Kızıl Afiş ya da Aşk, Hayat ve Direnişe Dair

[ A+ ] /[ A- ]

Masis KÜRKÇÜGİL
Agos Gazetesi

Meline Manuşyan’ın büyük bir sadelik, coşku, aşk ve sadakatle donanmış, Misak Manuşyan’ın hayatı hakkında temel kaynak olan Manuşyan kitabı Türkçede yayımlanırken, konuyla ilgili herhangi bir yıldönümü, anma, tartışmanın olmadığı bir dönemde, Fransa’da iki kitap, bir çizgi roman daha yayımlandı. Bunlara ilaveten, Robert Guédiguian’ın ‘L’Armée du Crime’ (Caniler Ordusu) filmi Eylül 2009’da gösterime girdi. Belleklerde, uzun süre, Manuşyan’ın kurşuna dizilmeden önce Meline’ye gönderdiği mektuptan esinlenen Aragon’un şiiri ve Léo Ferré’nin sesiyle yer etmiş olan efsane, şimdi biraz daha ete kemiğe bürünüyor.

II. Dünya Savaşı’nın yetmişinci yılı neredeyse sessiz sedasız geçiştirildi. Nazizmin yenilgisi sanki barbarlığın tarihe gömülmesine yetmişti. 20. yüzyılın tanıdığı en büyük felaket yalnızca neden olduğu kayıplar, acılardan ibaret değil en elverişsiz koşullarda bile insanlık onurunu ayakta tutmak için direnenlerin yazdığı sayfalar asla unutulmamalı. Düzenli orduların savaşlarında, salgın hastalıklarda, yoksullukta milyonlar yitirildi. Tarih, bütün bu anonim direnişçilerin yanı sıra, kendine beklenmedik muhataplar da buldu. Katliamdan kurtulmuş, işgalden, faşizmden, frankizmden, nazizmden, Yahudi düşmanlığından kaçmış, yurtlarından sökülmüş, yoksul, basit insanlar, barbarlık kapıyı çalınca, ev sahiplerinden çok daha derin bir duyarlılıkla, zor bela tutundukları hayatın kıyısından tarihe sıçradılar.

Anlatılan, Fransa’nın Naziler tarafından işgal edilmesi karşısında göçmen işçilerin yürüttüğü direnişin hikâyesidir. Onlar 1915’in artıkları, Orta Avrupa’dan kaçmış Yahudiler, Romanyalılar, Polonyalılar, Franco’dan kaçmış, Pirenelerdeki toplama kamplarında bulunmuş, İspanya İç Savaşı’ndan arta kalmış direnişçiler, Mussolini İtalyası’nda faşizme karşı savaşmış olanlar, Nazizme karşı mücadelenin belki de en zor cephelerinden biri olan, işgal altındaki Paris’te partizanlığı seçtiler.

Bu kişiler herhangi bir resmi tarihte yer almadılar, ama bir tür aşağıdan, alternatif tarihin özneleri olarak, zamanla silinmediler. Aralarında Stalin temizliğinden kaçmış birinin (Arpen Tavityan-Manukyan) bulunması da sanki bu felaketler yumağının tamamlayıcı unsuruydu. İdama mahkûm edilen yirmi üç partizanın yirmisi yabancıydı.

Hiçbiri kendini kahramanlığa hazırlamamıştı. Aralarında şu veya bu şekilde öne çıkmış biri yoktu. Örgücü, tesviyeci, inşaat işçisi, dökümcü, tornacı, işçiydiler. “Telaffuzu zor isimleriniz… Kimse size Fransız demez gibiydi” diye yazıyordu Aragon düştüğü mısralarda. Göçmendiler, emekçiydiler, tarihin sillesi telaffuzlarına ve çehrelerine nakşolmuştu… Bütün bunları yaşamış insanlar olarak, tereddüt etmeden direnişe katıldılar.

