Sarkis Ahparik ve Marx

[ A+ ] /[ A- ]

cerkezyan

Erdal DOĞAN
Birgün Gazetesi

Londra’nın Highgate Mezarlığı’nın kapısından girip sol yolu takip ederek biraz ilerlediğinizde sizi ağaç dalları altında 1883 yılından beri oranın sakini olan Karl Marx büstü karşılar. Karşılar karşılamaz sizde uyandıracağı ilk izlenim herhalde büstü ve mezarı bulunan bu adamın sanki fikirleri ve vicdanı ile dünyayı sarsan kişi değil de, sevgili eşi, çocukları ve etrafında toplanmış bir kısım yoldaşları ile her türlü kibir ve iktidar hırsından arınmış, yaşını başını almış güngörmüş bir cemaat büyüğü olduğudur. Evet Highgate Mezarlığı’nın “güngörmüş” halli bu sakini ne kadar tartışılırsa tartışılsın onun kadar dünyayı etkilemiş ve etkilemeye devam eden ikinci bir kişiyi dillendirmekte zorlanıyor insan.

Milyonlarca insanın izinden gittiği, en azından gitmeye çalıştığı, alıntı yaptığı, referans verdiği, tartıştığı, yerdiği bu düşünür ile ilgili bunları düşünürken farkında olmadan bir de bakmışım ki tarifi zor bir duygu dünyasının içine yuvarlanmışım.

Tesadüf bu ya, yaklaşık bir asır boyunca çetin yaşam serüveni hep mücadele içinde geçen Türkiyeli Ermeni Komünist Sarkis Çerkezyan da o gün Karl Marx ve öteki sevdiklerinin yanına katılmıştı. Belki bu yüzden olsa gerek Karl Marx, o gün yoldaşı için farklı bir gurur ve sevinç içinde gözlerini ileri doğru sabitlemiş bakarken, kendisini ziyarete gelen, fotoğraf çektiren ve notlar bırakan her biri kişiye karşı ise endişeli ve sorgulayıcı idi.

Sarkis Çerkezyan yani Sarkis ahparik, ölüm haberini böyle bir günde senin için belki de çok anlamlı bir yerde öğrendim. O an çocukça bir düşünce ile imkân olsaydı da seni de Karl Marx’ın İran, Irak, Suriye gibi komşu ve diğer dünya ülkelerinin sosyalist ve komünist yoldaşları gibi yanına toprağa verseydik diye düşündüm. Ülkende çok yalnızlık çektin, belki oradaki çoğulculuk ve ortak vicdan, yalnızlığını giderirdi. Dedim ya benimkisi çocukça bir düşünce işte. Biliyordum istemesine isterdin ama sen yine de bunca yalnızlık, anlaşılmama, yok sayılma ve acıya rağmen harmanlandığın, özünü aldığın ülkenin topraklarını tercih ederdin.
93 yaşına rağmen hiçbir kişiye karşı abi söylemi dolaysızca bu kadar uygun düşmez ve yakışmazdı. Çünkü senin yüreğin ve gözlerin o kadar genç ve statükodan uzaktı ki, sanki çok yakın bir geçmişten süzüp billurlaştırdığın tecrübelerini, bilgilerini merak eden kardeşlerine gönül rahatlığı ile veren bir emanetçiydin. Belki bu yüzden sanki çok uzun bir zaman ölmeyecek gibiydin.

“Bu Dünya Hepimize Yeter” kitabınla birçok şeyi yeniden değerlendirmek ve düşünmek ihtiyacı doğurmuştun. Kitabına aktarmadığını düşündüğüm birçok bilgi ve görgünün tanıklığını dinlemek, öğrenmek, seni tanımak amacıyla o kısa ama anlamlı ziyarette art arda sorduğum sorulara verdiğin cevaplar neredeyse kelimesi kelimesine belleğimde. Çünkü tarihin canlı bir tanığı olarak az ve öz konuşur ve cevaplardın. Sen o kısa zaman aralıklarında sorulara az ve öz cevap verirken benim aklım ister istemez bu ülkenin kadim halklarının çok değil geçen yüzyıl içinde yaşadığı kıyımları çoğu zaman görmeyen Türk Sol tarihindeki milliyetçi ve İttihat Terakki geleneğine takılıyordu. Öyle ya bu milliyetçi ceberrut devlet ve sistem onlara da az çektirmemişti. Onların payına da azımsanmayacak onca katliam, ölüm, işkence, hapishane, yoksunluk düştü ve düşmeye devam ediyor. Buna rağmen yine de insanın düşünemeden edemediği asıl mesele “nasıl olup da solun halen hatırı sayılır bir kesiminin halen bu mevcut fikri, söylemi üzerinden silkip atamadığıdır?

Herhalde diyorum Türkleştirme ve Müslümanlaştırma hedefli İttihat Terakki politik hat ve uygulamaları, yakıp yıktığı bu coğrafyanın gerisinde, lanetlemiş bir toprak ve ruhlar bıraktı! Bunları düşüne dururken bir ara Hrant’ın öldürülmesi üzerine konuşmaya başladık senle. Sen o tek göz odalı evinin duvarında asılı resmi parmağınla göstererek “bak onların da her biri Hrant’tı” “hepsi katledildi”. Parmağınla gösterdiğin 24 Nisan 1915 te evlerinden toplanarak ölüme götürülen Ermeni aydınlarından bir kısmının yer aldığı rengi sararmış bir resimdi. O naif ve kısık sesinle bunu söyleyişin hâlâ kulağımda çınlar! Nasıl çınlamasın, yaklaşık bir asırlık acı ve yalnızlığın vurgu ve tonlamasının yükünü taşıyordu o ses. Sonra uzun bir süre sessizlik olmuş, bakışlarımız o resimdeki portrelere takılı kalmıştı. O günden sonra çok istememe rağmen bir daha görüşemedik. Çünkü seni ne arayıp sordum ne de sana uğrayabildim. Çünkü o sesin yükünü bir türlü yüreğimde hafifletememiştim.

Bir Ermeni olarak yalnızca sen değil tüm halkının yaşadığı acılar neredeyse her kesimden görmezden gelindiği, ırkçılık ve asimilasyonun günlük bir yaşam pratiğine dönüştüğü ülkede sen komünist oldun, komünist olarak yaşayıp, mücadele ettin ve öyle öldün. Belki kırgınlıkların çoktu hepimize, ama bunu yıllar önce kaybettiğin sevgili eşinin o yoksunluklar içindeki hallerinde senden utangaçça istediği ama almakta zorlandığın düdüklü tencere örneğindeki gibi “al sana bir tencere yanına da bir düdük oldu mu sana düdüklü bir tencere” esprili geçiştirmelerinle geçiştirip durdun. Aynı Zihni Anadolu’ya verdiğin Solun Türk’ü, Migros’un Türk’ü cevabın gibi. Bir Ermeni olarak yaşamak bir delilik ise bu memlekette! Sen “Ermeni” bir komünist olarak başka bir deliliği başarıp yaşadın. Işıklar ve huzur içinde yat Sarkis ahparik.