Mahmut Esat Bozkurt: Kemalizme Giriş

[ A+ ] /[ A- ]

Toplum ve Kuram Dergisi, Portreler Dizisi

Mahmut_Esat_Bey_BozkurtBenim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki,
bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir
hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.
Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.
1

Mahmut Esat Bozkurt, genellikle, Türk milliyetçiliği tartışmalarında radikal bir konuma oturtulmasına müteakip sıklıkla söylemsel düzeyde kalan eleştirel analizlerin konusu olmuştur. Bu bağlamda Bozkurt, ulus-devlet ideolojisinde erken dönem milliyetçi-ırkçı sapmanın temsilcisi olarak ele alınmakta ve izleyen dönemlere devreden, siyasi, hukuki ve ideolojik faaliyetleri ikincil planda kalmaktadır. Bu handikap, Bozkurt’un ulus-devlet inşası sürecindeki rolünün analiziyle aşılabilir.

1892’de, İzmir-Kuşadası’nda doğan Mahmut Esat Bozkurt, 1912’de İstanbul Hukuk Mektebi’nden mezun oldu. İsviçre’de Fribourg Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü ve ‘Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi Üzerine’ adlı doktora tezi ile hukuk doktorasını tamamladı. Şükrü Saraçoğlu ile birlikte İsviçre’de Türk Talebe Cemiyeti’ni kurup bir dönem bu cemiyetin başkanlığını yaptı. Bununla birlikte, cemiyetin amacı, Avrupa’da Osmanlı ve Türklük propagandası yapmaktı. Yunan güçlerinin Ege bölgesinde ağırlığını hissettirmesine ve Kemalist hareketin güçlenmesine bağlı olarak memlekete dönüş yapan Bozkurt, Kuşadası civarında Kuva-yı Milliye içerisinde siyasi faaliyetlere katıldı.

Mahmut Esat, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin 1. Dönemi’nde, İzmir’den milletvekili olarak meclise girdi ve ölümüne kadar (1943) İzmir milletvekili olarak kaldı. Geçen bu süre zarfında, yeni kurulan bir ulus-devletin hukuki altyapısını hazırlayan yasa koyuculardan oldu. 1923-24 yılları arasında İktisat Vekilliği, 1924 Anayasası’nın kabulünden 1930 yılına kadar da Adliye Vekilliği yaptı. Bu minvalde, Mahmut Esat Bozkurt’un Türk ulus-devletinin kurulması için yaptığı faaliyetleri birbirinden bağımsız olmayan üç ana başlıkta toplayabiliriz: Ulus-devlet ve hukuk bağlamında yaptıkları, İktisat Vekili olarak ekonomik-sınıfsal bağlamdaki faaliyetleri ve son olarak Türk millî kimliğinin inşası ve Kemalizmin doktrinleştirilmesi ekseninde ortaya koydukları.

Ulus-devletin hukuki temellerine bakıldığında, Mahmut Esat Bozkurt’un, 20 Nisan 1924’te kabul edilen yeni anayasal düzenlemeleri ve bu düzenlemelerin öncüsü olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu hazırlayan ekipte yer almış olması göze çarpacaktır. Bozkurt, Türkiye’de çoğunluğun çıkarlarını temel alarak oluşturulan 1924 anayasasının çerçevesini çizen en önemli figürlerden birisi olarak, temel hak ve hürriyetlerin meclisin -CHP’nin- çıkaracağı kanunlarla sınırlandırabilmesini desteklemiştir. Şeyh Said direnişinin ortaya çıkmasıyla birlikte, hiçbir adalet unsuru barındırmayan İstiklal Mahkemeleri’ni kurduran ve Takrir-i Sükûn Kanunu’nun 1925’te kabulüne karşı çıkan mebuslara yönelik en ciddi muhalefeti yapan yine Adalet Vekili Mahmut Esat Bozkurt’tur. Diğer bir deyişle, devletin kendi koyduğu anayasal kanunları delip geçecek ‘özel yetkili’ kanun ve mahkemeler kurma, bunu yaparken de hukuku siyaset için araçsallaştırılması yani adaletsiz hukuk anlayışının Türk ulus-devletinde kurumsallaşması Bozkurt öncülüğünde başlamıştır. Anayasal çerçeveye ek olarak: Türk Medeni Yasası, Türk Ceza Yasası, Kabotaj Yasası, Borçlar Yasası, Ticaret Yasası, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası gibi hukuk sisteminin ve Cumhuriyet döneminin temel yasaları (1926), Mahmut Esat Bozkurt’un Adliye Vekilliği döneminde hazırlandı ve yürürlüğe kondu. 1930 yılındaki Adalet Vekilliği görevinden istifasından sonra, Ankara Hukuk Fakültesi’nde ‘Devletler Hukuku’, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ‘Anayasa Hukuku’ profesörü olarak siyasi etkisini sürdürmeye devam etmiştir. 1943 yılında beyin kanamasından hayatını
kaybedene kadar yeni ulus-devlete bürokratlar, hâkimler, savcılar yani devletlu kadrolar yetiştirmiştir.

