Baskın Oran’a, Susmanın ve Görmezden Gelmenin Nedenleri Üzerine

[ A+ ] /[ A- ]

BİA Haber Merkezi
Ülkü ÖZAKIN

Oran’a göre Sevan Nişanyan’a bu ortamda ses çıkarılması yersiz ve sakıncalı. Agos’un yeri biz feministler için gerçekten farklı. Oran’ı kadınların ve eşcinsellerin mücadelesinde bizlerden öğrenmeye davet ediyoruz. Kadına her tür şiddette kadından yana olmaya devam edeceğiz.

Örneğin, seçim konuşmalarından birini yaparken dinleyiciler arasından birisi Hillary Clinton’a “Sen git de benim gömleklerimi ütüle” diye bağırıyor. Bu duruma basın ve televizyonlarda fazlaca tepki verilmiyor. Oysa, diyor Morgan, birisi çıkıp da Obama’ya “sen git de benim pabuçlarımı parlat” deseydi (yani ırkçı bir imada bulunsaydı) yer yerinden oynardı. John McCain’e “Dişi köpeği (bitch) nasıl yeneceğiz?” diye sorduklarında, McCain kahkahalarla güldükten sonra “Mükemmel bir soru” diyerek cevap vermiş. Oysa, diyor Morgan “siyah piçi nasıl yeneceğiz?” diye sorsalardı yer yerinden oynardı.
Ayşe Kadıoğlu’nun “Kadınlar ve Siyaset” makalesinden.

Son birkaç haftadır Sevan Nişanyan’ın eşine uyguladığı şiddete tepkilerle, özellikle Etyen Mahçupyan ve en son olarak da Radikal İki’de Baskın Oran tarafından büyüteç altına alınan “kötü” feministler adına bir yazı yazmak gereğini hissettim.

Kadın konusunu tartışmaya açınca…
Feminizm, son iki yüzyıldır gerek birçok kadının hayatına mal olan mücadelelerle gerekse eşitsiz dünyayı toplumsal cinsiyet kavramını geliştirerek analiz eden önemli düşünsel çabalarla, kendini akademide kabul ettirdi.

Artık sadece kadınlarla ilgili konularda değil her konuda feminizmin sözüne saygı gösteriliyor. Bunun yüzü suyu hürmetine, bizim entelektüellerimiz de, entelektüel olabilmek adına, feminizme saygı duymaya başladılar. Ama tabii bir şartla: Feminizm hep teorinin ve eylemin kadın sorunu ötesine doğru genişleyen çeperinde kalıp, artık geri kafalılık olarak gördükleri şu kadın sorununa el atmadıkça. Entelektüel olarak eserlerine saygı duydukları feminist kadınları şahsi olarak tanısalardı, içlerinde yeterince mücadele etmedikleri kadın düşmanlığı ve sorgulanmamış cinsiyetçilikleri yüzünden, o zamanın erkeklerinden çok farklı davranacaklarından şüpheliyim.

Hrant için yürüyen yüzlerce feminist, bizim entelektüel erkeklerimize göre doğru yoldaydı, ama feminizmin çekirdeğinde yer alan kadın konusunu tartışmaya açınca bu kez feministlerin sırtları sıvazlamadılar, hemen bir erkek dayanışması kuruldu ve kadınlar hakaretlere uğradılar, şiddeti uygulayan savunuldu, cinsiyetçilik tartışmasını açanlar istifaya zorlandılar.

Feministler için Agos’un değeri
Biz feministler için Agos, anma töreninde Hrant’ın sesinden izlediğimiz kaydındaki “Kadınlar, eşcinseller de özgür olmadıkça Ermeniler özgür olmuş neye yarar, ben mutlu olmam” sözüdür. Agos, her türlü ayrımcılığa, şiddete karşı kadınlar için, Etyen Mahçupyan’ın, bir TV kanalında “Agos özel bir işletme, bu kadınlar ne hakla karışıyorlar?” dediği yer değil; barışın, ütopyanın peşinde, canımız kadar değerli, umutla okuduğumuz sevgili gazetemizdir.

Bilgi Üniversitesi bizim için aynı önemde değilken, Agos’un yeri biz feministler için gerçekten farklı(ydı).
Nişanyan’ın Bilgi Üniversitesi’nde hala ders vermesi vicdanımızı aynı şekilde sızlatmaz ama kavanozlu şiddetin en son uğrayacağı yer olacağını düşündüğümüz Agos’ta çalışan kadın arkadaşlarımızın, bu eylemi planlayıp gerçekleştiren biriyle ofislerinde yüz yüze geldiklerinde hissedecekleri, bizi yakından ilgilendiriyor.

Başka bir dünya umudunu biz kadınlar için, ne yazık ki son zamanlara kadar, tutarlı bir şekilde yaşatan Agos’un, kadınların bu konudaki uyarısıyla her zamanki doğru konumu -bu kez cinsiyetçiliğe karşı- alacağına dair umudumuz güçlüydü.

