Hrant Dink Cinayeti

[ A+ ] /[ A- ]

Emel GÜLCAN
Biamag

Hrant Dink 19 Ocak 2007’de Agos gazetesinin önünde silahlı saldırıya uğradı, öldü. Agos gazetesi yayın yönetmeni Rober Koptaş cinayeti ve sonrasını anlatıyor.

Hrant Dink 19 Ocak 2007’de Agos gazetesinin önünde silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 52 yaşındaydı.

15 Eylül 1954’te Malatya´da doğdu. Çocukken anne ve babası ayrılınca iki oğlan kardeşiyle İstanbul Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesi’nde büyüdü. Şişli Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’nde Zooloji ve Felsefe eğitimi aldı.

Dink, 1990’larda Marmara gazetesinde “Çutak” (Keman) mahlasıyla kitap eleştirileri yazdı. 1996’da Türkçe-Ermenice yayımlanan Agos gazetesini kurdu. Rakel Yağbasan ile evliydi ve üç çocuğu vardı.

“Türklüğü aşağılamak”tan hedef gösterilmeye

Hrant Dink 2002’de Urfa’da bir konferansta “Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim” dediği için “Türklüğü aşağılamak”tan (Türk Ceza Kanunu-TCK 301. madde) üç yıl yargılandı, beraat etti.

Dink’in 6 Şubat 2004’teki “Sabiha Hatunun sırrı” haberi, on beş gün sonra Hürriyet´in manşetinden “Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı” başlığıyla verildi. Haberin ertesinde Genelkurmay bir açıklama yaptı, “milli birlik ve beraberliği” vurguladı. Dink, bu olayın ardından İstanbul Vali Yardımcısı Erol Güngör’ün makamına çağırıldı ve kendilerini Vali Yardımcısı’nın yakınları olarak tanıtan iki kişi tarafından uyarıldı.

Dink hakkında Ermeni kimliği üzerine yazdığı dizinin 13 Şubat 2004’teki bölümü nedeniyle yine “Türklüğü aşağılamak”tan dava açıldı ve altı ay hapis cezası verildi. Kararla ilgili açıklamaları üzerine bu kez de “yargıyı etkilemeye çalışmak”tan (TCK 288) yeni bir dava açıldı.

26 Şubat 2004’te Ülkü Ocaklarına mensup bir grup, gazetenin kapısında “Ya sev ya terk et”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganları attılar. Dink, Birgün gazetesinde yayınlanan “Hoş Gidişler Ola” yazısı sonrasında ise Yeniçağ gazetesinin 9 Ekim 2004’teki “Ermeniye Bak” başlıklı manşetiyle hedef gösterildi.

21 Temmuz 2006’daki “301’e Karşı 1 Oy” haberi nedeniyle gazetenin yazı işleri müdürü Sarkis Seropyan ve oğlu ile birlikte Dink’in bir kere daha “Türklüğü aşağıladığı” iddia edildi.

Beş yıl, 25 duruşma

Hrant Dink suikastıyla ilgili iddianame Mayıs 2007’de açıklandı. 11 tutuklu, sekizi tutuksuz 19 kişi hakkında “terör örgütü yöneticiliğini yapmak, terör örgütü üyesi olmak, terör örgütüne yardım etmek, tasarlayarak öldürmek, patlayıcı madde imal etmek, patlayıcı madde atmak, kasten yaralamak, mala zarar vermek, tehdit, suçluyu gizlemek, ruhsatsız silah bulundurmak” iddiası ile dava açıldı.

Süreç içinde, cinayet davasında yargılanan tutuklu sanıklardan sekizi tahliye edildi. Sadece Yasin Hayal, Erhan Tuncel ve Ogün Samast’ın tutuklu yargılanmasına devam edildi. Suçun işlendiği tarihte 18 yaşından küçük olduğu için Ogün Samast’ın dosyası 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nden ayrıldı ve 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne alındı.

Ogün Samast, 25 Temmuz 2011’deki duruşmada TCK’nın ‘tasarlayarak insan öldürmek’ suçunu düzenleyen 82/1-a maddesinden 21 yıl 6 ay, 6136 sayılı Ateşli Silahlar Hakkındaki Kanun’da düzenlenen ‘ruhsatsız silah bulundurmak’ suçundan da bir yıl dört ay hapis cezasına ve 600 TL adli para cezasına çarptırıldı. Ceza Mart 2012’de Yargıtay’da kesinleşti, beş yıldır cezaevinde tutulan Samast, cezasının üçte ikisini yatacak; yani toplam 14 yıl cezaevinde kalacak.

