadilin gelecek kuşaklara aktarılmasında en önemli kurum olan okullar adeta paralize edilmiştir. Çoğu noktada bu baskılar içselleştirilmiş ve otosansür mekanizmaları ortaya çıkmıştır. İslam olmayan halkların hâlihazırda varolagelen kurumlarına yönelik tüm bu baskıların yanında Kürtler ve Lazlar gibi İslam halkların anadillerinde eğitim görmeleri tamamen engellenmiş, “Vatandaş Türkçe Konuş!” gibi kampanyalarla Türkçe dışındaki tüm diller kamusal alanın dışına itilmiştir. Bu durum farklı dil ve ağızların yaşamasını imkânsızlaştırmış ve ülkeyi kültürel anlamda çoraklaştırmıştır. Bu çorak iklimde okul duvarları arasında kısıtlı ders saatleri ile anadilini öğretmek ve daha da önemlisi insanların anadilleri ile üretim yapabilmesini sağlamak imkânsızdır. Zaten bu politikalar ile amaçlanan tam da budur.

Çözüm tüm anadillerin kullanımı önündeki resmi ve gayri resmi tüm engellerin kaldırılmasıdır. Devlet uygulamaları yüzünden dezavantajlı konuma düşen ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dillerin desteklenmesi; eşit, parasız, bilimsel ve anadilinde eğitimin devlet tarafından tüm yurttaşlara bir hak olarak sunulması; okullara özerklik verilip idaresine eğitim emekçileri ve öğrencilerin de katılmasının sağlanması gibi köklü değişikliklerle asimilasyon çarkını tersine çevirmek zor ama mümkün olacaktır. Okullara kayıt için getirilen soy kodu gibi ırkçı uygulamalara son verilmeli, aynı İngilizce, Almanca, Fransızca gibi batı dillerinde eğitim yapan okullarda kayıtta olduğu gibi çocuğun alacağı eğitimin dili tamamen velinin tercihine bırakılmalıdır. Ayrıca tüm okullarda batı dilleri yanında Ermenice, Kürtçe, Arapça, Rumca, İbranice, Süryanice gibi yerel dillerin kısaca tanıtılması, en az birinin temel düzeyde de olsa zorunlu seçmeli ders olarak okutulması, halklar arası empati ve kardeşlik duygularının gelişmesini teşvik edecektir. Yine aynı şekilde bu ve benzeri uygulamalar ile farklı anadillerin bir arada yaşaması zihinlerde normalleşmeli ve bu çeşitliliğin coğrafyamızın bir zenginliği olduğu fikri yaygınlaşmalıdır. Anadillerin kamusal alanda kullanımının önündeki engeller tamamen kaldırılmalı, yerelin ihtiyaçları doğrultusunda kamu hizmetleri çok dilli olarak verilebilmelidir. Tüm bu çabalar kuşkusuz başta da belirttiğimiz gibi ancak köklü bir zihniyet değişimi ile mümkün olacaktır. Bunun için halkların, kültürel hakları ve anadil talepleri etrafında ortaklaşması ve tekçi zihniyete karşı ortak mücadele sürdürmesi elzemdir.