Mahçupyan’ın haftalardır sürdürdüğü çarpıtma ve düşmanlık dolu yazılarına karşın, on gün kadar önce aramızdan arkadaşlar Agos temsilcileriyle görüşmeye ve derdimizi bir kez daha anlatmaya gittiler, ama sonuç yine malum…

“Asıl” amaç ve ses çıkarmamak
Etyen Mahçupyan’a göre, Agos aboneliğini, yazarının cinsiyetçiliğiyle yüzleşmesini yapana kadar askıya alan birkaç arkadaşımızın ve Nişanyan’ın yazılarını bir süre gazetede görmek istemiyoruz diyen kadınların “asıl” amaçları, Nişanyan’ın kitabına karşı bir komplo başlatmaktı; Radikal İki’deki yazısında Baskın Oran’a göreyse Nişanyan’a bu ortamda ses çıkarılması yersiz ve sakıncalı. Oran, Müjde Nişanyan’ın mektubunda olayın basına yansımasına üzülmesine ne kadar büyük saygı duyduğunu yazıyor.

Baskın Oran, yazısında Ermeni bir yazarın ezilmesi tehlikesine karşı, kadınlar fazla ses çıkarmamalıydı derken, aynı yazıda solun büyük çoğunluğu niye Ergenekon’a karşı ses çıkarmıyor, anlayamadığını söylüyor ve suçluyor. Aynı mantıktan olmasın?

Bizimkilere zarar verecekse bazı şeylerin üstü örtülebilir mantığı çok ilginç bir şekilde aynı yazıda hem övülüp, hem yeriliyor çünkü.. AKP’lilerin yolsuzluk dosyalarını ele almamaları da aynı oranda bu mantıktan.. Benzer bir ses çıkarmama, Mahçupyan’ın Nişanyan’a ne pahasına olursa olsun ses çıkarmamasında yok mu peki? Bizimkiler yaptıysa görmezden gelelim!?

Baskın Oran’ın 22 Temmuz seçim kampanyasının “Herkes bir ötekini savunacak” ilkesinde erkeklerce uğradığı şiddete karşı kadınların savunulması da yok muydu yoksa? Ortak adayımız kadınları, ancak şiddet uygulayan erkekleri alttan alan, olgun konumlarına sıkıştırarak takdir eden bir aday mıydı?

Kadınlar listenin sonunda
Baskın Oran’ın yazısında bahsettiği aday tanıtım toplantısında, Kürtler, gayrimüslimler, sosyalistler, işçiler dedikten sonra, bunların içinde kadınlar (ve eşcinseller ve travestiler) kendi özgün ve iki kat ezilmelerine yol açan sorunlarıyla yokmuş gibi, en sonda, ezilen cinsel kimlikler başlığı altında kadınların sayılmasını -en azından kategorik olarak- yadırgadım.

O maddeye gelince, önceki maddelerde hep erkeklerden bahsedildiğini mi anlamamız gerekiyordu?
Dünyanın yarısını oluşturan, cinsel kimlik yerine (burada ezilenin ezilme gerekçesi olarak ortaya çıkan) bizce çok somut olarak erkek egemenliği yüzünden her alanda ezilen, sömürülen kadınları ayrı olarak tek maddede ele almayı gerekli bulmamış olan adayımızın eğer seçilseydi, kadınlarla kadınlar için neler yapmak isteyeceği büyük bir merak konusu gerçekten.

Homofobi yüzünden çok çeşitli sorunlar yaşayan eşcinsellerle kadınları listenin en sonuna ve tek bir maddeye koymasının nedeni, Baskın Oran’ın hayatın bütün alanlarına sinerek, o eleştirdiği bütün ideolojileri besleyen ataerkilliği ve LGBTT bireylerin hayatını karartan “heteroseksizm”i yeterince önemsememesi değil mi?

Sadece cinsel kimlik olarak, “bakın unutmadık” demek için en alttaki bir maddede yer vermek zorunda hissetmediğine nasıl inanalım?

“Özel olan politiktir”
Yazısından da ortaya çıkan bir diğer gerçek de şu ki, eskinin ünlü korunmaya muhtaç kesimler, “kadınlar ve çocuklar” ifadesinin yerine artık “kadınlar, eşcinseller, travestiler” geçmiş. Dünyanın yarısını oluşturan kadınların ezilmesiyle bağlantılı sorunların cinsel kimliğe sıkıştırıldığı bu maddede ataerkil ideoloji ve erkek egemenliğiyle mücadele iradesini siz algılayabiliyor musunuz? Ayrıca kadın hareketinin en önemli çıkış noktasının “Özel olan politiktir” olduğundan bihaber, hatta yazısında tam tersini öğütleyerek nasıl savunacaktı Sayın Oran biz kadınları?

Kampanyadan önce Oran’ın, örgütlü kadınlarla toplantı yaptığını hiç duymadım, bu nasıl bir kadın hakları savunuculuğu iddiası? Kadın savunulacaksa onu da biz savunuruz durumu, onlardan iyi biliriz mantığı kendini gösteriyor. “En son maddede de onlar yer alsın, eksik kalmasınlar, onları da kapsayarak daha ilerici görünürüz” düşüncesinin ne kadar dışına çıkılmıştır? Feministleri eşcinsel ve travestileri küçümsemekle suçluyor, ama biz seçim sonrası Eşcinsel Onur Yürüyüşü’nde göremedik kendisini?

