Manuşyan ve “Affiche Rouge/Kızıl Afış”tekiler

[ A+ ] /[ A- ]

Temel DEMİRER

Hatırlaması, örnek alınması gerekenlerden birisi de Anadolu’nun Adıyaman’ından bir Ermeni kardeşimiz Misak Manuşyan (Manouchian)’dır…

1906 yılında, Adıyaman’da, üç çocuklu bir köylü ailesinin son çocuğu olarak doğar Misak Manukyan…

Babası İttihat ve Terakki çetecileri tarafından öldürülecek, annesi de gene o yıllarda hastalık ya da açlıktan yaşamını yitirecekti.

1915’te, ağabeyi Garabed’in dışında bütün ailesini kaybeder. Suriye’de bir yetimhanede bulur kendini.

1925 yılında Marsilya’ya giderler ağabeyi ile birlikte. İki yıl sonra, Paris’e geçerler. İki yıl sonra, ağabeyi Garabed’in sürgünlük, yetimlik ve yoksullukla hırpalanan bedeni daha fazla dayanamayıp hayata veda eder. Misak tek başınadır artık.

1929 yılındaki büyük ekonomik bunalımın sonucunda, göçmen olması hasebiyle, işten ilk atılanlar arasındadır. Bu yıllar da hem sınıf bilincine kavuşur hem de kendisi gibi yetim olan Mélinée’ye… Mélinée onun şiirlere sığmayan aşkıdır.

Mélinée onun gibi yetimdir ve tekdir. Bu iki yetim birbirlerini bulurlar ama maalesef zulüm dünyaya hükmetmekte olup iki yetime aşklarını doyasıya yaşama fırsatı vermez. Manuşyan; Mélinée’ye aşkını bir türlü itiraf edemez her seferinde utanır. Ama bir gün bir yol bulur: Mahcup Adıyamanlı Manuşyan, en sonunda bir gün ona “sevdiğim kızın fotoğrafını görmek ister misin?” diye soracaktır. Mélinée görmek istediğini söyleyince de cep aynasını çıkarıp Mélinée’nin yüzüne tutar. Bu mahçup ilan-ı aşk işe yarar ve iki yetim evlenirler.

Misak Manuşyan, Marsilya’da marangozluk öğrenmiş, ardından da Paris’e geçerek diğer Ermeni kökenli işçilerle birlikte bir süre Citroen otomobil fabrikasında çalışmıştır. Fransız Komünist Partisi’ne yakın sendika örgütü CGT (Genel İşçi Konfederasyonu) içinde yer alan Manuşyan 1934’te de FKP’ye üye olmuş ve onun yabancı ve göçmen işçileri örgütleyen bölümünde yer almıştır. Özellikle uzun işsizlik dönemlerinde Ermeni kültür ve edebiyat çevreleriyle ilişki kurmanın yanısıra edebiyat, tarih ve felsefe kursları alan Misak Manuşyan, şiirler yazmış ve bu arada ‘Çank/Çaba’ ve ‘Mışaguyt/Kültür’ adlı iki dergi çıkarmış, hatta bir ara FKP’nin yönettiği “İşçi Üniversitesi”ne devam etmiştir. Misak Manuşyan 1936-39 yılları arasında devam eden İspanya İç Savaşı’nda İspanya halkına yardım etmek için kurulan bir komitede yer almıştır. Manuşyan 1936’da İspanya İç Savaşı’nın patlak vermesinden bir süre sonra kurulan Uluslararası Tugaylar’a katılmak istemiş, ancak FKP yetkilileri kendisinin çalışmalarını Fransa’da sürdürmesini istemeleri üzerine ülkede kalmıştır.

Fransa, Nazilerin işgaline uğradığında hiç düşünmeden Partizanlara katılır.

Nazi ordularının Haziran 1940’da Fransa’yı işgal etmelerinin ardından siyasal faaliyetini sürdüren Manuşyan, Haziran 1941’de bir baskında tutuklanmış, ancak hakkında herhangi bir kanıt bulunamadığı için bir kaç hafta sonra serbest bırakılmıştır. 1942’de FKP’ye bağlı ve Paris bölgesindeki yabancı ve göçmen direnişçileri toplayan FTP-MOI’ye (Fransız Savaşçıları ve Partizanları-Göçmen İşçiler Kolu) katılan Manuşyan bir süre sonra grubun liderliğine yükselmiştir.

