Ağladıkça

[ A+ ] /[ A- ]

Serpil DENİZ
Sendika.org

Sevinçler kadar acılarında paylaşımında insanı insan yapan olgunlaştırıcı bir yan var. İşte bende cuma günü böyle zor bir sınavdan geçtim. Acıların adeta havada asılı kaldığı, boğazımıza düğümlendiği anlar. Ellerine sağlık demekten kendimi alamadığım arkadaşların hazırladığı ‘Manisa Geçmişiyle Yüzleşiyor’ isimli Can Dündar’ın hazırladığı ‘Manisa Gençleri Davası’ belgeselini izledik.

Türkiye’nin insan hakları mücadelesinde simge davalarından biri haline gelen Manisa Davasını hatırlıyor musunuz? Çoğu lise öğrencisiyken vahşice işkence gören 16 genç 7,5 yıllık yargılama süreci sonucunda örgüt üyeliği suçlamasından beraat ettiler. Onlara işkence yapan polisler aleyhine açtıkları dava ise yıllarca sürmüştü. Davanın sürdüğü o uzun yıllar boyunca polisler korunup kollanmış, mahkemelere ya yollanmamış ya da resmi araçlarla yollanmıştı.

Bu süre boyunca görevlerine devam ettikleri gibi buradan emekli bile olanlar olmuştu. Farklı illere tayinleri çıkmış ama hep devletin koruyucu ellerini üzerlerinde hissetmişlerdi. Artan kamuoyu ilgisi Türkiye sınırlarını da aşmış, yurt dışından da izleyici bulmuştu dava. Zaman aşımına birkaç ay kala 10 polis memuruna toplamda 85 yıl hapis cezaları verilerek geciken adaletin yarattığı acılar sarılmaya çalışıldı. O kadar ensemiz karartılmış ki olanlardan sonra savcıların gözetiminde, yargının önünde halka karşı işlenen işkence suçlarına verilen cezaya sevinir olduk.

Can Dündar’ın hazırladığı belgesel bizi bir zaman tünelinden geçiriyor. Evet yıllar önce bu kentte herkesin gözleri önünde bir avuç genç olmaları gereken okullarında, ailelerinin kucağında değillerdi. Oradan koparılmışlardı.Ve tarihine kara puntolarla yazılan ’bu iş yerinde işkence vardır’ levhası asılan Emniyet Müdürlüğü vardı. Bizler artık kendimizi nasıl emniyetli hissedeceksek…

Bu acıları izlerken bile tanık olmak o kadar zorki… Yaşanan, yaşatılan acılar düşünüldüğünde hiçbir kelime ve söz yetmezmiş gibi geliyor anlatmaya. Ama acıların bir daha yaşanmaması uğruna tekrar tekrar izliyoruz ve paylaşıyoruz gerçekleri. Can Dündar olayların tanıkları, işkenceyi yaşayan gençleri, ailelerinin duygularını mahkeme görüntüleri eşliğinde anlatıyor. Bu vahşet nasıl böyle rahat icra ediliyor ve ne adına haklı olabiliyor vicdanlarda. Anlamakta zorlanıyorum.

Bu görüntüleri izlerken işkencenin bir insanlık suçu olduğunu bizler bir kez daha hatırlıyoruz ve ‘insanlık onurunun işkenceyi yeneceğine’ yürekten inanmak istiyorum.

18,17,16,14… bunlar o dönemdeki 16 gencin yaşları. Bazıları okuldan bazıları evlerinden alınıyor. Kimi aileler devlete olan sonsuz güvenleriyle ‘hem bir suçu olmasa neden polis alsın’ diyecek kadar bağlı 20 küsur yıldır çalıştığı devlete. Aynı devlet polisi olmayan bir duvara kimse tarafından görülmeyen sloganlar yazdığı gerekçeleriyle üzerlerinde bir çakı bile bulunmayanları silahlı örgüt üyesi olmaktan göz altına almış ve her tip şiddet ve sindirmeyi caiz bulmuş onlara. Sonrası bildik, aşina, rutin işler… Çırılçıplak soymalar, elektrik, soğuk su işkencesi, baskı, yıldırma, cinsel taciz ve tecavüz… Hiçbir insanın içinin kaldıramayacağı bu uygulamalar bu çocuklara neden yapılmıştı? Duvara yazı ha… Büyük suç!!!!! ‘Kahrolsun Faizim mi’ yazılmış ne. Bir hukukçu TV programında söyle konuşuyordu o yıllar. ‘Yani insanlık tarihinin çöplüğüne atılan, kan ve gözyaşıyla anılan bu sistem, Faşizm kahrolmasında ne olsun.

Beynimize çocukların cezaevi ring aracılığıyla götürülürken annenin ‘götürmeyin o daha bir çocuk’ haykırışları kazınıyor. Artık kralın çıplaklığı herkesçe görülüyor böylelikle. O çocuklara reva görülen her işkence bizimde hayallerimizi ve geleceğimizi örseliyor. Diğer bir annenin yürek paralayıcı isyanı ise çocuğuna değil de devlete güvenmesinin acısıyla kıvranıyor. Onlara yapılan bu zulme anlam veremiyor oğlunun o eski halini özlüyor, istiyor.

Bu acıların bedeli çok ağır. İşkenceyi bir insanlık suçu olarak görmeli ve ‘bu ülkede asla işkence yapılmıyor’ levhalarını asmalıyız her yere. Bunun için tek yürek mücadele etmezsek hakkımız olan adaleti istemek için yalvarıp yakarmak zorunda bırakılacağız hep. Olurda bir gün devlet yetkilileri insafa gelirse bir dirhem adalet bahşedecekler(!)

Evet, bende şimdilerde çok moda olan deyimiyle şimdi ‘susma hakkımı’ kullanıyorum. Çünkü sözlerin değil yüreklerin konuşması gerekiyor biraz da. Biz o akşam çok ağladık. Artık içimiz arınıncaya kadar ağladık. Gözyaşlarımızın sıcaklığıyla birlikte bir insanlık ayıbını ortaya çıkarıp, hesap sorulabildiği için, içimiz kan ağlasa da kızılcık şerbeti içtik diyebildiğimiz için ağladık…

O gençler hayata tutunarak, yeniden yeniden insanlık hayalleri kurdukça umut hep olacaktır. Ve insanlık onuru kazanacaktır her defasında. Su çatlağını bulup, özgürce akacaktır…

Ağladıkça dağlarımız yeşerecek göreceksin
Ağladıkça geceyi tutacağız göreceksin
Ağladıkça güneşi tutacağız göreceksin (Gülten Kaya)