Sessiz kalmak istemiyoruz
Biz feministler, kendini eğittiğinde, hemcinsiyle bağlarını koparıp sadece genel ve yukardan siyaset yapan kadınlar olmanın kolaylığını istemiyoruz. Erkek işçinin ezileninin evinde dövdüğü kadın olduğunu, kadın işçinin erkeğin yarı fiyatına çalıştığını, dünya üzerinde verilen emeğin yüzde yetmişini üretirken malların sadece yüzde birine sahip olduğumuzu unutmadan politika yapıyoruz.

Örneğin, Kürt kadınlarının “daha büyük Kürt siyasetine zeval gelir ve toplumda hepimize karşı ırkçılık yükselir” diye “kol kırılır yen içinde kalır” deyip sessiz kalmasını (Baskın Oran gibi) istemiyoruz.

O kadınların, ancak ırkçılığı sorgulamış olduğunu bildikleri feminist kadınlara güvenerek uğradıkları ev içi şiddete karşı seslerini duyurmaları için dayanışıyor, eğitimli kadının da çok farklı durumda olmadığını çok iyi bilerek, her yerden gelecek kötülüğe karşı, birlikte, alnımız ak mücadele ediyoruz.

Sizin istediğiniz gibi sadece feminizmin akademik çevrelerde gördüğü saygıya atfen (hangi mücadelelerle elde edildiğini unutup) saygı görmeyi kendine uygun gören kadınlar olmayacağız.
Çerçevesini genişleten feminizmin kadın konusu dışındaki çeperlerinde konuşup eyledikçe erkeklerden saygı gören, sırt sıvazlanıp “aferin”i lütfettikleri bizler, feminizmin çekirdeği olan ve toplumlarda en yaygın şiddet türü olduğu halde (giriş bölümündeki alıntıda çok güzel anlatıldığı şekilde) bilince çıkarılamayan kadına ayrımcılık konusunu gündeme almayı sürdüreceğiz.
Siz “geri kafalılık” saysanız da, kadına yönelik her tür şiddette kadından yana olmaya devam edeceğiz. Her gün, üçüncü sayfa haberlerinde karşımıza çıkan çeşitli gerekçelerle öldürülen kadınları, “bir cinnetin kurbanı” ve kendi de “kader kurbanı”, hasta “insanlarca” (erkek demek de yanlış size göre) öldürülmeleri olarak görmemiz tavsiyenize de karnımız tok.

Bilerek çarpıtma
Kadınların asıl amacının, Nişanyan’ın kitabına karşı milliyetçilerle işbirliği olduğu yönündeki iddialara karşı, bunun bir paranoya ya da konjonktüre sığınıp olayın bilerek çarpıtılması olduğu dışında ne söylenebilir ki?
Şimdiye kadar olduğu gibi, feministler, sadece kadınların inanılmaz derecede büyük sorunlarında değil, ataerkilliğe akraba ideolojilerin ezdiği dünyanın diğer ezilenleriyle dayanışmasını sürdürecektir. Ama ezilenin de bir ezileni olduğunu hep aklımızda tutarak…

Barış isteyen Kürtlerin mitinglerinde, Lambdaistanbul’un kapatma davalarında, LGBTT Onur Yürüyüşleri’nde, 1 Mayıs’larda, Tuzla’da ve elbette Hrant Dink cinayeti davalarında, katilleri azmettirenlerin bulunması için yürüyüşlerde yer almaya; ataerkilliğin kardeşi milliyetçiliğin, Susurluk ve Ergenekon’ların, erkek egemenliğinin en örgütlü ve korkunç hali olan militarizmin karşısında olmaya tabii ki devam edeceğiz.

Öğrenmeye davet
Baskın Oran’ıysa, seçilmemiş olsa da, kadınların ve eşcinsellerin mücadelesinde bizlerden öğrenmeye davet ediyoruz. Birkaç yüzyıl önce, entelektüel erkekler arasında en önemli akademik felsefi tartışmanın, “Kadın insan mıdır?” olduğunu, geldiğimiz noktadaysa, bu konuda o zamandan ancak biraz ileride olduğumuzu unutmadan, her erkek kendisini cinsiyetçiliği konusunda çok ciddi biçimde sorgulamadığı sürece, bunun hiç de öyle geçmiş, kapanmış bir düşünce olmadığını bilerek mücadele ediyoruz.

Bu yüzden, üstlerine yapışan toplumsal erkekliklerini, şiddet ve ayrımcılığın suç ortağı olma durumlarını sorgulamak amacıyla yola çıkan “Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi”nin açıklamaları bize umut veriyor. Kadınları desteklemeyi samimi olarak isteyen her erkeğe bu tür bir sorgulama öneririz. (ÜÖ/TK)