Gezi’nin Ardı.. Şimdiye Dair..

[ A+ ] /[ A- ]

adnan onu acarFotoğraf: Adnan Onur ACAR

Misak TUNÇBOYACI

Avram Noam Chomsky’nin medya denetimi kitabında bir cümle yer alır, basit yalın ve keskin: “Totaliter devlette cop neyse demokraside de propaganda odur.” Meramı, kulağı tersinden tutmadan anlatan Gezi Parkı direnişinin ilk gününden şimdiki zamana sürekli öğrenmeye, tecrübe etmeye devam ettirildiğimiz ve an itibariyle her türlü ceberrut yüzüyle tanış olduğumuz ülke gerçekliğini çözümleyebilmek için şifre çözücü bir cümle. Kilit çözücü.

Artık, ileri demokrasi mevhumundayız ya, o kısımdan hareketle dikkatle irdelenesi bir tespit. Layığımız olarak reva görülenlerin her ne olmadığının altını kalınca çizdiğimiz tecrübeler mevcutken, artık her şey meydandayken, bir netice olarak da değerlendirilebilecek bir mevhum ya da özetleyiş.

Sille-i tokattan, copa, ses bombasından biber gazının hemen her türlüsüne, kıyıda köşede kimselere hissettirmeden darp ve linçten artık alenen, teknoloji gelişmiş de olsa belleği çarçabuk silinen kameraların önünde, uluorta bir hizaya çekme söz konusuyken. Ağız, burun, sille tokat. Şamar, küfür kâfir, bilindiklerin yanında daha işitilmedik ne kadar işkence varsa onun da ilavesi ve bir de cana kast edilirken mütemadiyen. Başbakanın diline doladığı tabirlerden birisi olan ‘tencere tava, hep aynı hava’ türküsünü ha’bire işitip durduk bu süreçte. Bunca fecaat denk getirilirken. Neyi düzgün yaptıklarından çoğu zaman şüphe taşısak da, hep birlikte tartışsak da, enikonu kestirmeden erkin her şeyini -siz tartışın, seslenin kendi aranızda- propagandanın en iyisini biz yaparız söz deyişinde, pratiğinde hemfikir olabileceğimiz artık bahsedilesi, sıklıkla zikredilesidir.

Ana akım medyanın neredeyse yekpareleştirilmiş hâlinden faydalanarak, başka bir söze, en ufak bir empatiye bile ‘haddinizi bildiririm, kızdırmayın beni, açtırmayın kutuyu söyletmeyin kötüyü’ kabilinden demeçler türeten gerçeği daha en başında derdest eden bir muktedirlik mekanizması. Propaganda eyleminin sonsuzluğunu da göz önünde bulundurarak, atılan manşetlerden, hakaretamiz köşe yazılarının sıklığına, uydurmanın alasını oluşturan Gezi Parkı davaları fezlekelerinden, sokakta halkın isyanına karşı bir millet(!) diskuruna sahip çıkılmasına varasıya kadar, gözlerimizin içine baka baka bu kartı oynanmaya devam ediyor. Arlanmak nedir hemen hiç bilinmeksizin yalanlar sürdürülüyor. Evet, hâlen sürdürülüyor. Demiştik ya, en iyi bildikleri şey yalanlardan medet umarak ve onu en iyi şekilde ambalajlayarak insanların tüketimine, oy verenlerinin tamamına sunmak, kabul ettirmek. İkiletmeksizin biat ettirmek. Ötesi yok.

Gözaltıların bir cadı avı hâline dönüştürüldüğü bu ülkede, haktan hukuktan bahsedebilmek de artık belli başlı bir gözü karalığın gerekliliğini öne çıkartıyor. Her şeyi tersine çeviririm nasıl olsa diye elini ovuşturup duran erk, muktedir, iktidarın gözden kaçırdığı artık hiçbir şeyi unutmayacağımız gerçekliğidir. KCK, Devrimci Karargâh gibi daha fazlası da eklenebilecek olan operasyonların tümünde olduğu gibi, ortada hemen hiçbir kanun dışı davranış söz konusu değilken, ‘olsun biz bir tane resim ya da mesaj buluruz, onun konuşması bunun flaması, şunun da baretinden bir örgüt, çok örgüt kademeli otopor bir faiz lobisi destekli ama illa billa bir terör şebekesi daha yaratırız’ bahsi üzerinden yine, yeniden kurgu makinesi, propaganda aygıtı işletilmeye devam ediyor.

