Deniz Yücel: Erdoğan’ın sorumluluğunda işkence gördüm

[ A+ ] /[ A- ]

Deutsche Welle Türkçe

Türkiye’de “terör örgütü propagandası” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamalarıyla tutuksuz yargılanan Alman ve Türk vatandaşı gazeteci Deniz Yücel, yargılandığı dava kapsamındaki savunmasını Berlin TiergartenAsliye Mahkemesi’nde yaptı.

Türkiye’deki yetkili mahkeme iki ülke arasındaki Cezai Konularda Karşılıklı Adli Yardım Anlaşması kapsamında Yücel’in savunmasını Almanya’da da yapabileceğini belirtmişti. Bunun üzerine Yücel savunmasını Berlin’de yaptı.

Türkiye’de bir sonraki duruşma tarihi 16 Temmuz olarak belirlenen Yücel, Almanya’daki savunmasının tam metnini mahkemeye Türkçe olarak da iletti. Yücel, bu şekilde savunmasının çeviriden dolayı farklı ifadelere yol açma riskinin önüne geçmeyi hedefliyor.

Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri olarak görevliyken Türkiye’de tutuklanan ve bir yıl Silivri Cezaevi’nde kalan Yücel savunmasında, gözaltına alınışı, tutuklanması ve cezaevindeki koşullarına ilişkin ayrıntılara yer verdi.

“O gün ilk kez darp edildim”

Yücel savunmasında, cezaevinde gördüğü fiziksel ve psikolojik işkenceyi anlattı ve “Bu yüzden, burada ilk defa alenen söylüyorum: Ben, Silivri 9 No’lu cezaevinde üç gün boyunca işkenceye maruz kaldım. Belki Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ya da yakın çevresinin talimatıyla, ama her hâlükârda onun tarafından hedef gösterilerek, onun sorumluluğunda işkence gördüm. Öyle ya da böyle yaşadıklarımın bir numaralı sorumlusu, Recep Tayyip Erdoğan’dır” ifadelerine yer verdi.

Gazeteci Yücel, cezaevinde gördüğü işkenceyi detaylandırdığı savunmasında, kendisine yönelik psikolojik ve fiziksel şiddettin dozunun günden güne arttığını belirtti. Yücel, “3 Mart Cuma ve tekrar 5 Mart Pazar (2017) günü Cumhurbaşkanı’nın beni hedef göstermeye başlamasıyla, 6 Mart Pazartesi günü, beni avukat görüşüne götürmek üzere altı gardiyan kapıma geldi. (…) Bu grup, üst aramayı, o ana kadar hiç karşılaşmadığım bir kabalıkla yaptı. “Vatan haini”, “Alman ajanı” gibi hakaretlerle hitap ediyor, Cumhurbaşkanı’nın hakkımda sarf ettiği hakaretleri tekrarlıyorlardı” ifadelerini kullandı.

Gardiyanların sürekli sözlü tehditlerine maruz kaldığını belirten Yücel, kendisine “Bunun odasına girelim biz… Evet, hiç beklemediği bir zaman girelim” denildiğini ve bunun üzerine birkaç saat sonra aynı ekibin hücresine girdiğini belirtti.

Şiddetin dozunun giderek arttığını belirten Yücel, işkence gördüğü günü ise şöyle anlattı: “O günkü durum ise farklıydı. Yine aynı altı kişi gelmişti, eşyalarımı dağıtıyor, sakladığım birkaç gazete kupürünü – ki elimde o anda manevi değer taşıyan tek şey buydu – çöpe atmaya zorluyor ve yine küfürler savuruyorlardı. Ve hücrelerde, koridorlardan farklı olarak kameralar olmadığı için ayaklarıma tekmeler, göğsüme ve sırtıma atılan yumruklarla ilk kez darp edildim.”

Yücel üçüncü sefer işkencenin dozunun daha da arttığını belirterek, “Nitekim üçüncü gün şiddetin miktarı tekrar yükseldi ve yüzüme vuruldu ve kameraların olmadığı merdivenlerde, duvara itilip kafama atılan yumruklarla darp edildim” sözlerine yer verdi.

“Sayın Merkel’in Deniz Yücel’e ne kadar değer verdiğini biliyoruz”

Die Welt çalışanı, savunmasına gözaltına alınışından itibaren yaşadığı süreci de aktardı. Hakkında yakalama kararı olduğunu öğrendikten birkaç gün sonra kendi rızasıyla 14 Şubat 2017 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğini aktaran Yücel, “Dönemin Almanya Başkonsolosu Georg Birgelen eşliğinde Vatan Caddesi’ne gittiğimde, bizzat İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan tarafından kabul edildik. Makam odasında çay içerken, ‘Deniz Bey Almanya için çok önemli olmalı’ ya da ‘Sayın Merkel’in Deniz Yücel’e ne kadar değer verdiğini biliyoruz’ gibi göndermeli sözler sarf etti. Bu sohbetten bir süre sonra, ifademi emniyette değil, savcılıkta vereceğimi beyan ettim. Ve gözaltına alındım” ifadesini kullandı.

Yücel, kendi isteğiyle gittiği emniyette gözaltına alınış sürecine de yer verdiği savunmasında, “120 kişiye tek bir duşun düştüğü bir ortamda, 7 metrekarelik hücrede bir-iki kişiyle tam 13 gün tutuldum. Her gün rapor almak üzere hastaneye götürüldüysem de, oradaki hekimlerin çoğu yüzüme bakmadan ‘Darp var mı?’ diye sorup geçmek istediler. Bu kötü koşullarda rahatsızlandığımda muayene edilmek için mücadele vermek zorunda kaldım” sözlerine yer verdi.

