Daha Değerli Neyiniz Var?

[ A+ ] /[ A- ]

Pınar ÖĞÜNÇ
Radikal Gazetesi

Şimdiye kadar başlığı ‘Sözün bittiği yer’ olan yüzlerce yazı yazıldı. Bakıyorum, yazı kocası, sevgilisi tarafından öldürülen kadınlar için… ‘Benimle değilse yaşamasın’ diyen erkekler ‘sevdikleri’ kadınları öldürmüşler. O yere bazen de kardeşi, babası, yakın bir akrabası tarafından kadınlar kurşunlandığında gelmişiz.

Tartışmasız biçimde şimdiye kadar ‘sözün bittiği yer’ en fazla içinde ‘şehit’ geçen haberlerde, köşe yazılarında kullanıldı.
Sözün bitmesi ne demektir? “Pes artık!” mı? “Bunun üzerine söyleyecek laf bulamıyorum” mu? “Bunun üzerine ben artık hiçbir şey demem” mi? Ne acıdır ki, ‘sözün bittiği yer’ klişesi, tam da sözün başlaması gereken yerlerde kullanılır. Gazeteler ‘o an’ fotoğraflarıyla dolu.

İnsanların, çocuklarının ölüm haberini aldığı o saniyenin fotoğraflarıyla… Onlar acılarından ayakta duramazken, o saniye ölmeyi yeğleyecek anneler yerlerde yuvarlanırken fotoğraflarını çeken gazetecilerin farkında değiller. Gözleri dünyayı mı görüyor? Ama işte babalar üniformalı kollarda yerden kaldırılmaya çalışılırken, okul üniformalı küçücük kızlar dayıları için kıvranarak ağlarken, anneler ölen oğullarının ardından kızlarına sımsıkı sarılırken flaşlar patlıyor karşılarında. Haberi getiren askerler daha sokağa girdiği anda, pencereden bakarken, insanlar daha hiçbir şey bilmiyorken ama tam da bundan korkarken çekmişler Fevzi’nin ailesini. Çünkü ertesi gün ‘sözün bittiği yer’ dememiz için bu fotoğraflara ihtiyaç var.

Hep böyle olur. Bir ay önce nişanlanmıştır. Üç ay sonra evlenecektir. İki ay önce ilk çocuğu doğmuştur. Evet, insan denilen canlının hayatı böyle… Nişan, düğün fotoğraflarına ihtiyaç vardır. Çünkü ‘misliyle’ verilecek cevaplar, alınacak ‘intikamlar’ için bu belgeler lazımdır.

Çocuklarının, eşlerinin, ağabeylerinin öldüğü haberi böyle mi verilir insanlara? Kameralar ve objektifler karşısında?

Öldüreceksiniz ve bitecek mi?

Hemen balkonumuza bayrak asalım, ‘profil resmimizi’ değiştirelim, kimler kınamış bakalım, birkaç teröre lanet cümlesi yazalım. Neden? Çünkü içimiz yanıyor, çünkü çok üzüldük, değil mi? İçinde insanlık kırıntısı olan biri nasıl üzülmesin tek gecede ölen onca insana?

Ama işte ezber bir yas oyununa girişenler, ‘operasyon değil katliam’ isteyenler, siz emin misiniz gerçekten üzüldüğünüze? Birer birer öldüreceksiniz ve bir günde bu iş bitecek mi? Samimiyetle buna mı inanıyorsunuz gerçekten? Üç hafta sonraya saralım kaseti, ne bileyim belki iki aya… İsmi Mesut değil de Orhan olan bir gencin annesi daha böyle feryat ederken fotoğraflandığında, ismi Ufuk değil de Zeynel olan başka bir gencin ölüm haberiyle babası kendini yere attığında, üzerinize aldığınız sorumluluğun farkına varacak mısınız? ‘Operasyon değil, katliam’ isterken şu an hayatta olan, iki hafta sonra nişanlanacak, üç ay önce çocuğu doğmuş erlerin ‘en son annesine şunu demişti’ haberlerini okumaya içiniz elverecek mi?

İki ay kadar önce Roni Margulies “Ben bir Türkiye vatandaşı olarak PKK’den, Kandil’den filan talepte bulunamam. Bulunmam. Ben, ülkemi yönetmek üzere seçilmiş olan hükümetten talepte bulunurum. Benim şikâyet ve talep merciim, bu halkı (ve bu arada beni) temsil ettiğini iddia eden hükümettir. Ve ben, bu halkın çoğunluğu gibi, barış talep ediyorum. Savaş değil” diye yazmıştı. Öyle zamanlardayız ki, hâlâ barış isteyebilmek için çok inatçı olmak gerekiyor. Bunda direnenler var, ama o kadar azız ki… Yanımda taşıdığım ‘Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanı’ aramızdaki bir aktin işaretidir; bizim DE söylediğimizi dinlemek görevini yükler. PKK beni niye dinlesin? Bizi niye umursasın?

Şurası net: Hükümet tarafından derhal barışa doğru somut bir adım atılmazsa, iki gün, üç hafta ya da beş ay sonra ölecek o erler, kim bilir belki siviller, hepsi şu an hayatta. Yaşıyorlar. Ve benim onların canından daha değerli bir şeyim yok hayatta. Sizin var mı?