Bu sefer mevzumuz Gezi Parkı terör örgütü! Şaka değil, yakın gelecekte adı bir ihtimal çokça dillendirilecek bir ‘GPTÖ’. Şehirlerimiz söz konusuysa her türlü ranttan, elde edilebilecek kâra göre kararların alındığı, yeşilin neredeyse zırnık kadar, böyle kenar süsünden de az konulduğu yerler aklımıza gelirken, gözümüzün önünde canlanırken, her yer tahrif edilirken, hâlâ abesle iştigal mesaisine devam ediliyor. Üçüncü köprünün milimetrik hesap hatasının maliyeti binlerce ağaç olurken, bir parkın parklıktan çıkartılırken AVM, kışla, kent müzesi mi olması tahayyülüne bir türlü karar verilemezken, onun sadece park olarak kalmasına dair yargının işte böylesi bir hegemonik tahakküm çabasına, ‘yakarım yıkarım parkınızı’ kibirine karşı, ‘durun artık!’ kararı söz konusuyken, hâlâ iş makinelerinin cirit attığı Gezi Parkı’nın son çehresinde vuku bulan; bir terbiyesizlik, iki arsızlık sürdürülmeye devam ediyor.

Dersim’in Gola Çetu Parkı’nı yok etme çabasının haklı tepkilerin çoğalması karşısında şimdilik askıya alınması, Erciş’in Zortul köyüne toplu konut inşa etmek için 250 bin ağaç kesilmesi süreçlerinin de bu inatçılıkla hemhâl olan yapının, sözüm ona medeniyet basamaklarında üçer-beşer ilerleyen ülkenin aslında doğasına, gününe ve geleceğine sahip çıkmak konusunda hâlen sınavını veremediğini gösteriyor. Halklar, kendi sözünü ve doğrusunu net bir biçimde paylaşırken, bunu sürekli olarak tekrarlarken, ikrar ederken ‘her türlü karar mekanizmasının en üstü benim, benim, benim’ diye böbürlenen başbakana karşı ses etmek asıl şimdilerde elzem olanı göstermektedir. Yurt genelinde 119 yurttaşın tutsak edildiği, 40 günde 3.343 yurttaşın gözaltına alındığı ve aşağı yukarı gün aşırı sayının yükseldiği bir yerde, kısaca değindiğimiz tüm olumsuzlama çabaları, boşa doluya kulp takma çabalarına karşı, sözü birleştirmek ve yılmayacağımızı zikretmek en öncelikli gereksinimimizdir. Böyledir. Salt iki ağaçtan yaşadığımız ülkenin her türlü abesliğe bu kadar korunaksız bir biçimde teslimiyetine karşı, parası neyse verin sizlerin emrine amade kolaycılığına karşı, sözün kıymeti asıl şimdi bilinesidir.

Henüz yaralarımız çok taze ve henüz Mustafa Ali Tombul ve Berkin Elvan’ın yaşama tutunma sınavları sürüyor. Henüz tutsak edilen Gezi’den kardeşlerimiz mevcutken. henüz canları alınan Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Zeynep Eryaşar, İrfan Tuna ve Lice’de katledilen Medeni Yıldırım gibi kardeşlerimizin yası sürerken, kıyamlarının hesabının sorumluluğu üzerimizdeyken. Asgari müştereğin en umutsuz kaldığımız anlarda bile birbirimizin seslenişinde direnç bulmaktan geçtiğini öğrendiğimiz direniş günlerinden sonra, bu tarifesi, lafazanlığı, boş çene bolluğu ve her türlü vicdani meselenin yok sayılmasına durun artık demek hepimizin ödevi. Hepimizin..