Kim Kimi Neden Kafesliyor?

[ A+ ] /[ A- ]

Firuz Kutal Karikatur

Murat MIHÇI
Turnusol

Biliyorsunuz, Taraf gazetesinin gündeme getirdiği ve özellikle ‘azınlıklar’ üzerinden yaratılması söz konusu olan ‘devlet terörü’ ya da bir başka deyişle toplumsal kaosun üzerine konuşuluyor… Günlerdir ‘Kafes Operasyonu’ hakkında yazı yazmak istedim ama nasıl başlayacağımı bilemedim. 6 – 7 Eylül’ü yaşayan büyüklerimiz birçok yaşanmış olay anlatır. Yaşanmış bu olayların geride kaldığını umut ederiz ve inanırız. Bizim en yakınımız bu topraklarda yaşayanlardır. Gemide onlarla beraberiz, ama hayat ne yazık ki bizim düşündüğümüz gibi yürümüyor sanırım…

‘Kafes Operasyonu’ ortaya çıkıyor, görüyorsunuz… Oysa bizler, zaten hayatımızın her alanında; azınlık olmanın zorluğuyla yaşıyoruz. ‘Kafes Operasyonu’ hakkında birçok yerde haber çıktı da peki bu gerektiğince önemsendi mi?

Biz Zaten Kafeste Gibiyiz…

TTK’ya, geçen yılın 23 Temmuz’una kadar 15 yıl boyunca başkanlık yapan Yusuf Halacoğlu’yla başlanan bir dönem var… Onun söylemlerini hepimiz biliyoruz. Bu dönemden itibaren fişlenme mantığı alenen kamuoyun(d)a belirtildiği gibi yürütüldü… Hatta elinde kimlerin Kripto Ermenisi olduğunun listesinin bile var olduğu belirtildi. Geçtiğimiz aylarda özellikle Kurtuluş’ta yaşanmış bir olayı anlatacağım. Gece yarısı kalkıyor bir Ermeni kadın ve camdan bakıyor; kapısının önünün boyandığını görüyor ve bağırıyor, ‘Neden boyuyorsunuz?”… Cevap aşina olduğumuz bir cevap: ‘Siz gâvurların evlerini belirliyoruz.’

Bu konular bir çoğunuzun kulağına Hrant ağpariğin (ağabeyin) katledilmesinden sonra geldi. Bizim için eskidir. Yıllardır telefonları gelir; okullarımıza, derneklerimize tehditler gelir. Ben ortaokul dönemimde polis kordonuyla otobüs durağına gittiğimi hatırlarım. Böyle zamanlarda emniyete güvenmek iste(r)dik… Okullarımız için risk görüldüğü dönemlerde, güvenlik istendiğinde cevap aynı olurdu: ‘Kendi güvenliğinizi kendiniz sağlayın’ denirdi (Sanki bizim bir kolluk gücümüz var da)…

‘Kafes Operasyonu’nda göze batan tehdit unsurları iş adamlarına yönelik… Agos abonelerine, okullara, mezarlıklara tabii ki kiliselere ve oturduğumuz semtlere… Azınlık iş adamları Türkiye’de yüzdeye vurulsa en fazla vergi veren kesimdir, bunu iddia edebilirim. Nedeni; çok iyi ve dürüst insan olduklarından dolayı falan da değil, sadece yanlış yapınca başlarına gelecek olaylardan çok korkarlar. Bu insanların öldürmek neye yarar sağlar, bilemem! Bilinen bir suçları var ise neden o zaman tutuklanmazlar. Agos çalışanlarını ve abonelerini belirlemenin ne anlama geldiği belli.

Adalar’da yaşayan birçok azınlık vardır… Ufuk Uras ve Baskın Oran’ın 2007 genel seçim kampanyalarında eminim bizim bu demokrat insanlara ve söylediklerine olan ilgimiz fark edildi… Adalar’da yaşayanları yıldırmaya çalışanlar aslında belli ölçüde biliniyor… Adalar bir mozaiktir, sorunsuz yaşayan her din mensubu insanlar var; orayı bozmak kime neden mutluluk verir… İnsanlara bunun ne kazancı olacak?