Manuşyan diye biri

1906 Adıyaman doğumlu Misak, 1915 katliamından kurtulup yetimhanelerde yıllarını geçirdikten sonra, 19 yaşında Marsilya’ya ve daha sonra Paris’e giden, edebiyat meraklısı bir emekçi olarak, kendi çevresinde sivrilen, tanınan biri haline gelir. Büyük kriz sırasında Citroen fabrikasındaki işinden olunca, heykeltıraşlara modellik yaparak hayatını kazanır. Baudelaire, Verlaine ve Rimbaud’dan çevriler de yayımladığı ‘Çank’ (Çaba) ve ‘Mışaguyt’ (Kültür) dergilerini çıkarırken, bir yandan da Sorbonne’da edebiyat, siyaset, felsefe ve ekonomi politik derslerini izler.

Manuşyan, işçi hareketinin büyük bir kabarış gösterdiği 1934’te Komünist Parti’ye üye olduğunda, artık gençlik heyecanını geride bıraktığı bir yaştadır. Yine de, derin siyasal tartışmaların cereyan ettiği on yılda belirgin bir tutumu yoktur. Edebi çalışmalarına devam eder, Ermenistan’a Yardım Komitesi’nde yer alır. İspanya İç Savaşı’na katılmak ister. Savaş başladığında, Rouen’deki bir fabrikada tornacı olarak çalışmak zorunda kalır. Ancak Haziran 1940’ta Paris’e döner. Almanların Rusya’ya saldırmasından önce, 1941’de, bir antikomünist kovuşturma sırasında yakalansa da, birkaç hafta sonra, hakkında herhangi bir kanıt bulunmadığından serbest bırakılır. Ardından, ‘Main-d’Oeuvre Immigrés’nin (Göçmen İşgücü) yeraltındaki Ermeni kesiminin siyasal sorumlusu olduysa, bunun nedenini partide önemli görevlerde bulunmasında aramak abestir. Ancak, çevresinde iyi tanınan biri olduğu kesin.

Göçmen işgücü

Göçmen İşgücü (MOI), I. Dünya Savaşı sonrasında yabancı işçilerin komünistler tarafından örgütlenmesinde bir araç olarak kurulmuştu. Fransa’da bulunan çeşitli milletlerden işçiler MOI’de örgütleniyordu. Fransa’ya, ekonomik göçün ürünü olan emekçilerin ardından, Avrupa’da faşizmin yükselişiyle birlikte siyasal göçmenler gelmeye başladı ve en sonra da İspanya’dan gelenlerle örgütün antifaşist ruhu güçlendi. MOI’nin faaliyetleri 1942’de başlamış olmakla birlikte, zirvesine Manuşyan Grubu ile ulaşır. Grubun faaliyetleri 1943 yılının martından kasımına kadar devam eder. Manuşyan, ilkin teşkilatın Paris teknik komiseri olur, ağustosta ise askeri komiser olarak atanır. Kasım ortasında 68 kişinin tutuklanmasıyla grubun varlığı sona erer.

Grup üyelerinin yakalanması üzerine, daha sonra ‘Kızıl Afiş’ olarak ünlenecek olan ‘Kurtarıcılar?’ başlıklı afiş Almanlar tarafından 15 bin adet olarak basılıp çeşitli kentlerin duvarlarına yapıştırılır. Afişin ortasında Manuşyan’ın fotoğrafı, altında da şu yazı vardır: “Ermeni, çete reisi, 56 saldırı, 150 ölü, 600 yaralı.” Afişten beklenen propaganda ters teper. Bütün direniş için büyük bir moral kaynağı olur, insanlar için ‘martir’in, kendini feda etmenin amblemi haline gelir.

Manuşyan Grubu’nun yargılanması, Vichy hükümeti tarafından yabancı düşmanlığının ve antisemitizmin beslenmesi için kullanılır: “Kendilerini kabul etmiş olan ülkede huzursuzluk yaratarak Fransız konukseverliğini suistimal eden yabancıların ve Yahudilerin faaliyetleri.” De Gaulle yanlısı direnişin Londra Radyosu ise, iki ay sonra, Almanların yanlış bilgilendirmesinden sakınmak gerektiğini, direnişçilerin esas olarak memurlar, basit vatandaşlar olduklarını belirtir. 1966 tarihli üç ciltlik Larousse’ta Manuşyan’ın adının geçmemesi, göçmenlerin direnişinin bir türlü ‘ulusallaştırılamaması’nın bir göstergesi olsa gerek.

