Azınlık Vakıf Malları: Özel Mülkiyet ya da Ayrımcılık Meselesi

[ A+ ] /[ A- ]

zeyneptaskin15

Tuğçe KAYAAL

Son günlerde hükümet tarafından hayata geçirilen bir KHK ile 1936 Beyannamesi ve Türkiye’deki azınlık vakıflarının mallarının iadesi mevzusu yeniden tartışmaya açıldı ve Türkiye’nin her kesiminden konuyla ilgili farklı fikirler ve yaklaşımlar su yüzüne çıkmaya başladı. Beni bu yazıyı yazma konusunda harekete geçiren, Yurdakul Er’in sol.org.tr’de yayınlanan ve bir hayli ilginç gerekçelerle uygulamaya karşı olan ‘Türkiye Özel Mülkiyetle Böyle Bitecek’ adlı yazısından bahsetmeden önce, azınlık vakıfları malları meselesinin tarihsel arka planına kısaca bir bakmanın konuyu bir nebze olsun kafamızda şekillendirebilmek açısından önemli olacağını düşünüyorum.

Her şeyden önce, vakıflar ve azınlık malları meselesinin, basit bir mülkiyet sorununa indirgenmemesi gerektiğinin bilincinde olmak önemli ve gerekli bir başlangıç noktası bana göre. Bu konuda yürütülen politikaların arkasındaki asıl mantığın, İttihat ve Terakki hükümetinden itibaren, Anadolu’nun etnik olarak homojenleştirilmesi ve bu topraklarda ‘yerli’ bir burjuva sınıfının yaratılması olduğu, Taner Akçam gibi pek çok tarihçinin de çalışmalarında belirtmiş olduğu gibi artık bilinen bir gerçektir.

Her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da, görmek isteyen gözler için, Osmanlı’nın son döneminden Varlık Vergisi’ne, oradan 6-7 Eylül olaylarına ve hatta 1974 yılında Yargıtay kararlarıyla el konulan azınlık vakıf malları ile ilgili uygulamalara değin, yakın tarihimize kadar geçen süreçte, her ne kadar kişiler ve hükümetler değişse de, süregiden resmî devlet politikası bellidir ve aynıdır. Zaten, özellikle Osmanlı’nın son dönemi ve erken cumhuriyet döneminde bir hayli ermiş olan azınlık nüfusunun kalan kısmının da tasfiyesi ve bu kişilere ait malların da el değiştirerek oluşturulmak istenen yerli burjuva sınıfına peşkeş çekilmesidir asıl amaçlanan. Üstelik bu tasfiyeler, örnek olarak Varlık Vergisi uygulamasını göz önüne aldığımızda, her ne kadar başlangıçta üst sınıf azınlıkları hedeflemiş olsa da, bununla sınırlı kalmamış, sonrasında bu azınlık gruplarının proleter sınıfını oluşturan kesimler de devlet tarafından tasfiye edilmiştir. Vergilerini ödeyemediklerinden Aşkale kampına zor şartlarda altında çalıştırılmaya yollanan üst sınıf azınlık mensuplarına ek olarak, bahsettiğimiz proleter kesim de Ayhan Aktar’ın Varlık vergisi çalışmasında bahsettiği gibi, devlet tarafından sınır dışı edilmiş ya da göç etmeye mecbur bırakılmıştır.

Böyle bir noktadan yola çıktığımızda görüyoruz ki, bu topraklar üzerinde devletin yürüttüğü azınlık siyasetini sınıf siyaseti bağlamından kopuk ve ayrıksı bir şeymiş gibi düşünmek, pek de mantıklı ve iyi niyetli gözükmemektedir. Aksi takdirde, bugünün büyük burjuvazisinin birçoğunun nasıl zenginleştiğini açıklamak, bizim için bir hayli zorlaşacaktır. İşin sınıfsal boyutu, en az devletin milliyetçi güdülerinin bu politikalar üzerindeki etkisi kadar kritiktir.

1936 Beyannamesi’yle ilgili konuşmak istersek, bilindiği üzere, Lozan ile birlikte, her ne kadar dönemin yönetici elit sınıfı buna pek gönüllü ve istekli olmasa da, Türkiye’de kalan gayrimüslim nüfusun, Müslüman nüfus ile arasındaki eşitliği sağlamak için, devlet, gayrimüslimlere bir dizi kolektif hak vermeyi kabul etmiştir. Vakıfların bu süreçteki rolüne baktığımızda, Türkiye’deki gayrimüslimler, bu vakıflar aracılığı ile kendi anadillerinde eğitim alma özgürlüğüne sahip oldular. Fakat 1930’lardan sonra, daha önce de bahsettiğimiz gibi, 1934 Trakya Pogromu, Varlık Vergisi gibi uygulamalarla, gayrimüslim nüfusun büyük bir kısmı tasfiye edilmiş ve bu tasfiye operasyonunun bir parçası olarak da, 1936 Beyannamesi olarak da bilinen Vakıflar Kanunu ile azınlık vakıflarının bu tarihte yapacakları mal beyanı dışında yeni taşınmaz edinmeleri engellenmeye çalışılmıştır. Aslında bu uygulamalar bir anlamda Lozan ile azınlıkların sahip olduğu hakların da törpülenmesi anlamına geliyordu. Fakat 1950’lere gelindiğinde, devlet, azınlık vakıflarına çeşitli mahkeme kararlarıyla yeni taşınmaz edinme hakkı tanınmıştır.

