Görev Tanımı: Onlar Öldürür, Biz Cenazelere Gideriz

[ A+ ] /[ A- ]

Serpil ODABAŞI
Jiyan.us

Vedat Aydın gözaltına alınarak işkenceyle öldürüldüğünde ben Diyarbakır’da 16 yaşımdaydım. Hiçbir hıncın açıklayamayacağı biçimde onu aramızdan aldıklarında Diyarbakır ve tüm çevre iller, ilçelerdeki insanlar dehşete kapıldılar. Cenaze törenine binlerce insan katıldı. Abilerimin gittiği cenaze törenine yaşım küçük olduğu için götürülmeyince evden kaçarak katılmıştım.

Cenaze töreninde insanlar tepeden tarandılar. Surların üzerinde silahlı, kar maskeli adamlar vardı. Kitle tarandığında herkes kendini uçurumlardan aşağıya fırlatmıştı. Canımız yanıyordu ve öfkeliydik uçurumdan atlamak ya da taranmak öfkemizi dindirmiyordu.

O dönemin içişleri bakanı cenazedeki ölümler için “izdiham sonucu” açıklaması yapmış, basın da ölen insanların sayısını çok azaltarak vermişti. O akşam karakollarda yer kalmadığından insanlara karakol bahçelerinin havuzlarında işkence yapıldı. Mardinkapı karakolunun bahçesinde genç kızlar soyulmuş halde, havuza batırılıp çıkarılıp coplanmıştı. Tanık olduğum ilk faili meçhul cinayetti bu. “Faili meçhul” deniyordu aslında ama değildi, failleri herkes biliyordu. Beyaz Renault araba ve kar maskesi dönemin Diyarbakır’ının ayrılmaz korku sembolleri haline gelmişti..

Ertesi yıl, okuldan arkadaşım Burhan Karadeniz, Özgür Gündem Gazetesi’nde muhabirlik yapmaya başladığında 17 yaşındaydı. Gazeteye giderken bir sabah boynundan vuruldu, insanlar korkudan onu alıp hastahaneye götürmemişti. Yabancı plakalı bir araç tarafından hastahaneye kaldırılmış; ancak çok kan kaybettiğinden, tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunda hiçbirimizi görmek istemiyordu. Birkaç yıl sonra, gittiği Almanya’da hayatını kaybetti.

Bir başka sabah bir başka sokakta eşini işine yolcu eden halam, birkaç el silah sesiyle sokağa fırladığında İbrahim eniştemin kanlar içinde yerde olduğunu görüp koşmuştu. Kendi halinde sivil bir esnaf olan eniştemi vurduklarında arkada yedi çocuk babasız kalmıştı. Sorun onun çevrede çok sevilen ve saygı gören biri olmasıydı, yedi çocuğun ve bir eşin mağduriyeti üzerinden bir mesaj verilmek isteniyordu.

Sonraki yıllarda ruh sağlığı bozulmuş olan Rabia teyzem akşam saatlerinde bir kışlanın önünden geçerken dokuz kurşunla öldürülmüştü

Her gün sokak ortasında “faili meçhul” cinayetler işleniyordu, bu yüzden, sevdiklerimi uzaktan takip etmek istiyordum, olur da saldırıya uğrarlarsa onları hastahaneye kaldıran kimse olmayabilirdi. Bu yüzden bunu bir süre bir yakınıma yaptım. Gizlice onu izliyordum, bir şey olursa koşup hastahaneye kaldıracaktım ve kimse kan kaybından ölmeyecekti ya da felç olmayacaktı.

Yıllar sonra TİHV’de çalıştığım dönemde Ankara’da Akın Biral vuruldu. İHD’nin dairesinde kanlar içinde yerde yatan hali, bu sene Ankara’daki “Yokluğum varlığına…” sergime geldiğinde gözümün önünde çakılıp kaldı. Şimdi sergimdeydi, elini uzatıyordu, sağlıklıydı ama benim gözümün önüne gelen o görüntüler sergimde ağlamama neden oldu. Bir süre Akın Birdal’a bakmakta ve konuşmakta zorlandım.

Diyarbakır’da 90′lı yıllarda öylece seyir halindeydik. Seyrederken de sırasını bekleyen bir şaşkınlığımız vardı. Onlar öldürüyordu biz cenazeye gidiyorduk. Bir görev dağılımı, görev tanımı gibi.. Onlar öldürür biz cenazeye gideriz, diyordum bunu bilmek de can yakıcıydı. Böylece, onlarca insanı faili meçhul cinayetlerle öldürdüler. Gözaltında kaybedilenlerin sayısı iyice kabardı.

Yıllar geçti. Onlar öldürür biz cenazeye gideriz repliğini biraz unutur gibi olmuştum ki 19 Ocak 2007′de Hrant Dink’i gözümüzün içine baka baka aramızdan aldılar. Gözümüzün içine baka baka, çünkü Hrant Dink uzun süre hedef gösterildi. Mahkeme önlerinde Kerinçsiz ve arkadaşları Hrant’ı hedef göstermişti. Dink’in haberini gördüğümde “Hastahanede olsun, yaralı olsun lütfen” diyerek yerimden fırladığımı ve doğru Agos’un önüne gittiğimi hatırlıyorum. Burhan’ı anımsadım, Vedat Aydın’ı, Musa Anter’i, İbrahim Enişte’yi… Gözüm radikal bir grup aradı. Nerede bunlar diye ağlayıp, dolanıp durdum. Hrant Dink’in aramızdan alınışının yasını ve şokunu uzun süre atlatamadım çünkü ben aslında toplam bir durumun yasını tutuyordum. Bazen yakınımdakiler anlamadılar, yasımı ve acımı abartılı bulanlar, hatta “Hrant Dink’le bir arkadaşlığın var mıydı” diye soranlar oldu. Onların görmediği bu yasın toplam bir acı olduğuydu.

Görev tanımı yine gerçekleşmişti, onlar yine öldürmüş, biz yine karanfiller ve gözyaşlarıyla bir cenazede bulunuyorduk…