Kurban Bayramı’ndan ‘Kan Dökme’ Şölenine

[ A+ ] /[ A- ]

Pakrat ESTUKYAN
Jiyan.us

Bayramın ilk günü. Ana haber kuşağında her yıl rastlanan ve haber değeri taşımayan görüntüler. Ankara’nın varoşlarından klasik kurban görüntüleri. Yere serilmiş mavi naylon örtüler üzerinde parçalanan kurbanlıklar. İlgililerinden çok meraklılarının oluşturduğu küçük kalabalıklar. Ve doğal olarak o kalabalıkların içinde çocuklar.

7 yaşında, 8 yaşında, 10-12 yaşında oğlanlar ve kızlar. Salıncak köprüsüne asılmış, önce soyulan, sonra da parçalara bölünen bir sığır. Az ötede ayakları bağlanmış, yere çökertilmiş, bıçak sırası bekleyen bir diğer sığır. Belli ki bu alan da, kendiliğinden ve gayrı resmi bir biçimde kesim alanı haline getirilmiş.

Her yıl yinelenen uyarılar belli bir hijyen kaygısına, bilinç yükselmesine yol açmış. (Mesela masraf edilip en az 5×5 ebadında bir naylon örtü serilmiş yere). Ama yine de geleneklerden vazgeçmek, hele hele meşakkatli veya masraflı kurallara uyum sağlamak konusunda çok da istekli görünmüyor insanlar. Muhabir çevredeki çocukları göstererek, biraz da dehşete kapılmış gibi yaparak soruyor kurban kesen mümine: “Çocukların bu kesimi izlemesi sizce sakıncalı değil mi”? Mümin elindeki işten kaldırıyor başını ve o da şaşırmış gibi yaparak cevaplıyor: “İyi de o erkek çocuğu”. Aslında etrafta kızlar da var ama o an muhabir en yakınında olan ve ancak 10-11 yaşında gösteren oğlanı işaret ederek sormuştu sorusunu. Aldığı cevaba karşı bir soru daha soracak hali yoktu muhabirin, zira mümin tekrar elindeki işe vermişti bütün dikkatini. Görüntü de değişti aynı anda. Bu kez spiker kurban keserken kendini yaralayan acemi kasapların haberini okuyordu hastane görüntüleri eşliğinde.

Yukarda da değindiğimiz gibi, haber değeri taşımayan bir haberdi yayınlanan. Salt günün anlamına uygun iki laf edebilmek için tasarlanmış bir konu başlığı. Hatta geçen yıl veya önceki yıllarda yapılan çekimlerle bile bu haberi sunmak mümkün. Her yıl onlarca kurbanlık kaçıyor acemi çobanların elinden. Ya da her yıl yüzlerce acemi kasap elini, ayağını kesiyor yanlışlıkla. Ancak haber değeri olmayan bu yayının, belki de üzerinde konuşmaya değecek felsefi, sosyolojik ve sosyo-psikolojik boyutları vardır. Örneğin biraz önce izlediğimiz adamın “İyi de o erkek çocuğu” cevabının çözümlemesinde hangi ön kabuller var acaba? Ya ilahiyat uzmanlarının, diyanet bürokratlarının kurban ibadeti için kan akmasının şart olduğu görüşü? Kurban etinin yoksullarla paylaşılması, böylece toplumsal bir dayanışma ortamı oluşturulması yeterli olmuyor dini vecibe açısından.

Israrla aranan şart ‘kan dökmek’. Kurban ve kan, metaforik olarak çok tanrılı dinlerden günümüze ulaşan, kökü korkuya ve dehşete dayalı sapkın inanç uygulamalarıdır. İlkel insanlar, kendi güçlerini aşan olguları tanrıların gazabı ile yorumladılar. Bu gazabı dindirmek için de bir çeşit rüşvet olarak, kurbanlar sunmayı düşündüler. Ergenliğe ulaşmamış erkek çocukların veya bakirelerin kanını sunarak ilahlarının öfkesini yatıştırmaya çabaladılar. Tapınaklardaki rahiplere ise hayvan ve tahıl sunmak, söz konusu rüşvetin biraz daha gerçekçi haline işaret ediyor. Sonuçta bu hediyeler karşılığında onlardan beklenen, kendileri adına daha çok niyazda bulunmaları.

Semavi dinler, ilkel inanç sisteminin mabetlerini veya totemlerini nispeten daha kolay yıktılar. Ancak halkın inancında gelenekselleşmiş dinsel uygulamaları yasayla, yasakla yok etmek o kadar da kolay olmayacaktı. Bu şartlar altında ise yapılacak en kolay şey, onlara yeni dine özgü ifadeler yüklemekten geçiyordu. Tek tanrılı dinler, geçmişin ritüellerine yeni anlamlar vererek olası bir toplumsal tepkiyi savmış oldular. Sümerlerin su bayramı “Wadar Ar” Ermeni toplumunda “Vartavar” olarak süregelmiş. Hıristiyan inancında ritüel aynen korunmuş (Vartavar bayramı günü insanlar birbirini ıslatır), son üç yüz yıldan beri İslamiyet’i benimsemiş olan Hemşin köylerinde de “Vartovar” adıyla günümüze ulaşmış. Dinler değişse bile dinsel ritüeller muhafaza edilmişler. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet, pagan dönemde Diyonisosa ithaf edilen bağbozumunu Meryemana kültü ile, kurban törenlerini Hazreti İbrahim ve oğlu İshak meseli ile, yumurta boyamayı İsrailoğulları’nın kurtuluşu ile yeniden yorumladı. Reset etti bir bakıma. Ancak reforma uğramayan gelenek ‘kan dökücülük’ halinde günümüze ulaştı. Kanın, özellikle de bir yaralanmaya bağlı olarak akan çok miktarda kanın görüntüsü, sağlıklı erkeklerde bayılmaya kadar varan psikolojik bir travma yaratır.

Halk dilinde “kan tutması” olarak adlandırılan bu etkiyi ortadan kaldırmak için önerilen ahlaki yol kana bakmamak ise, ahlaksız ve psikopat yol da kana alışmayı önermekte. Bazı çaylak katillerin, bu etkiyle baş edebilmek için kurbanlarının kanını içtiklerini de biliyoruz. İşte bu örneklemeler içinde de, tv’de izlediğimiz müminin “İyi de o erkek çocuğu” ifadesi kendi çarpık anlamını bulmuş oluyor. Rakel Dink’in ifade ettiği “bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamak”a bekli de buralardan başlamalıyız. Toplumsal algı içinde erkeğe biçilen rol, kan dökmeye alışık olmayı ima ediyor. İslam uleması da meselenin dayanışma, yardımlaşma boyutunu yok sayıyor, “kan dökmeden olmaz” söylemi ile. Hal böyle olunca da birilerinin Kurban Bayramını “Kan dökme bayramı” olarak algılaması kaçınılmaz oluyor.