Hele mezarlıklar üzerinden yapılan zulmü ne yapalım?… İşte bunu hiç anlayamadım; ne yapalım, ölen yakınlarımızı mezarlıklara gömmeyelim mi?. Anadolu’da ve İstanbul’da birçok azınlık mezarlığı zaten istimlak edilmiş durumda; kalan yerlere de gitmeyelim mi? Cenazelerimizi de yapmayalım mı? Türkiyemiz’de yaşayan azınlık nüfusu 100 bin kişi yok, toplansak Rum, Ermeni ve Yahudi, İzmir Atatürk Stadı’na ancak sığarız. Bu kişilerin bir çoğu yaşlı bir süre sonra bu sayı bile olamayacak.

Kayseri Kilisemiz yeni restore edildi ve açıldı diye bir anda halk çoğalmadı… (Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı, içinde salınan olmadıkça.)

Psikolojik Etmenler, Dizi Dizi…

Ermeni olduğumu söyleyince ‘siz nereden geldiniz?’ diye sorup bizi ecnebi gören insanlar var. Hele bir de Konya Ereğliliyim deyince şaşıranlar artıyor. Yerlisi olduğumuz toprakların misafiriyiz biz. Bizleri çöpçü yapmayan, askeriyede rütbeli yapmayan, savcı olmamıza da izin vermiyor… Neden verilmez? Anadolu’nun en eskisi olan bizleri koparmak, yok etmek neden isteniyor; bundan ne kazanılacak anlayamıyorum.

Tarihi yargılar var, bunu kabul ediyorum. Ama bu ülke için; Kurtuluş Savaşı için Çanakkale’de beraber savaşmadık mı? Peki bu tip ‘kafese alma’ şekli, kötü yargıları daha da kötü yönde körüklemiyor mu? Bu durumdan kim kazançlı çıkar, neden düşünülmez? Kafese koyan fikriyatı sahipleri neden açıkça çıkıp çekincelerini anlatmıyor? Bu durum Almanya’daki Türklere uygulansa gazeteler neler yazar, kamuoyu ne tepkiler verirdi? Bu soruları hepimizin kendimize sorması gerekli. ‘Bu topraklar herkese yeter’ diyen, Sarkis Çerkezoğlu’nu yine sevgiyle anımsıyorum.

Benim yerimde bu kötü düşüncede olan insanlar da azınlık olabilirlerdi; bir gün olsun bunu bir düşünsünler bari…

Benim bir oğlum var adı Lukas Can. İki buçuk yaşında ve ailemin ısrarı üzerine Can adını da koydum. Annem sokakta Can diyor, eşim Lukas diye sesleniyor… Annem yaşı gereği daha tedbirli ama eşim daha rahat. Oğlum şu an ismini soran kişinin şivesine göre, tarzına göre ya adım Lukas diyor ya da Can… Büyüdüğünde bana soracak ‘Neden iki adımı ayrı ayrı kullanıyorum?’ diye. O zaman ne cevap vereceğim bilemiyorum. Henüz bu soruyu soracak bilince gelmedi ama pek yakında gelecek. Şu an Ermeni erkek çocuklarının bir çoğunda Can adı var gündelik hayatta rahat adlarını kullanılsın diye.

Ben bu ‘kafesten’ kurtulmamızın tek yolunun eşitlikçi, özgürlükçü, adalet ve barış yanlısı bir büyük kitlesel hareketin bu ülkede artık mutlaka yaratılması ve iktidar olmasından geçtiğine inanıyorum. Bunun için çalışıyorum. Kafesten çıkmanın başka yolu yoktur.

(Karikatür: Firuz Kutal)