Kasım 1942’de aktif eylemlere başlayacak olan ve 60 dolayında militandan oluşan partizan birimi, çeşitli dillerde bildirilerin basıldığı gizli basım evleri örgütleyecek, Alman işgalcilerinin kontrolündeki demir yollarına ve trenlere ve Alman ordusu için üretim yapan fabrikalara karşı sabotajlar gerçekleştirecek, sahte pasaport ve kimlikler hazırlayacak, Alman askerlerine ve işbirlikçilere karşı cezalandırma eylemleri yapacaktır.

Örneğin 8 Eylül 1943’te Manuşyan Grubu üyeleri Paris-Reims hattında yol alan bir treni devirecek, Argenteuil’da iki jandarmayı, Porte d’Ivry’de iki Alman askerini, Rue de la Harpe’te bir Alman çavuşunu ve tam olarak saptanamayan bir yerde iki diğer Alman’ı öldüreceklerdir. Bir adı da “Stalingrad Müfrezesi” olan Manuşyan Grubu’nun eylemleri arasında Paris’teki Alman birliklerinin komutanı General Ernst von Schaumburg’e karşı başarısız bir suikast girişimi ve 28 Eylül 1943’de Julius Ritter adlı SS generalinin öldürülmesi de vardır. Çalışmaları Nazi işgalcileri ve işbirlikçi Fransız polisi tarafından giderek daha yoğun bir biçimde izlenen ve o sıra Paris’teki silahlı direnişin ana odağı konumunda bulunan Manuşyan Grubu’nun üyelerinin çoğu Kasım 1943’te ele geçirileceklerdir. Bir Fransız işbirlikçisinin ihbar etmesi sonucunda grup üyelerinin tamamı yakalanır.

Naziler ve kukla Vichy hükümeti, mensuplarının biri İspanyol, ikisi Romen, ikisi Macar, ikisi Ermeni, üçü Fransız, beşi İtalyan ve sekizi Polonyalı olan Manuşyan Grubu’nun davasına olağanüstü bir önem verdiler. İşgalciler ve onların güdümündeki basın grupta yer alan Polonyalıların çoğunun Yahudi kökenli olmasını da -kendilerince- kullanarak Manuşyan Grubu’nun Almanya’ya ve Fransa’ya karşı düzenlenen “Yahudi-Bolşevik komplo”nun bir parçası olduğu yolunda bir yaygara başlattılar. Fransız kamuoyunu etkilemeyi hedefleyen Nazi işgalcileri, otuz dolayında Fransız ve yabancı gazetenin temsil edildiği duruşmayı, direnişin aslında kriminal bir nitelik taşıdığı ve Fransa’ya karşı olan “yabancı haydutlar ve teröristler” tarafından yürütüldüğü mesajını vermek için kullanmaya çalıştı.

Onlar bu amaçla, Paris’in ve Fransa’nın hemen her yerine astıkları ve Misak Manuşyan’ın ve onun “yabancı” kökenli yoldaşlarının bir bölümünün resimlerini, onlarla birlikte yakalanan silahları, rayından çıkarılmış bir treni, partizanlar tarafından delik deşik edilmiş olan birinin cesedini vb. gösteren kızıl renkte bir afiş hazırladılar. Misak Manuşyan’ı çetenin lideri olarak tanımlayan ve O’nun 56 saldırı, 150 ölüm ve 800 yaralanmadan sorumlu olduğunu ileri süren afişin üst tarafında “Bunlar mı Kurtarıcı?” ve altında “Suçlular Ordusu Tarafından Kurtarılmak mı?” ibareleri yer alıyordu.

Ancak, arka planı kan renginde düzenlenen bu afiş aslında direnişin bir sembolü hâline gelecektir. Bu afişler sokaklara asıldıktan sonra geceleri partizanlar afişlerin altını donatırlar: FRANSA İÇİN ÖLDÜLER, FRANSA’YI BUNLAR KURTARACAK. Kendisi de FKP üyesi olan Louis Aragon’un 1956’de yazdığı -ve daha sonra Leo Ferre tarafından bestelenecek olan- “Kızıl Afiş” adlı şiirine konu olacaktır 23’ler.