Hrant Dink cinayeti davası, beş yılın ardından 17 Ocak 2012’deki 25. duruşmada karara bağlandı. Yasin Hayal tasarlayarak insan öldürmeye azmettirmekten ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı. Erhan Tuncel ise, Dink cinayetinden beraat ederken, Mc Donald’s bombalamasından ceza aldı ancak tahliye edildi.

Rober Koptaş anlatıyor

Agos kurulduğunda ben 19 yaşındaydım. Gazetenin kuruluş sürecinde birçok bazı toplantılar Aras Yayıncılık’ta yapıldı, o vesileyle Hrant Dink’le tanıştım.

Hrant ağabey hayatı dolu dolu yaşayan, sevgi dolu ve heyecanlı biriydi. Memnun olmadığı, yolunda gitmeyen şeyleri değiştirmeye çalışırdı, bunun yolunu da bir şeyler üretmekte bulurdu. Bu ülkenin daha iyi yerlere gelmesini, bu ülkedeki insanların bir arada, kardeşçe yaşamasını istiyordu.

Ermenilikle ilgili kaygıları ve dertleri vardı. Türkiye’de Ermenilerin yaşadığı bütün sıkıntıları kendisi de yaşamıştı. Ama hiçbir zaman kendini sadece Ermeni meselesiyle ve davasıyla sınırlamadı. Çözümün Türkiye’nin demokratik ve insan haklarına saygılı bir ülkeye dönüşmesiyle ilişkili olduğunu düşünüyordu.

Varlıklı bir aileden gelmemesine rağmen, sıfırdan Beyaz Adam Kitabevi’ni kurdu. Henüz gazeteciliğe başlamadan önce de yazıp çizen, okuyan ve düşünen biriydi. Gençlik yıllarında pek çok arkadaşı gibi Türkiye sol hareketinin içindeydi, özellikle Anadolu’da öldürülen, Orhan Bakır olarak bilinen Armenak Bakırcıyan’la yakın arkadaştı ve muhtemelen onun ölümünden çok etkilendi. Hrant Dink son gününe kadar kendini sol hareketin parçası olarak kabul etti.

“Agos devrimdi”

Agos, Türkiye Ermenilerinin durduğu yer, geçmişte yaşadığı hayat dikkate alındığında büyük bir devrimdi. Hrant Dink o güne kadar kimsenin düşünmediğini, düşünse bile yapmaya cesaret edemediğini yaptı. Türkiye Ermenileri devlet ve toplum kaynaklı sorunları neredeyse kanıksamışken, o bunun değişebileceğine inandı.

“Türkçe ve Ermenice bir gazeteyle dertlerimizi kamuoyuna anlatabiliriz, böylece yanımızda duranlar çoğalır ve sorunlarımıza çözüm bulabiliriz” diye bir fikir ortaya koydu.

Türkiyeli Ermeni aydınlarla yola çıktı, Ümit Kıvanç, Kemal Gökhan Gürses, Ender Özkahraman gibi gazetecilikte deneyimli arkadaşlarından destek alarak Agos’u çıkardı.

“Onun yaptığını bir mucize gibi yaşıyoruz”

Başından beri o ruhu oluşturan, o insanları çimento gibi bir arada tutan kendisiydi. Klişe bir dil kullanıp ezberleri tekrarlamak yerine, sesini daha çok insana duyurmaya çalıştı. Bu da, onu daha yaratıcı olmaya yöneltti.

Farklı karakteri ve aile tarihi, Protestan eğitiminin geçerli olduğu bir yetimhanede büyümesi, oradaki paylaşım ve iyi insan olma öğretisi, sol harekette edindiği dayanışma ve kendini feda etme dürtüsü ile Türkiye’de olmayan bir şeyi yaptı. Biz hala onun yaptığını, inşa ettiği şeyleri bir mucize gibi yaşıyoruz.

Tehdit ve hakaret içeren 1500 mesaj

2004’ten itibaren büyük bir nefret kampanyasıyla hedef haline getirildi. Son bir yılında küfür, tehdit ve hakaret içeren 1500 mesaj aldı. “Türklüğü aşağılayan biri” olarak yaftalanmanın Hrant’ın ruhunu nasıl bir cendereye soktuğunu yazdığı yazılardan çok iyi biliyoruz.