Dönemin Enerji Bakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın e-posta hesaplarının Redhack adlı bilgisayar korsanları tarafından hacklenmesi ve basına sızdırılmasıyla ilgili olarak hakkında “bilişim sistemine hukuka aykırı olarak girme ve orada kalma” gibi suçlamalarla yakalama kararı çıkarıldığını belirten Yücel, İstanbul Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz tarafından ifadesi alındığında, kendisine bu suçlamalara yönelik soru sorulmadığını söyledi.

“Onurumla ve vicdanımla sarf ettiğim emeğe saygısızlık etmeyeceğim”         

Yücel, bunun yerine Türkiye muhabiri olduğu Die Welt gazetesinde yayımlanan kimi köşe yazıları ve haberleri suç unsuru sayılarak karşısına çıkarıldığını belirtti.

Gazeteci savunmasında, “Ben, yaptığım işin neden genel gazetecilik standartlarına uygun olduğunu, burada açıklayarak kendimi küçük düşürmeyeceğim, onurumla ve vicdanımla sarf ettiğim emeğe saygısızlık etmeyeceğim, haberlerimi, izlenim ve köşe yazılarımı hukuk nezdinde savunma mecburiyetindeymişim gibi davranmayacağım. Gazetecilik değil, gazeteciliği suç saymak suçtur” dedi.

Çevirilerde art niyet de söz konusuydu”

Yücel savunmasında, savcının kendisine sunduğu ve suç unsuru sayılan yazılarına yönelik Almanca’dan Türkçe’ye yapılan çevirilerin de hatalı olduğuna dikkat çekti. Yücel, “Çeviri hatalarıyla doluydu. Ayrıca, bazı önemli kısımlar anlamı çarpıtacak şekilde atlanmış, başka bir yerde orijinalde olmayan ibareler eklenmişti. Ve tüm hatalar istisnasız aleyhime işliyordu. Yani sadece dil eksikliği değil, aynı zamanda art niyet söz konusuydu” dedi. Yücel ifadesinde bu konuda iki de örneğe yer verdi:

“Türkiye’de Kürt vatandaşlarının maruz kaldığı ayrımcılığı ve eşitsizliği eleştiren ‘Kürt anasını görmesin’ fıkrasını aktarmıştım. Savcı, tutuklamaya sevk kararında, ayrımcılığı eleştiren bu fıkrayı, utanmadan ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme’ suçu olarak değerlendirdi. Bu gülünç durum bir yana, ‘Almanya’da Almanca olarak yayımlanan bir yazımla hangi halkı, nasıl kin ve düşmanlığa tahrik etmişim?’ sorusunu da cevapsız bıraktı.”

“Savcı, ‘Abdullah Öcalan’a ‘PKK Başkomutanı’ demişsin’ dedi. ‘Hani nerede?’ diye sordum. Bana Almanca orijinal makalemi verdikten sonra yazımdaki ibareyi gösterdim ve dedim ki, ‘Burada ‘PKK-Chef’ yazıyor. Almanca ‘Chef’ kelimesinin Türkçe karşılığının ‘Başkomutan’ değil, ‘şef’ olduğunu anlamak için Almanca bilmek gerekmez.’ Boş gözlerle baktı. Ve tutuklama talebine, orijinal makalemde ‘Başkomutan’ kelimesini kullandığımı yazdı.”

“Mesele tek kişilik hücrede kalmam değildi”

Yücel savunmasında, tek kişilik hücrede yaşadıklarına da yer verdi. Gazeteci, sorunun tek kişilik hücreye alınmasının değil OHAL ile birlikte haklarının tümüyle elinden alınması olduğuna dikkat çekti: “Olağanüstü Hal ile, diğer tutuklularla bir araya gelip sosyalleşme, sohbet etme, spor sahasını ortak kullanma gibi haklar tümüyle askıya alınmıştı.”

Yücel tutuklanmasının arkasında siyasi bir amaç olduğunu söylediği savunmasında, “Günümüz Türkiye’sinde bizzat Cumhurbaşkanı’nın ‘Şu anda içeride; bu süreç böyle devam edecek’ dediği kişi hakkında, Erdoğan’ın onayını almadan iddianame hazırlayabilecek bir iddia makamı, karar verebilecek bir mahkeme var mıdır? Elbette yoktur” şeklinde konuştu.

İktidar tarafından hedef gösterildim

Mayıs 2015’te Die Welt gazetesi adına dönemin Şanlıurfa Valisi’ne bir basın toplantısında soru sorduğu için gözaltına alındığını da hatırlatan Yücel,  bir başka tarihte dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Ankara’da yaptıkları basın toplantısında sorduğu ve Türkçe’ye yine eksik ve yanlış çevrildiğini belirttiği bir soru nedeniyle “iktidar ve medyası tarafından hedef gösterildiğini” söyledi.

Peki tüm bunların amacı neydi?

Yücel, tutuklanmasıyla birlikte Almanya ile Türkiye arasındaki gerginliğin daha da tırmandırılmak istendiğini ve hükümetin Anayasa değişikliği referandumu kampanyası için malzeme elde etmek istediğini ifade etti. Gazeteci, cezaevinde gördüğü işkenceyi o dönem, bu malzemelere katkı sağlamamak adına dillendirmediklerini ve farklı bir strateji izlediklerini aktardı.

Yücel savunmasında, “Tam da bu yüzden avukatlarımla farklı bir strateji izlemeye karar verdik. Provokasyona gelip karşı tarafın istediği gibi mevzuyu kamuoyuna taşımak yerine, önce politik ve diplomatik yollarla çözüm denedik. Hem Alman hükümeti üst seviye temsilcilerini hem de Türkiye’den bir siyasetçiyi aracı olarak devreye soktuk” ifadesine yer verdi.