Alparslan Türkeş: Devlet Fetişizminden Devlet Taşeronluğuna Bir Yolculuk

[ A+ ] /[ A- ]

Toplum ve Kuram Dergisi, Portreler Dizisi

alparslan-turkes_436044Birçok kişinin yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi’nin lideri ve Türk devletinin kurguladığı hegemonya projelerinin değişmez ortağı olarak tanıdığı Alparslan Türkeş’in siyasi yaşamını tarihsel bir perspektiften okumak, ulus-devlet gölgesinde yeşeren faşist hareketin tarihsel işlevini, faaliyetlerini ve açmazlarını görmek bakımından aydınlatıcı olacaktır.

Alparslan Türkeş’in siyasi yaşamında en önemli dönüm noktası, 1960 darbesini gerçekleştiren kadro tarafından oluşturulan Milli Birlik Komitesi (MBK) bünyesinde yer alan ve öncülüğü Türkeş’in yaptığı ‘Ondörtler’ grubunun tasfiye edilmesi olmuştur. MBK içerisinde oluşturulan bu hizip, yönetimin sivil siyasetçilere devredilmesini değil, ordunun yönetimde kalması gerektiğini savunmaktaydı. Lakin Türkeş ile birlikte hareket eden 14 MBK üyesi yurt dışına sürüldü.

Türkeş’in devlet erkinden bağını [görünürde] koparan bu dönüm noktasıyla, yani 1960 yılı itibariyle, Türkeş’in bir ulus-devlet projesi çerçevesinde Türk ırkçılığını yukarıdan aşağıya gerçekleştirme isteği
suya düşmüştür. Sonrasında ise Türkeş; bir yandan sivil ve askerî bürokrasi ile bağlantılarını muhafaza ederek devlet kurumları içerisine sızmaya, diğer yandan da toplum içerisinden ırkçı bir mobilizasyon yaratarak parlamento aracılığıyla siyasi hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır.

Türkeş, 1917 yılında dönem itibariyle İngilizlerin kontrolünde olan Kıbrıs’ta dünyaya gelmiştir. Ailesi İstanbul’a taşındıktan sonra askerî kariyerinin başladığı 1936 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ne yazılmış, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Ankara Harp Akademisi’nde devam etmiş ve buradan mezun olmuştur. Türkeş’in, Türk ırkçılığına ilişkin fikirlerinin oluşmasında Nihal Atsız önemli bir rol oynamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın Sovyetler Birliği karşısında yenilgiye uğramasıyla, Kafkaslar’a ilişkin, olası bir genişlemeci politika ihtimali Türkiye için ortadan kalkmıştır. ‘Turancılar’, bürokrasi kademelerindeki Sovyet etkisinin yansıması olarak değerlendirdikleri bu durumu protesto etmek için, Nihal Atsız öncülüğünde 1944 yılında Ankara’da bir gösteri düzenlemişlerdir. Türkeş’in de katıldığı bu gösteri sonrasında ‘Türkçülük Davası’ olarak bilinen yargılama süreci başlamış ve dava süreci boyunca Türkeş bir yıl kadar hücre cezası almıştır.1

imagesTürkiye’nin, soğuk savaş atmosferinde, Orta Doğu’da, ABD’nin uydusu haline geldiği 1950’ler sürecinde iki yıl boyunca Pentagon’da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliği yapan Türkeş, 1960 yılında darbe gerçekleştirilirken darbeyi radyodan tüm Türkiye’ye duyuran kişi olmuştur. MBK’den tasfiye edilmesinden sonra Türkiye’nin Hindistan Büyükelçiliği’nde müşavir olarak çalışmaya başlamıştır. 1965 yılında yeni anayasanın yarattığı görece demokratik ortamda ivme kazanan partiler arasında yer alan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katılmış, genel başkan olduktan sonra da partinin adını 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir.