23’ler ağır işkencelere uğrarlar. Ser verir, sır vermezler. Fresnes Hapishanesi’nde geçirdikleri üç ay boyunca, 23’ler uzun uzun sorgulanır, yani işkence görürler. Yargılanmaları sırasında taşıdıkları yara izleri de bunu kanıtlar. Sorgulamalarda, eylemlerinden ve bunları niçin yapmış olduklarından başka bir şey söylemezler. Pişman olduklarına dair tek bir söz çıkmaz ağızlarından; aksine, sırf görevlerini yerine getirdiklerini söylerler. Her biri, onları harekete geçiren ortak nedenlerin yanı sıra, kendi özel gerekçelerini açıklar. Mesela Yahudiler, onları toptan ortadan kaldırmak isteyen Nazi barbarlığına karşı kendilerini savunduklarını; Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın onayıyla katledilmiş halklarının özgürlüğünü korumak için savaştıklarını; İspanyollar, ülkelerinde ortalığı kasıp kavuran faşizme karşı çarpıştıklarını; İtalyanlar, Hitler’in müttefiki Mussolini tarafından kovuldukları memleketlerine dönebilmek amacıyla silaha sarıldıklarını; Polonyalılar, Hitler’in haritadan sildiği vatanlarının yok olmaması için mücadele ettiklerini belirtirler. Hepsi de, işgalci Nazilere karşı halklarıyla omuz omuza savaşırken, kendilerine kucak açmış olan Fransa’ya karşı görevlerini yerine getirdiklerini söylerler.

Nazi işgal ordularına verdirdiği kayıplardan dolayı Hitler, mahkemesini özel olarak takip etmekte, bilgi almaktadır. Uyduruk işgal mahkemesine çıkarlar. Misak Manuşyan; önce Almanlara doğru dönerek: “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi, rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim!”

Sonra, Fransızlara dönerek: “Fakat size gelince, sizler Fransız’sınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik!” diyerek Cezayir ve Londra radyolarında da yayınlanan o müthiş konuşmasını yapar. Hepsi farklı milletlerden olan 23’ler ölüme mahkûm edilirler.

Mahkeme başkanı, onlara af dilemeyi düşünüp düşünmediklerini sorar. Bunun üzerine bütün yoldaşları Manuşyan’a dönerek hep birlikte “HAYIR!” derler.

İşbirlikçi Fransız basını Alman askeri mahkemesinin kararını “23 terörist ölüm cezasına çarptırıldı” başlığıyla verdi. 22 partizan, 21 Şubat 1944’de Paris’in batısında bulunan -ve daha sonra bir direniş anıtı hâline getirilecek olan- Mont-Valerien kalesinde kurşuna dizileceklerdi. Grubun tek kadın üyesi olan 32 yaşındaki Olga Bancic ise Almanya’ya götürülerek 30 Mayıs 1944’te Stuttgart’taki Urbanstrasse cezaevinde infaz edilecekti.

Misak Manuşyan ölümünden üç saat önce karısına ve dostlarına bir mektup bırakır. Zaferin yakın olduğunu ancak kendisinin göremeyeceğinin bilinciyle yazar Fresnes’den 21 Şubat 1944’de:

Sevgili Melinee, benim sevgili küçük yetimim,

Birkaç saat sonra bu dünyada olmayacağım. Öğleden sonra saat üçte kurşuna dizileceğiz… Bugün hava güneşli…

Sevgili karım ve sevgili dostlarım; yaşama, güneşe ve doğanın o çok sevdiğim güzelliklerine bakarken veda edeceğim. Bana kötülük yapan ya da yapmayı istemiş olan herkesi bağışlıyorum; ancak canını kurtarmak için bize ihanet edenleri ve bizi satanları asla bağışlamayacağım. Seni ve senin yanı sıra kız kardeşini ve uzak yakın tüm dostları sımsıkı kucaklıyorum; hepinizi kalbimin bir köşesine yerleştiriyorum. Elveda. Dostun, yoldaşın ve kocan…[1]

Onunla darağacına çıkan “Kızıl Afiş/Affiche Rouge”deki İspanyol Celestino Alfonso… Romen Olga Bancic ve Joseph Boczov… Fransız Georges Cloarec, Roger Rouxel ve Robert Witchitz… İtalyan Rino Della Negra, Spartaco Fontano, Césare Luccarini ve Antoine Salvadori ve Amédéo Usséglio… Macar Thomas Elek ve Emeric Glasz… Polonyalı Maurice Fingercwajg, Jonas Geduldig, Léon Goldberg, Szlama Grzywacz, Stanislas Kubacki, Marcel Rayman, Willy Szapiro, Wolf Wajsbrot… Ermeni Arpen Lavityan ile Misak Manuşyan herkese bir kez daha, herkese insan ve enternasyonalist olmanın ne anlama geldiğini anlatır…

NOT:
1-
Efkan Bolaç, “Yiğitliğin Dili, Dini, Irkı Olmaz…”, Birgün, 21 Şubat 2012, s.10.

Editörün notu: Okuduğunuz yazı; Temel Demirer’in 6 Haziran 2012 tarihinde kaleme aldığı “Hatırlayın; Unutturmayın Onları” başlıklı yazısının bir bölümüdür.