Mahmut Esat Bozkurt, iktisadi-sınıfsal çerçevede yeni ulus-devleti şekillendirmeye çalışmış, ancak bu ‘şerefe’ kısmen nail olabilmiştir. Kemalizmin sınıf temelli siyaseti millî kimlik projesine tâbi kılma, etkinsizleştirme ve ortaya çıkışını engelleme gayreti bağlamında ‘imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle’ yaratma projesine katkıda bulunan önemli isimlerindendir. Ayrıca, Bozkurt, savaş döneminde Mustafa Kemal tarafından kurdurulan ‘Resmi Türkiye Komünist Fırkası’nın üyelerindendir. Bu minvalde, daha sonra ‘sol Kemalizm’ olarak da adlandırılacak akımın da kurucuları arasında yer aldığı söylenebilir. ‘Sol Kemalist’ adlandırmasının kaynağı, ne Marx’a duyulan hayranlık, ne de işçilerin veya ezilenlerin çıkarlarını birincil gündem maddesi hâline getirme düşüncesidir. Daha ziyade, toplumun her kesiminden mesleki temsil olarak adlandırılan, ırgatlar, köylüler, zanaatkârlar, tüccarlar, askerler ve memurların eşit derecede temsil edildiği bir siyasi mekanizma idealini ortaya koyması nedeniyle ‘sol Kemalist’ olarak adlandırılmaktadır. Başka bir deyişle, toplumun sınıflar ekseninde değil, meslek grupları dolayımında siyasete katılması fikri ile ortaya çıkmıştır. Lakin 1923’te, İzmir İktisat Kongresi’nde uygulanmaya çalışılan bu model pek de kayda değer bir sonuç üretemedi. Sol Kemalizmin ve M. Esat Bozkurt’un solculuğunun esasen sınıf mücadelesini soğurma amaçlı olduğu, İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada yabancı sermayeye dair fikirleri üzerinden kendisini ifşa etmiştir: “(…) Yeni Türkiye Ekonomi Okulu’nun yabancı sermayeye karşı bir düşmanlığı olduğu sanılmasın. Türklerle aynı kanunlara ve şartlara bağlı olmak üzere, yabancı sermayeye hatta başka memleketlerden fazla, kolaylık göstermeye hazırız.”2 Türkiye sosyalist hareketinin on yıllar boyunca hesaplaşamayacağı sol Kemalizmin, yani Bozkurt’un heykellerini diken, adına hukuk ödülleri veren perspektifin temelleri ulus-devlet inşası sürecinde atılmıştır.