1960’ların ikinci yarısından itibaren Türkeş’in Türkiye siyaset arenasındaki temel misyonu, dalga dalga gelişmekte olan sosyalist hareketi durdurmak, engellemek ve bitirmek adına tabandan örgütlenen karşı-devrimci bir hareket yaratmak olmuştur. 1968 hareketini kırmak için solculara yönelik politik şiddet eylemleri gerçekleştirecek gençleri, ideolojik ve silahlı mücadele eğitiminden geçirmek amacıyla 1969 yılında sayısı 45’i bulan ‘Komando Kampları’nı kurmuştur.2 Türkeş’in öncülüğünü yaptığı bu faşist hareketin ideolojik çerçevesi, sosyalizmin önerdiği tüm ilerici, siyasi ve toplumsal dönüşüm taleplerinin karşısında konumlanan ve ‘Dokuz Işık Doktrini’ olarak bilinen eklektik korporatizme yaslanmaktaydı.3 Anayasal kısıtlamalarla bunalan Demirel’in sağcı Adalet Partisi hükümetlerinin himayesi altında, Türkiye’de faşist hareketi adeta siyasi taşeronluk pozisyonuna sürükleyen Türkeş, oynadığı rolü 1970’lerde daha ileri safhalara taşıyacaktır. Bu süre zarfında Türkeş’in karşılaştığı en ciddi muhalefet örneği, Türkiye sol hareketinin ve Kürt hareketinin protestoları nedeniyle 1975 Ağustosu’nda Türkeş’in Diyarbakır’da yapmayı planladığı konuşmayı gerçekleştiremeden Diyarbakır’ı terk etmek zorunda kalmış olmasıdır.4 Faşist hareket; siyasi tutuklular için 1974 yılında Ecevit-Erbakan hükümetinin genel af ilan etmesiyle toplumsal alana dönen devrimcilerin faaliyetleriyle artan sol kitleselleşme karşısında, politik şiddete çok daha yoğun bir şekilde sarılacaktır.

Türkeş, 1970’lerde MHP’nin ağırlıklı olarak Orta Anadolu’dan aldığı sınırlı oy oranlarına (%8’in altında) rağmen, Milliyetçi Cephe hükümetlerinde orantısız bir şekilde güç elde ettiği süreçte Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olmuştur. Türkeş’in öncülük ettiği faşist hareket bir yandan Eğitim Bakanlığı’nda kadrolaşmaya giderken5 diğer yandan da polis teşkilatı içerisinde örgütlenmeye hız vermiştir. Türkeş liderliğindeki MHP, II. Milliyetçi Cephe Hükümeti çöktükten sonra tedricen sağcı egemen bloktan dışlanmış ve yaşadığı siyasi açmazı sol kadrolara ve kitlelere yönelik şiddetin dozunu artırarak aşmaya çalışarak sıkıyönetimin ilan edilmesi için elinden geleni yapmıştır.6 İçinde kontrgerilla unsurların da bulunduğu faşist hareket, Maraş Katliamı gibi girişimlerle yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan kanlı bir sürece imzasını atmış ve darbenin kitleler nezdinde meşruiyetini sağlayan şiddet olaylarının önlenemez bir boyuta ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır.

Her ne kadar Alparslan Türkeş darbe gecesi tutuklanamayan tek siyasi parti başkanı olsa da, 12 Eylül 1980 gecesi sonrasında militarist rejime teslim olmuştur. Lakin 1970’ler boyunca neo-liberal darbeyi gerçekleştiren cuntacıların değirmenine su taşımış olması, 218 Ülkücü ile birlikte idam cezasıyla yargılanmasını ve 4,5 yıl kadar hapis yatmasını engelleyememiştir.7 Türkeş’in kurduğu siyasi çizgi, Türk devleti adına sol siyasete karşı savaşmasına rağmen, 12 Eylül sürecinde kurban edildiğini “Fikrimiz iktidarda biz zindandayız” cümlesiyle ifade etmiştir. Binlerce siyasi cinayet işleyen radikal milliyetçi bir harekete öncülük etmiş olmasına rağmen, 1985 yılında beraat eden Türkeş ve 1987 yılında siyasi yasağı kalkınca yeniden meydanlara dönmüştür. 12 Eylül darbesinin Ülkücü hareket nezdinde yarattığı ideolojik etkilerden en önemlisi, 1980 öncesi var olan radikal Türk milliyetçiliğini Türkeş öncülüğünde Sünni-İslam perspektifi ile tedricen yoğurmaya başlanması olmuştur.8 Lakin Türkeş, 1990’lı yıllara, Ülkücü hareket bünyesinde ortaya çıkan İslamcı savrulmaları -Muhsin Yazıcıoğlu vakasında görüldüğü gibi- tasfiye ederek, devlet tasdikli radikal Türk milliyetçiliğini yükselen İslamcı siyasetten arındırarak girmiştir. 1990’larda örgütsel ve ideolojik katılıklarından sıyrılan, Kemalist Türkçülüğün temel elementlerini, muhafazakârlık potasında eriterek dönüşen Ülkücü hareket, 1990’lardan sonra Kürt karşıtlığı ile Türkiye siyasi rejiminin merkezinde konumlanmıştır.