Fransız Komünist Partisi’ne gelince eylemleri şahıslar zikredilmeden sahiplenmek daha kolaydı. Ne de olsa, üç renkli bayrağı göçmenlerin yükseltmiş olması, kulağa pek de hoş gelmezdi. MOI adı bile başa belaydı “Fransız direnişinin yabancılar tarafından yapıldığı” izlenimi uyandıracak böyle bir şey parti tarafından hoş karşılanamazdı. Parti yayın organı, 1 Mart 1944’te olaya hasrettiği on beş satırda hiçbirinin adını anmıyordu. Bunun için 1951’i beklemek gerekecektir. Bu kez Manuşyan’ın Meline’ye yazdığı ünlü mektuba da yer verilir ama ‘ihanet’le ilgili iki satır sansüre uğramıştır!

Manuşyan Grubu, yeniden

Stéphane Courtois ve Mosco Boucault’nun 1985’te yaptıkları, Simone Signoret’nin seslendirdiği ‘Emekliye Ayrılmış Teröristler’ belgeselinde, Komünist Parti yöneticileri, örtük olarak, Manuşyan Grubu’nu yüzüstü bırakmakla itham ediliyordu. Rus, Fransız ve Alman arşivlerine dayanan, Mart 2007 yapımlı bir başka belgeselde ise bu tez çürütülmekte. Manuşyan’ın hoşnutsuzluğunu üst kademelere iletmek istemesine rağmen bir sonuç elde edememesi, grubun –Londra’dan gelen bir-iki silah dışında– lojistik desteği büyük miktarda kendi çevresinden sağladığı göz önünde bulundurulursa, Fransız Komünist Partisi’nin ‘ilişki’ dışında grupla yakın bir ilişkisi olmamıştır. MOI eylemleri Kızıl Afiş veya Manuşyan Grubu’yla sınırlı olmadığı gibi, onların katledilmesiyle de sona ermedi.

Çekoslovakyalı Yahudi bir komünist olan Artur London, İspanya İç Savaşı’na, daha sonra Fransa’da direnişe katılmış, 1942’de Naziler tarafından yakalanıp toplama kampına atılmıştır. Ekim 1941 – Ekim 1942 arasında MOI yöneticisidir. Savaş sonrasında, 1949’da, Çekoslavakya’da dışişleri bakan yardımcısı iken tutuklanır. 1952’deki Prag mahkemelerinin 14 sanığından biridir. İşkence altında “devlete karşı fesat”tan idamdan kurtulsa da ömür boyu hapse mahkûm olur. 1956’da itibarı iade edilir. 1963’te Fransa’ya yerleşir. London’ın L’Aveu (İtiraf, 1968) adlı kitabında topladığı anıları, Costa Gavras’ın, başrollerinde Yves Montand ve Simone Signoret’nin yer aldığı, aynı adlı filmine konu olur.

Manuşyan’dan önce MOI’da yer alan, İspanya’da Uluslararası Tugay saflarında gönüllü olarak savaşmış olan Çekoslavakyalı komünistler, Stalin’in ölümüne doğru, 1952’de, 1936-38 Moskova mahkemelerine benzer bir temizlik harekâtına tabi tutulduklarında, Manuşyan Grubu doğrudan doğruya söz konusu edilmese de bir bütün olarak MOI faaliyetleri inkâr edilmiş bununla yetinilmeyerek, Fransa’da “IV. Enternasyonal’in Avrupa yönetici örgütü” olarak takdim edilmiştir.

Temizlik harekâtının önde gelen simalarından Artur London’a, sorgucuları “Beni partizanların kentlerde, hele Paris’te faaliyet gösterdiğine inandıramazsınız. Onlar yalnızca kırda ve ormandaydılar…” diyeceklerdi (L’Aveu, Gallimard, 1972, s.105). Daha ilginci, MOI’yı ‘Göçmen İşçiler Gücü’ olarak değil, Nazi işgalcileri gibi ‘Uluslararası İşçi Hareketi’ (Mouvement Ouvrier International) olarak açımlayacaklardı. Fransız Komünist Partisi nezdinde rahatlıkla doğrulanabilecek bilgilerin, savaş boyunca parti içinde IV. Enternasyonal seksiyonu olarak MOI’nın bulunmasında ısrar etmeleri (s. 206) bir işgüzarlık olarak değerlendirilmelidir. MOI militanlarının sorgucularının lutfuna mazhar olmamalarında anlaşılır bir şey vardır yine de. Ağustos 1943’te parti yönetimine kadrolar için geçilen bir notta, Manuşyan’ın Troçkist eğilimli olduğu belirtiliyordu. Hiç şüphesiz, Manuşyan, Manukyan ile karıştırılmış. Ancak bu karışıklık, Prag duruşmalarında da görüldüğü üzere, tarihselleştirilmiştir.