Son olarak, Bozkurt, Türk ulus-devletinin resmî ideolojisi olan Kemalizmin doktrinleştirilmesine önemli katkı sunmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra, ulus-devlet ideolojisinin yaratılması birincil vazife olarak görüldü. Bozkurt’un 1924 yılında yazdığı ‘Türk İhtilali’nin Düsturları’ adlı yazıları, Türk devrimini teorileştirmeye yönelik ilk girişimdir.3 Bu süreçte temel ihtiyaç, cumhuriyetin varlığını ‘ilelebet’ sürdürecek bir doktrin yaratmaktı. Ulus-devletin nasıl bir insan yaratacağını, sahibinin kimler olduğunu ve kimler olabileceğini en başından belirleyecek sınırların çizilmesi işi, Mustafa Kemal adına (soyadını bizzat Mustafa Kemal’in verdiği) Bozkurt ve diğer Kemalist aydınlar tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bozkurt’a göre Mustafa Kemal, ideolojinin oluşması için gerekli eylemleri yerine getirmişti, sıra onları yazacak cumhuriyet aydınlarına gelmişti. Bu aydınlardan birisi de Bozkurt’tur: “Atatürk, kendi sağlığında böyle bir
doktrin ihtiyacını duymuş ve bunun için bir inkılap enstitüsü kurdurmuştu. Bu enstitü Kemalizmin bir doktrin hâline getirilmesiyle görevliydi. İşte merhum Mahmut Esat Bozkurt bu Kemalizm doktrincilerinden biridir.”4 Örneğin, Mahmut Esat, ‘İnkılap Tarihi’ dersleri için hazırladığı taslakları Mustafa Kemal’e okutup onayını alarak ulus-devletin kendi tarih yazım pratiği için de öncü adımlar atmıştır. Bununla birlikte, Bozkurt, temelini attığı Kemalist ideolojinin kurumlaşması projesinde yalnız değildi. 1930’larda, daha örgütlü bir grup olan Kadro Dergisi çevresi Bozkurt’u takip edecek ve Mustafa Kemal’in düşüncelerinin daha radikal bir tefsiri yapılacaktı.5 Ulus-devletin ideolojik harcını doktrinleştirmek isteyen çevreler, Mustafa Kemal’in düşüncelerini istediği biçimde yorumlamıştır. Hepsinde ortak olan öğeler, otoriter, bürokratik, milliyetçi bir ulus-devlet ideolojisinin bağrına dökülmüştür. Tanıl Bora, Bozkurt’un başını çektiği doktriner Kemalizmi net biçimde tarif etmektedir: “Resmî milliyetçilik veya ‘Atatürk milliyetçiliği’: ‘Devlet ve düzen’ ideolojisi olarak işleyen, kurucu/kurtarıcı Atatürk mitosuna dayalı, otoriter bir sadakat yükümlülüğüyle ve deyim yerindeyse ‘ezber tekrarıyla’ kendini yeniden üreten, modernist ve bir yandan da özgücü ulus-devlet ideolojisi.”6

Bozkurt’u kendi dönemindeki diğer Kemalizm müteessirlerinden ayıransa, Türk milliyetçiliğine içkin ırkçılığı ortaya koyma konusunda net bir pozisyon almasıdır. Bozkurt’a göre, “Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir.”7 Ülkede Türkler dışındaki tüm etnik ve dinâ grupları daha aşağı gören ve Türk olmayan unsurlara ‘Türk’e köle olma şansı’nı sunan Bozkurt, ulusal egemenliğin parçası olmanın şartlarını açık bir şekilde ortaya koyar. Bozkurt, daha da ileri giderek, öz veya saf-Türklük gibi bir kavramlaştırma üzerinden cumhuriyetin izleyeceği etnik-ulusal homojenleştirme güzergâhının hatlarını belirler: “Yeni Türk Cumhuriyeti’nin devlet işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türk’ten başkasına inanmayacağız”; “Türk ihtilali, öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız ve şartsız.”8 Bozkurt’un bu ırkçı söylemleri, bir zorunluluk olarak, ulus-devlet projesinin bağrında yeşeren soyut-anayasal eşitlik söyleminin pratikte herhangi bir yansıması olmadığını net bir şekilde açığa çıkarır. Sonuç olarak, Mustafa Esat Bozkurt, 1920’ler ve 1930’larda ortaya çıkıp tükenen bir ideolojik sapmayı değil, ulus-devlet ideolojisinin siyaseten doğruculuk adına dillendiremediği, ulus-devlet kurumlarıyla dinamik bir şekilde sürekli yeniden üretilen Kemalizmi ve Kemalizme içkin ırkçılığı temsil etmektedir.

NOTLAR:
1- Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1930.
2- Başkaya, Fikret, Paradigmanın İflası, (İstanbul: Doz Yayınları, 1991), s. 131.
3- Uyar, Hakkı, ‘Mahmut Esat Bozkurt’, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt-2, Kemalizm, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009), s. 219.
4- Tanyol, Cahit, ‘Önsöz’, Atatürk İhtilali, (İstanbul: Kaynak Yayınları, 1995), s. 17.
5- Beşikçi, İsmail, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu, (İstanbul: Belge Yayınları, 1991), s. 31.
6- Bora, Tanıl, ‘Sunuş’, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt-4, Milliyetçilik, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2008), s. 19.
7- Bozkurt, Mahmut Esat, Atatürk İhtilali, (İstanbul: Kaynak Yayınları, 1995), s. 160.
8- A.g.e., s. 160, 267-270.

Portreler Dizi 1 – Şükrü Kaya: Soykırım, İnkâr ve Asimilasyon