Nasıl Ermeni olunur?

[ A+ ] /[ A- ]

Diran LOKMAGÖZYAN
Akunq.net

Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan’ın 15 Şubat Pazar günü yaptığı konuşmasının etkileri, cemaat içinde kalmayıp, büyük bir olasılıkla, yakında Ermenistan ve diasporayı da içine alacak bir tartışma platformu oluşturacaktır.

Kimin Ermeni olarak kabul edilebileceği konusu, zihinleri çoktandır meşgul eden ve zıt fikirler uyandıran bir konudur. Yaklaşımlar, “Ermeni ana-babadan doğmuş, Ermenice konuşan ve Ermeni Kilisesi mensubu” olmaktan, “etnik yapısı, dili ve dini ne olursa olsun, kendini Ermeni olarak tanımlayan herkes Ermenidir” fikrine kadar uzanmaktadır.

Sayın Ateşyan’ın fikirleriyle ilgili, daha şimdiden farklı yaklaşımlar ortaya atıldı bile. “Agos” gazetesi “Ateşyan’dan tartışılacak sözler” başlığı atarken, “Hyetert” bu sözleri “Sayın Ateşyan’a  tamamen katılıyoruz” diye onaylamaktadır. Önce Sayın Ateşyan’ın Ermeni tanımlamasına bir göz atalım. Bu tanım, tabii ki bir “ideal” olarak kabul edilebilir, lakin gerçek, her konuda olduğu gibi, burada da ideal olmayıp, bizi bu idealden saparak, bazı şeyleri kabullenmeye zorlamaktadır.

Sayın Ateşyan, mühtedi Ermenilerden, Ermeniceden ve karma evliliklerden dem vurarak, parmağını tam da yaralarımıza basmaktadır. Lakin bunlar, hepimizin bildiği sorunlardır. “Hekim hastalar içindir, sağlıklılar için değil” diyen Mesih’in temsilcisinin görev alanına da öncelikli olarak hastalar düşmelidir. İyi bir doktorun vazifesi ise, hastalığı teşhis etmenin haricinde, nereden kaynaklandığını ortaya çıkartmak ve tedavi uygulamaktır. Bunlar olmayınca, ne doktor, ne de onun teşhisi bir işe yaramaz.

Mühtedilik, karma evlilik ve asimilasyon; baskı, şiddet, katliam ve tehcirin Ermeni halkını her açıdan darmadağın etmesinin bir sonucudur. Soykırım sonucunda dünyaya yayılan Ermeniler, yaşadıkları ülkelerde “beyaz”, şu veya bu şekilde topraklarında kalabilenler ise “kırmızı” kültürel, dini, milli ve etnik asimilasyona maruz kalmıştır.

Sayın Ateşyan’ın kendisi, bunun en iyi örneğini teşkil eder, çünkü aile üyeleri ölüm tehdidi altında ihtida etmiş, bir kısmı son yıllarda tekrar Hıristiyanlığa dönmüşse de, halen bu adımı atma cesaretini göstermemiş aile üyelerine de sahiptir. Kim bu insanları suçlayabilir? Bu topraklar binlerce, yüz binlerce benzer insan trajedisiyle doludur. Kesin olan, ihtida edenlerden hiçbirinin bu adımı gönül rızasıyla atmamış olduğudur. Lakin aradan çok zaman geçmiş, köprünün altından çok sular akmıştır. Bu insanların büyük bir kısmı, ebeveynlerin gizlemesi sonucunda, kendi gerçek kimliklerinin bilincinde değildir, onların hayatında her şey bastırılmıştır, kimlik, dil, din, kültür, isimler, geçmişle ilgili tüm anılar. Sürekli mış gibi yaparak gerçeküstü bir hayattır yaşadıkları. Aslında biz İstanbulluların hayatı da pek farklı değildir, fakat onlar tüm bunları kıyaslanamaz ölçüde yoğun yaşadılar ve hâlâ yaşıyorlar. Bu şartlar altında onlardan ne talep edebiliriz, ne talep etmeye hakkımız vardır? Bunu çok iyi düşünmemiz gerekir.

Üzerinde eğilmemiz gereken ikinci konu ise, bizim günah payımızın olup olmadığı ve varsa derecesidir. Sayın Ateşyan, haklı olarak karma evliliklerin artmış olduğundan şikâyet edip, bunu “beyaz soykırım” olarak telakki ederken, patrik Mutafyan tarafından başlatılan “düğün değil kutsama” adı altında bu evliliklerin tam da patrikhane tarafından meşrulaştırılmasının, karma evlilikleri desteklediğini ve bu “kutsama” geleneği ile birlikte bu evliklerde bir patlama yaşanmış olduğunu, dahası, “yabancıların okullarımıza ve kurumlarımıza alınması” konusunda, yabancılarla evliliği onaylamakla kalmayıp, üstüne bir de “kaybetmeyelim, kazanalım” şiarıyla bu “yabancıları” ve onların karma doğumlu çocuklarını kiliseye ve kurumlarımıza “kazananların” yine patrikhaneye bağlı din adamlarının olduğunu göz ardı etmektedir.

İğneyi kendimize batırmayı sürdürerek, hastalığın sebebinden, tedavisine bir geçiş yapalım. Bugün “Ermeni’yim” diyenin, diyebilenin, bu cesareti gösterebilenin uzattığı eli, elinin tersiyle itmek midir, başta patrikhane olmak üzere din adamlarımızın ve bizden her birinin görevi? Ermenice bilmemek, vaftiz olmamış olmak onların suçu mu? Türkiye Ermenileri Patrikhanesi, Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili sadece halkımızın bir kesimi için midir? Diğerlerine söyleyeceği tek şey, “öğren de gel veya vaftiz ol da gel” demek mi olacaktır? Daha kötüsü, bu insanlar yardım, destek istediklerinde kapıyı yüzlerine kapattıktan sonra, kendi imkânlarıyla başlattıkları Ermenice kurslarını tenkit etmek, baltalamak mı olacaktır?

Sayın Ateşyan, büyük harcamalar yapılıp restore edilen Diyarbakır kilisesi başta olmak üzere, gizli veya açık, Ermenilerin yaşadığı yerlere din adamı gönderip, bu insanları pirler, hocalar veya farklı kiliselerin din adamlarının eline düşmekten kurtarmak kimin vazifesidir? Kendilerini yüzüstü bırakmış olan Patrikhane ve din adamlarının, onları tenkit etmeye hakları var mıdır? Özellikle Dersim, Muş, Diyarbakır ve Malatya bölgeleri, tohumu filizlendiren can suyunu verecek olan bahçıvanı bekleyen yerlerdir. Bir dil kursu Dersim’de bir heyecan, bir kıpırdanma getirebiliyorsa, gerisini siz düşünün.