Gruptaki birçok insan gibi Manukyan –namıdiğer Arpen Tavityan– da tarihe geçmek için özel bir an seçme lüksüne sahip olmayanlardandı. Grubun en yaşlısı olan Tavityan (44 yaşındaydı), Rus Devrimi’nde bir Kızıl Muhafız, Kızıl Ordu mensubu Stalin muhalifi olarak partiden ihraç edilip sürgüne gönderilmiş, daha sonra kaçmış, Troçkist örgüt tarafından, İran üzerinden Paris’e getirilmişti. Troçki’nin oğlu Lev Sedov ile çalıştı. Daha sonra bir işçi olarak hayatını sürdürdü. Gruba nasıl olarak girdiği üzerine bir bilgi yok. Parti kanalıyla olmadığına göre, geriye cemaat içi ilişkiler kalıyor. Manuşyan, Meline’ye mektubunda Manukyan’ın hatırlanması için özel bir cümle düşüyor. Onun siyasi fikirlerinden habersiz olması imkânsız.

Bize kalan enternasyonalizm

Manuşyan Grubu’nun faaliyetlerinin bugün için mana ve ehemmiyetini anlatmak hususunda iddialı olanlardan biri, bu yıl, “Tarihin yararı bugünü aydınlatmaktır” diyerek konu hakkında bir film yapan Robert Guédiguian. Alman bir anne ve Ermeni bir babanın çocuğu olan Guédiguian, bize, liman işçisi olan babasından belli ki etkilenmiş ağır bir Marsilya havasında işçi dünyasını sunmuştur. İlkin Komünist Parti’de, şimdilerde ise Sol Parti’de siyaset yapan Guédiguian, ‘L’Armée du Crime’ ile Meline Manuşyan’ın kitabında okuduğumuz bir aşkın eksenindeki bir direnişi, genel olarak işçi hareketinde yitirdiklerimizi yeniden kazanmamız için filme çektiğini anlatıyor. Denebilir ki polisiyeden siyasal münazaraya, bugüne kadar söylenenlerin ötesindeki bir bakış açısıyla efsanenin diriltilmesine çalışıyor. Tarihin önemli bir anında beliren efsaneye Manuşyan Grubu’nu örnek gösteriyor. Meline’nin altını çizdiği husus Guédiguian için de geçerlidir:

Enternasyonalizm. Guédiguian’ın seyirciden istedikleri çok açıktır: “Bu filmi görenler, karşısına dikilmesi, reddetmesi gereken şeyler olduğu hissiyle çıkmalı [salondan]… Sonuçta direnmek yaşamaktır.” Meline Manuşyan da “Her hayat ayrı bir kavgadır. Bizimki, Manuş’la benim hayatımız, belli bir kavganın parçasıydı. Bu kavganın çehresi değişmiş olabilir, daha çok ve sık sık da değişecektir. Fakat kavga daima sürecektir. Hayatı hayat yapan da budur işte” der. (s. 143)
Meline Manuşyan, kitabında Misak Manuşyan’ı anlatırken aslında direnişi, Manuşyan Grubu’nu, barbarlığın sillesini yemiş basit insanların insanlık onuru adına yaptıklarını anlatmaktadır. (Meline açıkça, Manuşyan’ın kendi onuru için verdiği mücadelenin insanlık onuru için verilen mücadeleyle aynı şey olduğunu belirtir). Yaşayanların, barbarlığa karşı direnmekten başka bir şey düşünmediği bir hadisenin bugün için kendilerini çok aşan bir anlamı olabilir mi? Bileşimi itibarıyla herhangi bir ‘ulusal’ ağırlığı olmayan bir grubun üyelerinin, büyük ölçüde kendilerinin ve çevrelerinin sınırlı imkânlarıyla yürüttükleri ve hayatlarına mal olan mücadelelerine üç renkli bayrağın dar geleceği açık. Milliyetçiliğin ve muhafazakârlığın azgınlaştığı bir dünyada bu hikâyenin unutulmaması, unutturulmaması, umudun yeşertilmesine küçük de olsa bir katkıda bulunabilir. Manuşyan Grubu efsanesi sahipsiz ardında herhangi bir örgütlü güç yok. Çarpıtılamayacak kadar basit. Suda balık, havada kuş kadar çok olanların efsanelerinden. Guédiguian’ın dediği gibi, “Yitirilen çok şey var, yeniden kazanılması gereken.” Bunlardan biri de böylesi hadiseler.

