Geri Bırakılmışlığın Gerçek Tarihi

[ A+ ] /[ A- ]

Ayşe GÜNAYSU
Özgür Gündem

Türkiye’nin “geri kalmışlığı”, daha doğrusu “bıraktırılmışlığı” üzerine ciltlerle kitap yazılmıştır. Ama yüzyılın başında Anadolu nüfusunun yüzde 20’den fazlasını oluşturan Hıristiyan halkların meslekleri ve üretimleriyle birlikte yok edilmesinin, üretim altyapısının tahribinin ekonomik gelişmenin doğal akışını nasıl sekteye uğrattığı, sermaye birikimini, ticaret burjuvazisinin sanayi burjuvazisine dönüşümünü nasıl bıçakla keser gibi durdurduğu üzerine akademik ya da gayrı-akademik bir çalışma yapılmadı. Türkçe soykırım literatüründe elbette değinildi ama bunu başlı başına konu alan bir çalışma bilebildiğim kadarıyla yok.

Şimdi, bu bağlamda, Uğur Ümit Üngör ve Mehmet Polatel’in geçen hafta bahsettiğim ‘Confiscation and Destruction’ (El Koyma ve İmha) başlıklı kitabından sayfalar çevirmeye devam edelim.

Diyarbekir’in Hıristiyan nüfusunun imhası, şehrin ekonomisini de çökertti. Örneğin Süryaniler ve Ermenilerin geliştirdiği ve verimli kıldığı, bölge ekonomisinin önemli bir sektörünü oluşturan şarap üretimi 1915’le birlikte yok oldu. Diyarbekir’in simgesi ‘Puşi’ler de aslında Süryani ve Ermeni dokumacıların ürünüydü ve kırmızı pamuklu kumaştan dokunuyordu. Soykırım sonrası puşi üretimi durdu. Çok sonraları Kürt dokumacılar tarafından yeniden üretimine başlandı ve artık var olmayan Ermeni komşularının geleneği canlandırılmış oldu.

Ama daha önemlisi bakırcılık sektörüne vurulan darbeydi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde şehirde 230 bakır atölyesi vardı ve yılda 65-70 bin kilo kadar bakır üretiliyordu. Bu işten geçimini sağlayan 600 usta ve işçinin tamamı Hıristiyandı. Sektörün kâr oranı da yüzde 25-30 arasındaydı. Tehcir ve katliamların ardından vilayette yalnızca 30 atölye kaldı ve üretim 1915 öncesi seviyesinin yüzde beşine düştü.

Bakır madenciliğinde de Ermeniler ağırlıktaydı. Ergani-Maden’deki bakır madenlerini İgnatiosyan ailesi işletiyordu. Palu yakınlarındaki bakır madenlerinin imtiyaz sahibi de Khazaros Çınaryan’dı. Madenli Ermenilerin imhası, Maden kazasının ekonomisinin de çöküşünü beraberinde getirdi. Çünkü tek bir madenci bile kalmamıştı. Üngör ve Polatel anlatıyor:

Alman ordusunda paralı asker olarak görev yapan, Van ve Bitlis Ermenilerinin katliamına tanık olan, Diyarbekir’e geçtiğinde de Vali Dr. Reşit’le baş başa konuşma olanağını bulan ve Talat Paşa’nın Vali Dr. Reşit’e bizzat katliam emrini verdiğine tanıklık eden Venezuela’lı subay Rafael de Nogales Mendez, 27 Haziran Ergani-Maden kazasında bakır madenlerinde çalışmaların devam ettiğini yazmış. Ama yazın sonlarına doğru bölgeyi bir baştan öteki başa dolaşan Avusturyalı general Josef Pomiankowski Ermenilerin imhasıyla birlikte “Ergani’nin paha biçilmez bakır cevheri yataklarının öylece başıboş bırakıldığına ve madenlerin tümüyle atıl kaldığına” üzüntüyle tanık olduğunu aktarıyormuş. Üngör ve Polatel kitaplarında ekonomist Zülküf Aydın’ın, Ergani’nin ekonomisi üzerine gerçekleştirdiği ayrıntılı çalışmasında aktardığı, Ergani köylerinin önde gelen Kürt ticaret erbabından Aydoğanlar ailesinin öyküsüne atıfta bulunuyorlar. 1915’te tehcirin başlamasıyla birlikte ailenin Ermeni ortakları, döndüklerinde geri almak üzere para ve değerli eşyalarını Aydoğanlar’a bıraktılar. Zakir Bey ortaklarından bir daha haber almadı. Bölgede çanak-çömlek ve pamuklu dokuma üretimi durduğundan ve ticari faaliyeti yürütecek koşulları kalmadığından Zakir Bey, beraberinde Ermeni ortaklarının değerli eşyaları ile birlikte köyünü bırakıp ailesiyle birlikte Ergani’ye göç etti. Yerel ekonominin son aktörünün de bölgeyi terk etmesiyle bölgenin ekonomik gelişimi tamamen durdu. 1920’de bölgeyi dolaşan bir İngiliz görevli E. H. Keeling ekonomik faaliyetin sıfır noktasında olduğunu yazıyordu.

Çetin Altan’ın deyişiyle “hazineden geçinen” Türk elitinden farklı olarak ekonominin motoru durumunda olan Anadolulu Hıristiyan halkların bütün bir coğrafyada imhası büyük bir insani, kültürel, sosyal yıkımın yanı sıra, ülke ekonomisinin bir daha kaldığı yerden gelişmeye devam edemeyecek kadar ağır bir darbe almasına neden oldu. Oysa biz yıllar yılı geri kalmışlığımızın tek sorumlusunun emperyalizm olduğuna inandık. Soykırımın tüm bir sosyal dokuyu, meslekleri, zanaatları, yeni yeni gelişen imalathaneleri, ticarethaneleri, sanayi burjuvazisine dönüşme potansiyeli taşıyan ticaret burjuvazisini, üretim süreçlerini yok ettiğinden haberimiz bile olmadı. Bir ülkenin ekonomik gelişmesinin tarihsel olarak doğal yolu olan pre-kapitalist üretim ilişkilerinden kapitalist üretime geçişi, sanayi ile birlikte işçi sınıfının doğuşunun bizatihi Türkler tarafından, Türkçülük ve Türkleştirme uğruna nasıl engellendiği, araştırılmayı ve ayrıntılarıyla ortaya konulmayı bekleyen bir konu olarak Türk entelijantsiyasının önünde durmakta.