Kadınlar AKP’ye Gereken Cevabı Verecektir

[ A+ ] /[ A- ]

Zeynep KURAY
Birgün Gazetesi

Marmara Üniversitesi (MÜ) Siyaset Bilimi bölümü öğretim üyesi ve kadın hakları savunucusu Prof. Dr. Büşra Ersanlı’yla tutuklu bulunduğu Bakırköy Kadın Tutukevi’nde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasını konuştuk. Erdoğan’ın her kürtaj yaptıran kadını Uludere vahşeti ile özdeşleştirmesi ile bir yandan “Bedenim benimdir” diyen kadınlar düşmanlaştırılırken, diğer yandan da “Güç esastır, en uç noktaya da giderim, esas olan devlettir” mesajının verdiğine dikkat çekti.

Özel hayata müdahalenin ülkeyi totaliter bir rejime sürükleyeceğinin altını çizen Ersanlı, kadınların kendi bedenleri üzerine karar veren erkek siyasetçilere gereken cevabı vermeye devam edeceklerini vurguladı.

>> Uludere Katliamı’nın kürtaj ile kıyaslanması, gündemi değiştirmek bir yana nasıl bir bilinçaltına işaret ediyor?

Uludere Katliamı’nın kürtaj ile kıyaslanması son derece üzüntü verici ve görünürde hatayı başka bir hata ile kapatma telaşı. Erdoğan’ın kürtaj çıkışı kadınların onuru açısından da baksam, ölen Kürt annelerin onuru açısından da baksam uçurumdan yere çakılma gibi bir his veriyor. Bir yandan “cinayet” kavramının kullanılışı, bir yandan da her kürtaj yaptıran, yaptırmış kadını Uludere vahşetini işlemiş gibi hissettirmek… Birbirine hiç benzemeyen davranış biçimlerini eşleştirerek Uludere olayını hafifletmeye çalışıyor, bir yandan ağır bir eril üslupla “Bedenim benimdir” diyen kadınları düşmanlaştırıyor, diğer yandan da “Güç esastır en uç noktaya da giderim, esas olan devlet” anlayışını, yani Türkiye’nin geleneksel devlet kurtarıcı siyasetini en uç sinir noktalarına kadar yayıyor.

>>Neden?

Bence bu kıyaslamanın psikolojik etkisi çok menfi, tepkiler mutlaka devam edecektir. Kadınlar hem ana olarak hem de potansiyel ana olarak Uludere’yi akıllarına getirmeden, o onur kırılmasını hissetmeden hiçbir tepki geliştirmezler artık. Bütün tepkiler bu hatırlamayla birlikte olur. Zaten unutulacak bir hadise değil ama, (olası) kürtaj yasağına karşı mücadele, Uludere’yi anmadan olmaz artık.

>>“3 çocuk yapın” ile başlayıp kürtajın yasaklanmasına varan tartışmalar neyin habercisi?

Muhafazakar ideoloji ile bağlantılı bir temenni de olabilir, organik olarak hükmedilen bir toplum yaratma dürtüsü de taşıyabilir. Tek doğru algısını artırabilir ki bu da demokratik bir toplum için liberal anlamıyla da toplumsalcı anlamıyla da kadınları itaate zorlayan bir tavırdır. Kadınlar yasal ve sosyal haklarını 150 yıl içinde kazandılar ve böyle bir telkin kürtajı yasaklamaya varırsa o zaman eşitlik ilkesi tamamen bozulmuş olur. Kadınlar birçok bakımdan eşitsizliğe maruz kalıyor zaten. Kadın-erkek eşitlik komisyonu kurulma aşamasında, bizler o zaman KA-DER olarak bütün partilerin kadınlarıyla görüştük. Komisyonun adının kadın-erkek eşitlik komisyonu olmasını istedik, çünkü başlangıçta, süreçte ve sonuçta fiili eşitliği vurgulamanın önemini belirttik, ama kadın erkek fırsat eşitliği olarak adlandırıldı. Yani sadece başlangıçta, fırsata ulaşmada eşitlik…

>>Yasak Gelirse Ne Olur?

Kürtajın yasaklanması halinde öncelikle kadın-erkek fiili eşitliği bozulur. Erkekler “tohum bahşeden” pozisyonlarını korurlar ve kadınlar tüm hayatları pahasına yüklenici olarak kalır ve kendi hayatları üzerinde özne olamazlar. Ciddi biçimde ayrımcılığa uğramış olurlar, bu da CEDAW anlaşmasının ihlali anlamına gelir. Türkiye, kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesini sağlayan CEDAW sözleşmesini 1985 yılında imzaladı. Kürtajı özendirmemek başka, yasaklamak başka. Ayrıca özel hayatla ilgili çok fazla temenni, sürekli telkin, arkasından da yasak getirilirse bu durum eşitliği kadın üzerinden bozarak herkesi aynı hizaya çekmeye ve totaliter anlayışa götürür. Özel hayatın iktidarlar tarafından denetlenmesi devlet ve bireyi organik olarak birbiri içinde eritir ve totaliter bir rejime kapıyı açar.