Misak Manuşyan’ın, idam edilmeden birkaç saat önce, eşi Meline’ye yazdığı veda mektubu

21 Şubat 1944, Fresnes Canım Meline’m, sevgili küçük yetimim,

Birkaç saat içinde, artık bu dünyada olmayacağım. Bugün öğleden sonra 15.00’te kurşuna dizileceğiz. Başıma gelen bir kaza gibi bu. İnanamıyorum ama yine de seni bir daha görmeyeceğimi biliyorum.

Sana ne yazabilirim? Kafamda her şey karmakarışık, aynı zamanda da çok açık. Gönüllü asker olarak Kurtuluş Ordusu’na girmiştim, Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum. Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının Özgürlüğünün ve Barışının güzelliğini tadacaklara ne mutlu.

Fransız halkının ve tüm Özgürlük savaşçılarının hatıramıza gereğince saygı göstereceklerine eminim. Ölüme bunca yaklaşmışken, ne Alman halkına ne de başka bir kimseye kin duymadığımı ilan ediyorum herkes layık olduğu cezayı ve mükâfatı bulacak. Alman halkı ve diğer bütün halklar, çok sürmeyecek olan savaşın ardından barış içinde ve kardeşçe yaşayacaklar. Ne mutlu onlara… Seni mutlu edemediğim için derin bir pişmanlık duyuyorum. Bir çocuğumuz olsun çok isterdim, senin de hep istediğin gibi. Onun için senden ricam, savaştan sonra muhakkak evlenmen, beni mutlu etmek ve de son arzumu yerine getirmek için bir çocuk yapman. Seni mutlu edebilecek biriyle evlen. Neyim var neyim yok hepsini sana, ablana ve yeğenlerime bırakıyorum. Savaştan sonra, karım olarak savaş dulu aylığını bağlatabilirsin, zira Fransız Kurtuluş Ordusu’nun nizami bir askeri olarak ölüyorum. Hatıramı yaşatacak olan dostların yardımıyla, okunmaya değer şiirlerimi ve yazılarımı bastır. Anılarımı, mümkünse, Ermenistan’daki akrabalarıma ulaştırırsın. Birazdan 23 yoldaşımla birlikte, vicdanı rahat bir insanın dinginliği ve cesaretiyle öleceğim zira kişisel olarak kimseye kötülük etmedim, ettimse de kin ve nefret duymadan ettim. Bugün hava güneşli. Güneşe ve onca sevdiğim güzelim tabiata bakarak hayata ve sizlere, sen çok sevgili karıma ve çok sevgili dostlarıma veda edeceğim. Bana kötülük eden veya kötülük etmek istemiş olan herkesi affediyorum, kendi postunu kurtarmak için bize ihanet edenle bizleri satanlar hariç! Seni ve ablanı, beni uzaktan veya yakından tanımış tüm dostları sıkıca kucaklıyor ve göğsüme bastırıyorum. Elveda. Dostun, yoldaşın, kocan.

Manouchian Michel djanigıt*
hamiş: Plaisance Sokağı’ndaki bavulda 15 bin frankım var. Alabilirsen borçlarımı öde, kalanını da Armen’e ver. M.M.

Djanigıt (canigıt): Ermenicede ‘cancağızın’.