Aralarında Hrant Dink’in olduğu, Ermeni çocuklarının kendi elleriyle inşa ettiği, Dink’in tanımıyla ‘Atlantis Uygarlığı’ olarak bilinen Tuzla Çocuk Kampı da bu dönemde kilise vakfı tarafından satın alınabilmiştir. 1974 yılına gelindiğinde ise, yani tam 38 yıl sonra, beyanname tekrar yürürlüğe konulmuş ve “Vakıflar, 1936 Beyannamesi’nde belirttikleri taşınmazlar dışında yeni mülk edinemezler” denilerek, azınlık vakıfları tarafından satın alınmış birçok taşınmaza, ki bunların içinde okullar ile hastanelere ait araziler de bulunmaktadır, devlet tarafından karşılığı ödenmeden el konulmuştur ve vakıflarca parası karşılığında satın alınan bu mallar ilk sahiplerine iade edilmiştir. Ayrıca, kişiler tarafından bu vakıflara miras yolu ile bırakılan taşınmazları da devlet vakıflardan geri almıştır.

Yurdakul Er’in başlangıçta bahsettiğim yazısında bende oluşturduğu ana fikre göre, bu malların iadesi, bu toprak üzerindeki halklar arasında ‘faşist bir boğazlaşmaya’ yol açacakmış. Demek ki kendisine göre, ne devletin bu topraklarda yaşayan gayrimüslim halklara karşı uyguladığı haksız uygulamaların önemi var, ne Tuzla’daki çocuk emeğinin, ne de zorla el konulan birçok okul binasının ya da hastane vakıflarının mülklerinin… Yazısının bir yerlerinde de özel mülkiyet meselesine de değinen Er’in aklına sosyalist mülkiyet düzeni, vakıf malları iade edilince gelmiş olsa gerek, yani özel mülkiyet kendisi için bu mallar ‘zengin Rum ve Ermeniler’e iade edilince mesele olurken, ‘yerli’ burjuvazinin elindeyken hiçbir mesele yoktur! Öyle ya, hiç şakaya gelmez, vatan bu, bölünüverir bir yerlerinden maazallah! Ayrıca, derdi bu kadar sosyalist ekonomi düzeni birisinin, sınıf siyasetine bu kadar ‘bağlı’ biri olarak, meselenin merkezine ‘vatanın bütünlüğü’ kavramını koyması bir hayli abestir. Belki de devlet tarafından yapılan bunca haksızlığın, bu topraklarda yaşayan bir kesime ‘ikinci sınıf vatandaş’ muamelesi yapılmasına yol açtığını kendisi bilinçli olarak görmek istememektedir. Sözde bu kadar ‘sosyalist’ bir ahlaka sahip birinin, en azından birazcık hak, hukuk ve eşitlik gibi kavramlara saygı duyup, böyle bir yazıyı kaleme alırken hiç değilse bir miktar düşünmesi gerekir. He, eğer ki bu tarz kavramlar kendisine azınlıklar söz konusu olunca yabancıysa, buna biraz yer açması yine kendisinin faydasınadır.

Ama kendileri rahat olabilirler, çünkü bu vakıf mallarının iadesi ile ilgili son uygulamada, benim hiçbir zaman var olduğuna inanmadığım AKP hükümetinin ‘samimiyet’ derecesini çok iyi bir şekilde gösteren ciddi açıklıklar bulunmaktadır ve bu da iadelerin gerçekleşmesiyle ilgili önemli sorunlar teşkil etmektedir. Şu bilinen bir gerçektir ki; hükümetler değişse de, devletin azınlıkları da kapsayan ezilen halklara karşı politikası bellidir. Vakıf mallarının iadesi meselesinde ise, öncelikle vakıflara 12 ay kadar kısa bir başvuru süresi tanınmıştır ve son KHK ayrıca 36 Beyannamesi uyarınca eski sahibine iade edilen mülklerin tazmin edilmesini ön görmüyor. Hâlbuki, Tuzla Çocuk Kampı ve Bomonti Mıhıtiryan İlkokulu binası eski sahipleri tarafından satıldığından, vakıflara iadesi de mümkün görünmemektedir. Tüm bunlara ek olarak, AKP’nin böyle bir uygulamaya adım atmasının nedenini de kendi çıkarları oluşturmaktadır. Buna AB üyeliği mevzusu, AİHM baskısı gibi pek çok şeyi örnek verebiliriz. Fakat tüm bunların ötesinde, bu vakıf malları için yıllardır vakıflarca verilen bir mücadele de ortadadır ve bana göre bu son uygulama AKP hükümetinin bir ‘lütfu’ değil, zaten yerine getirmek zorunda olduğu bir sorumluluğudur.

Kim bilir, belki de işine gelince ‘Kürt ve Türk halkının çok kutsal gerekçelerle dinci ve milliyetçi bir delirium’a düşeceğini savunanlar için, ‘bölünmez’ kabul edilen vatan toprağından ziyade, asıl gerekli önemi o toprağın üzerinde yaşayan halklara vermenin zamanı gelmiş de geçiyordur herkes için…

KAYNAKÇA:

1- Agos, sayı 804, 9 Eylül 2011
2- Er, Yurdakul, ‘Türkiye Özel Mülkiyetle Böyle Bitecek‘, sol.org.tr
3- Kurban, Dilek ve Hatemi, Kezban, Bir Yabancılaştırma Hikâyesi: Türkiye’de Gayrimüslim Cemaatlerin Vakıf ve Taşınmaz Mülkiyet Sorunu, TESEV.
4- Aktar, Ayhan, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, İletişim Yayınları.