İçinde kontrgerilla unsurları barındıran faşist hareketin kadroları, Kürt hareketinin silahlı mücadeleye başlamasına paralel olarak, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren, devletin kolluk kuvvetleri içerisinde yer alma, karşı-eğilim örgütlenmesi ve sivil alanlarda vekaleten politik şiddet kullanılması bakımından yeni hegamonik projeye eklemlenmiştir. Türkeş’in 1997 yılında hayatını kaybetmesi sonrasında PKK karşıtlığı sayesinde, tarihi boyunca görmediği kadar yüksek oy oranlarına ulaşacak olan MHP, Devlet Bahçeli liderliğinde artık merkezî siyasete oynayacaktır. Türkeş’in cenaze törenine katılanlara bakıldığında, kendisine vefa borcu hissedenlerin ortak paydasının tekçi Türk ulus-devletinin bekasının yılmaz savunuculuğu olduğu görülecektir: Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen.

NOTLAR:
1- Nihal Atsız, yargılama sürecinde Kürtlerin ve Arapların hain olduğuna dair birçok örnek vererek ırkçı olmadığını, ırkçılık yaparak savunmaya çalışmıştır.
2- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1988, s. 2106-2109.
3- Alparslan Türkeş, Temel Görüşler, İstanbul: Dergah Yayınları, 1976, s. 45-69.
4- Özgürlük Yolu, ‘Diyarbakır Olayları: Faşistlerin Oyunları Geri Tepti’, Sayı 3 (1975), s. 85.
5- Çağlar Keyder, State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development, London, New York: Verso, 1987, s. 215.
6- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1988, s. 2324.
7- Latin Amerika’da da gerçekleştirilen neo-liberalizme geçiş darbelerinde başvurulan İki Şeytan Teorisi Türkiye’de de sahneye konmuştur. Bu strateji doğrultusunda, cuntacılar esasen sol ve sosyalist hareketi bitirme gayretinde olsalar da, darbe sonrası süreçte toplumun depolitizasyonuna ve liberal demokrasiye geçişe meşruiyet yaratabilmek amacıyla –niceliksel olarak sol hareketten kat be kat daha az olsa da- aşırı sağcı unsurların tasfiyesini de hedeflemiştir.
8- Nergis Canefe ve Tanıl Bora, ‘Intellectual Roots of Anti-European Sentiments in Turkish Politics: Th e Case of Radical Turkish Nationalism’, Turkish Studies, Volume 4, Issue 1 (2003), s. 133.

Portreler Dizisi 1 – Şükrü Kaya: Soykırım, İnkâr ve Asimilasyon

Portreler Dizisi 2 – Mahmut Esat Bozkurt: Kemalizme Giriş

Portreler Dizisi 3 – Şükrü Saraçoğlu: Almancı ve Türkçü Başvekil

Portreler Dizisi 4 – Ali Saip Ursavaş: Şeyh Said’i Astıran Urfa ‘Kahramanı’

Portreler Dizisi 5 – Sıdıka Avar: Bir Türkleştirme Misyoneri

Portreler Dizisi 6 – Celal Bayar: İttihatçı Bir Cumhurbaşkanı