1915: Ermeni Soykırımı

[ A+ ] /[ A- ]

Hasan CEMAL
Biamag

Hasan Cemal yeni kitabına “1915: Ermeni Soykırımı” adını koyarak, Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesinde yapılan çalışmalara yeni bir halka ekledi. Bir gazeteci ve İttihat Terakki’nin üç yönetici paşasından birisinin, Cemal Paşa’nın torunu olarak iç hesaplaşmasını, kendisiyle yüzleşmesini tüm içtenliği ve dürüstlüğüyle yaptığı kitabının ‘önsözü’nü yayınlıyoruz.

“Sevgili Hrant, bana bu kitabı yazdıran senin açındır, senin acılarındır.” Hasan Cemal “1915: Ermeni Soykırımı” adlı kitabının bu sözlerle başlıyor. Hemen ardından Milan Kundera’dan şu alıntıya yer veriyor: “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutuşa karşı mücadelesidir”. Ve ardından sözü George Orwell’a veriyor “Özgürlük, insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmektir”

Önsöz Niyetine

Tarihin Eli, Görmek İsteyene Doğru Yolu Gösterir!

Bu kitabı yazmak için bilgisayarın başına otururken, benim hayatımda galiba geçmiş muhasebesi olmadan olmuyor dedim kendi kendime. İçimde tuhaf duygular, soru işaretleri uyandı. Acaba böyle bir kitabı yazmak benim açımdan ‘oportünistlik’ ya da ‘kahramanlık taslamak’ sayılabilir miydi?

Kimileri hakkımda böyle düşünebilir miydi?

Veyahut her yıl belirli tarihlerde hüzünlü yüz ifadeleriyle Agos’un koridorlarında boy göstermek, 19 Ocak’larda Hrant Dink’i anma törenlerine, yürüyüşlerine katılmak…

Ermeniler acaba “Cemal Paşa’nın torunu”yla kendi acılarını paylaşmak istiyorlar mıydı, isterler miydi? Bilemedim.

Ama sonra, Erivan’da güneşin etrafı kızıla boyayarak sisler içinde doğduğu o sabah vaktini anımsadım. Ermeni Soykırımı Anıtı’na üç beyaz karanfil bırakırken kendi başıma mırıldanmıştım: “Sevgili Hrant, beni buraya senin acıların getirdi; senin ve atalarının o acılarını anlamaya, yüreğimde hissetmeye çalışıyor ve paylaşıyorum. Rahat uyu kardeşim.”

2008’in Eylül ayındaki o Erivan sabahını unutamıyorum. Günün ilk aydınlığı içinde Ararat’ın, Ağrı Dağı’nın zarif doruğu sislerin içinde bir beliriyor, bir yitiyordu. “Tarihin eli” diye not almıştım o sabah, “Görmek isteyene doğru yolu gösterir.”

1919’da, Britanya’nın sömürge ordusu, Hindistan’da halkın üstüne ateş açarak insanlığa karşı bir suç işlemiş, Amritsar Katliamı’nı yapmıştı. 1997 yılında Britanya Kraliçesi II. Elizabeth, Hindistan halkından özür dilerken “Amritsar’da yaşananlar felaketti, ama tarihi değiştirmek* olanaksız,” demişti. Tarihi elbette değiştiremeyiz ama tarihle yüzleşmek elimizde.

Geçmişin acı gerçekleriyle yüzleşmeden, hesaplaşmadan geleceğe nasıl ilerleyeceğiz ki? Acılara sessiz kalınamaz! Geçmişin bugünü teslim almasına izin veremeyiz.

Ayrıca 1915 acısı maziye değil, bugüne ait bir mesele. Tarihle -ama bizimki gibi ‘icat edilmiş tarih’le, tahrif edilmiş tarihle değil-gerçek tarihle barış yaparak ve de tarihi istismar illetinden kurtularak huzura erebilir, barışı yakalayabiliriz. Gerçek barış ve demokrasi ne yazık ki hep tarifsiz acıların içinden geçerek, Hrant Dink örneğinde olduğu gibi ancak büyük bedeller ödenerek gelebiliyor.
Anlaşılan o ki, toplumların hayatında bazı taşlar bir bedel ödemeden yerinden oynamıyor ya da yerli yerine oturmuyor.

Paul Auster romanında, “İş işten geçmeden konuş şimdi ve söyleyecek hiçbir şey kalmayıncaya kadar da konuşabilmek umudunu taşı. Ne de olsa zaman azalıyor der. Ben de oturdum kitabımı yazmaya başladım, ‘kayıp tarihimiz’in izinde…

Hasan Cemal,
İstanbul,
25 Şubat 2012