>>Kürtaj tartışmalarının hak ve özgürlükler bağlamında değil de dinsel referanslarla ele alınması ne anlama geliyor?

Muhafazakar bir siyasetçi tabii ki dinsel referanslarla başlar bu tartışmaya. Çünkü muhafazakarlığın temel ilkelerinden biri ailenin geleneksel değerlerle bütünleşmiş bir biçimde devletin eril egemenliğini temsil etmesidir. Bu noktada kadının işlevi zaten aile çatısının ana direği olmasıdır. Yani kadından tek ve esas olarak beklenen, hanenin bütünlüğü, sağlamlığıdır, dirlik ve düzeni bozmamasıdır. Kadının liberal anlamdaki bireyselliği veya sosyalist anlamdaki toplumsallığı söz konusu değildir. Erkeğine itaati ve aile çerçevesindeki işlevi esastır. Oysa bireysel anlamda özgürlükler ve toplumsal anlamda haklar kadının ana işlevi olarak görülmez. Mesleğine karar vermesi veya çalışması ancak neoliberal politikalara uyum çerçevesinde ele alınır, esası teşkil etmez. Keza teknolojiyle ilgisi de bu bağlamda geçerlidir ancak. Kadının özne oluşu kısıtlıdır, çocukların, erkek eşin ve ailenin dirlik düzenliği önde tutulur. Diğer tüm alanlarda kadın ikincil pozisyondadır.

>>AKP hükümetinin kadın bedeni üzerinden geliştirdiği bu siyaset diline karşı kadın hareketleri hızlı ve yerinde refleksler gösterdi. Türkiye’deki kadın hareketinin geleceği açısından bunu nasıl değerlendirmek gerek?

Türkiye’de son 20 yılda giderek güçlenmiş ve yaygınlaşmış bir kadın hareketi var. Kürt kadınlarının siyasete katılımı ve kadın hakları mücadelesi de bu gelişmeyi güçlendirdi. Kısa sürede yaygın tepki vermeleri normal. “Benim bedenim, benim iradem” diyorlar, bunu her sene kürtaj yaptırmak için söylemiyorlar, ama gerektiğinde ben kendim karar veririm demek istiyorlar. Hiçbir kadın ameliyat masasına yatmaya hevesli değildir. “Olursa aldırırım” şeklinde bir kayıtsızlık varsa, bu da eğitim yoluyla giderilmeye çalışılır. Ama illegal yollarla yapılan kürtajın çok sayıda kadın ölümüne neden olduğunu herkes biliyor. Yasaklamak kadının eşitsizliğini tesis etmektir. Erkeğin sorumluluğunu ön plana almak çok daha doğrudur, pozitif ayrımcılık açısından. Kürtajı yasaklamak yerine, istenmeyen hamileliği erkekler engellesin!

Kadınlar kendi üzerlerinden tartışan, konuşan, karar veren erkek siyasetçilere gereken cevabı vermeye mutlaka devam edecekler. Hak öznesi olduğunu uluslar üstü anlaşmalarla hatırlatacaklardır.

>>Özellikle savaş ve çatışma dönemlerinde kadın bedeninin politik uygulamalarla öne çıkartılmasının nedeni nedir?

Bu konu milliyetçilikle cinsiyetçilik bağına dayanıyor. Savaşın her türlüsü çok kötü, fiziki zarar vererek üstünlük kurma mücadelesi. Kadınlar savaşçı üreticisi olarak görülür ve erkek çocuk doğurabilmeleri için sürekli doğuma özendirilirler, bu yönde politikalar geliştirilir. Kadınların önemli bir kısmı da bu rolü benimser, adeta ölüme doğururlar. Gerek Türk annelerinin, gerek Kürt annelerinin oğulları çatışmada öldüğünde “Daha fazla doğururum” denen örnekleri duydum, okudum. Ama artık bu tür kurban fetişizmi azalmış gibi görünüyor.

>>Başka etmenler de söz konusu değil mi?

Bu milliyetçi tutum sadece savaşlarla, çatışmalarla ilgili değil. Mesela Kazakistan ilk bağımsız olduğunda, Rus nüfus da vardı, Kazaklar ise yüzde 50’yi ancak buluyorlardı. Ülkede demografik bir milliyetçilik dalga dalga yayıldı. Herkes (uzman olanlar) şecereler, nüfus planlamaları, aile ağaçları, köken tahlilleri yapmaya başladı. Uluslararası toplantılarda hep demografik milliyetçilik yapıldı ve Kazak nüfusu arttı, Rusların önemli bir kısmı da Rusya Federasyonu’na göç etti. Yani mesele sadece savaş, çatışma değil, esas mesele milliyetçilik ve çoğunluk rejimini sürdürmek. Başbakan Erdoğan’ın Kazakistan ziyaretinde onlara 5 çocuk tavsiye etmesi de bununla ilgili.