1997 ve 2000 döneminde, Fransa’da yayımlanmış olan ‘1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’ kitabının bazı bölümlerini Agos’ta tefrika etmişti. Anadolu Ermenilerinin yaşantısını köy köy anlatan bu kitabın Türkçe yayımlanması onun için çok önemliydi. Bu kitabı, yok sayılan Ermeni kültürünün bu topraklarda nasıl derin kökleri olduğunu gösteren bir kanıt olarak görüyor, çok önemli yankıları olacağına inanıyordu.

Mayıs 2006’da ben Aras Yayıncılık’ta çalışıyordum. Bizleri bir görüşmeye çağırdı. Üzerindeki baskılar o kadar yoğundu ki, “Bu kitabı Agos adına yayımlarsam ‘Anadolu topraklarına göz koydu o yüzden yayımladı’ derler. Şu an bunu karşılayacak takatim yok, alın bu kitabı, ne zaman uygun görürseniz siz yayınlayın” demişti.

İlk defa onu bu kadar çaresiz görmüştüm. Bu tavır, inandığı, arzu ettiği şeylerden geri adım atmak karakterine hiç uygun değildi. Onu bu halde görmek beni çok etkiledi. Yüküne bir şekilde omuz vermek istedim ve Ağustos 2006’da Agos’ta yazmaya başladım.

Aynı yılın sonunda Avrupa’dan bir ödül almıştı. Aslında mutlu olması gerekiyordu, fakat onu gazetenin koridorunda sinirli sinirli dolanırken gördüm. “Ben onlara gösteririm, orada yapacağım konuşmayla onları utandırırım” diyordu. Bu, batının riyakarlığına bir tepkiydi.

Sonra o iki yazıyı, “Niçin Hedef Seçildim?”i ve “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği”ni yazdı. İlk yazıyı okuduğumda, ne kadar zor durumda olduğunu anlayamadığımızı ve aslında bir yardım çığlığı yükseltmek istediğini fark edip çok üzülmüştüm. Zaten ikinci yazının basıldığı gün öldürüldü.

“Gitmek zorunda olmak” ihtimali

Onun öldürüldüğü güne dair herkesin kendi hikayesi var. O gün uzun bir doktora sınavındaydım. Haber gelince Agos’a koştum. Gece 23.00’e kadar, kalabalıkla birlikte Agos’un önünde durdum, içeri giremedim.

Türkiye’de Ermeni olarak yaşamanın mümkün olduğunu düşünürdüm, aileme hep “Artık Ermeni olmayanlar da yanımızda durup bizim haklarımızı savunabiliyor, her şey değişti, eski zamanlardaki gibi değiliz, kaygılarınız yersiz” derdim. İlk defa o gün, önceki nesiller gibi, “gitmek zorunda olmak” ihtimalinin benim için de geçerli olduğunu fark ettim.

Cenaze töreni bu umutsuzluğumu biraz tamir etti, gazete de muhtemelen o töreninin verdiği umutla yola devam edebildi. Agos hep bir gazeteden daha fazlasıydı, bir enstitü, sivil toplum kuruluşu, hatta kimi zaman bir ağlama duvarı gibiydi. Biz de bunun farkında olarak Agos’u daha iyi bir gazete yapmaya çalışıyoruz.

“Devletin insan öldürmediği bir Türkiye”

Dink davasında karar elbette ki içimize sinmedi. Çünkü cinayeti sadece Ogün Samast ve Yasin Hayal işlemiş oldu. Erhan Tuncel ceza bile almadı. Bunun böyle olmadığını, asıl sorumluların cezalandırılmadığını hepimiz biliyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 14 Eylül 2010’daki kararında bu noktalara dikkat çekti ve Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) üç maddesini ihlal ettiği için cezalandırdı. Türkiye, “yaşam hakkı” (2. madde), “ifade özgürlüğü” (10. madde) ve “etkili başvuru hakkı”nı (13. madde) ihlalden mahkum oldu.

Bu cinayetin arka planındakilerin aydınlatılmasını intikam duygusuyla istemiyoruz. Sadece bu tip cinayetlerin işlenmeyeceği, devletin insan öldürmediği, öldürenleri korumadığı bir Türkiye’nin inşası yolunda bu dava bir şeyler ifade ediyor. Bu yüzden adaleti ısrarla talep ediyoruz.