Sayat Tekir: Son 150 yıldır katliamlar, soykırım, cinayetler, sürekli baskı ve göçün getirdiği travma Türkiye Ermenileri’nin üzerinden eksik olmadı

[ A+ ] /[ A- ]

Sayat Tekir
Nor Zartonk Hollanda Temsilcisi
24 Nisan 2018 Assen / Hollanda

19. yy. sonlarından itibaren hepimizin köklerinin bulunduğu coğrafyada yaşam, Ermeniler ve diğer halklar için kolay olmadı. Bu dönem artan baskı, katliamlar ile devam edip 1915’teki soykırım ile zirveye ulaştı. Bu süreçte Asuri-Keldani-Süryani ve Pontus Soykırımı ile diğer halklar da payına düşeni aldı. Soykırım, Türkiye Ermenileri için ne ilkti ne de son oldu. Cumhuriyet döneminde her 10 yılda bir yaşanan baskı, pogrom, cinayet, ayrımcı yasa ve uygulamalar ile Ermenilerin yaşamı her daim zordu. Gitmek bir seçenekti ve tercih eden ciddi sayıda bir kitle vardı. Kalmak ise Ermeni halkının yaşadığı toprak ile kurduğu bağdan ileri geliyordu. Aslında Ermeni tarihine baktığımızda gitmek de kalmak da Ermeniliğe dair bir şeydi.

Kalanlar, yani Türkiye Ermenileri için bazı dönemler nefes alma aralıkları yarattıysa da bir devlet politikası olarak baskı daimiydi. Devletin devamlılığının esas olduğu Türkiye’de 80’lerden sonra doğan yeni Ermeni nesli için 2007’deki Hrant Dink cinayeti, ailelerden duyulan hikayelerin ete kemiğe bürünmesiydi. Dink cinayeti sonrasında Sevag Balıkçı ve Maritsa Küçük’ün de nefret cinayetine uğraması, Türkiye’de Ermeni olmanın ağır yükünü tekrar hissettirdi.

Son 150 yıldır katliamlar, soykırım, cinayetler, sürekli baskı ve göçün getirdiği travma Türkiye Ermenileri’nin üzerinden eksik olmadı. Bu travma ile mücadele etmek açıkçası hala hiç de kolay değil.
Çünkü hala isimleri özel olarak verilmiş sokaklarda yaşıyoruz. Eski bir ermeni mahallesinde milliyetçi isimli sokaklarda yaşayıp, ülkeye demokrasi gelsin diye Talat Paşa Okuluna oy vermeye gidiyoruz. Halen Türkçe ikinci adlar alıyoruz ya da Türkçeye benzeyen adlar kullanıyoruz. Kendimize göre Türkiye’de hayatta kalma stratejileri üretiyoruz çünkü halen öldürülüyoruz. Biz bir türlü durdurulamayan bir seri katil ile karşı karşıyayız. Biz ölürken, o cinayetlerini işlemeye devam ediyor.

Ermenilerin Güncel Durumu

Bugün Türkiye Ermenilerine baktığımızda Soykırım öncesi milyonlar, sonrası ise yüzbinler ile ifade edilen sayılardan 40-50 binlere gelmiş bir nüfustan söz etmekteyiz. 1915’ten önce sayıları binlerle ifade edilen kiliselerden bugün 38 tanesi ayakta. Diğerleri soykırımcılara kendi suçlarını hatırlatmaması için ya yok edildi ya el konuldu ya da definecilerin talanına uğradı.

1915’ten önce sayıları yüzlerle ifade edilen okullardan sadece 16’sı faal durumda. Bu okullara 2 yıl önceye kadar sadece Ermenilere ait soy kodu olanlar gidebilmekteydi. 90 yıl süren bu ırkçı uygulama 1915’ten sonra zorla müslümanlaştırılan Ermenilerin, Ermeni okullarına girmesini engellemekteydi. Öğrenci sayıları gün geçtikçe azalan okulların bugün halen tehdit aldığını ve duvarlarına ırkçı yazılar yazılmakta olduğunu eklemekte yarar var.

Bugün Türkiye’de Ermeniler halen patriklerini ve vakıf yönetimlerini seçememekte. İçişleri Bakanlığı’nın tebligatıyla Patrik seçimi sürecini durduruldu. Patrik Kaymakamı Bekçiyan tanınmadı ve seçilmemiş bir kişi olan, bu yüzden de yıllardır tepki gören Başepiskopos Ateşyan’ı yeniden Patrikhane’nin başı olarak Ermenilere dayatıldı.

Ateşyan vekil maskesiyle patriklik makamını 10 yıldır hukuksuzca gasp ediyor. Kendisi bir taraftan AKP ile kurduğu şüpheli ilişkiler sayesinde koltuğu sağlama alırken diğer taraftan vakıfların zengin yöneticileriyle iktidarını kuvvetlendirdi. Hem patriklik hem de vakıf seçimlerinin yıllardır yapılamamasının arkasında bu kirli ittifak ilişkileri yatmaktadır. Erdoğan oluşturmaya çalıştığı mutlak iktidarı Ermeniler özelinde patrikhaneyi bir devlet dairesine dönüştürerek oluşturmaya çalışmaktadır.

Öte yandan Türkiye Ermenileri son 20 yılda tekrar politize olmaya başladılar. Hrant Dink’in öldürülmesi ne yazık ki bu sürecin motor kuvveti oldu. Cinayet sonrası Ermeniler ile ilgili konular daha fazla konuşulur oldu. Türkiye hakları hem kendi aile geçmişlerini hem de yaşadıkları toprakların geçmişini daha fazla sorar oldular. Hrant Dink’in öldürülmesi hepimiz için bir bedel oldu. Öyle korkunç bir bedel oldu ki bu travmayı kırıp geçmişimizi konuşmaya başladık.

Bu repolitizasyon süreci içinde sivil toplum örgütleri, sosyal ya da politik gruplar ortaya çıktı. Ayrıca yerel ve genel seçimlerde ermeni adaylar çıktı. Bugün Türkiye parlamentosunda 3 farklı partiye mensup 3 Ermeni var. Garo Paylan ve Selina Doğan’ı Ermeniler ile ilgili yapmış oldukları çalışmalardan, Markar Esayan’ı ise Ermenilere karşı yapmış olduğu çalışmalardan biliyorsunuz.
Seçimlerden önce de dediğim gibi Türkiye öyle bir ülke ki yazılı olmayan kuralları değişmeden, parlamentonun hepsi ermeni dahi olsa bir şey fark etmiyor. Nefret söylemi ve saldırılar mecliste bile gerçekleşebiliyor.

Şili’de 1973 Pinochet darbesine karşı direnişçilerin ”örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganını unutmamamız gerekiyor. Örgütlü bir halk içinden her türlü siyasi figür çıkabilir ve gücünü halkından alır ama örgütsüz halklar, kaç tane siyasetçileri olursa olsun yenilmeye mahkümlardır.

Nor Zartonk

Onyıllardır tekrarlanan ve Erdoğan tarafından devam ettirilen ırkçı söylemler ve ermeniler üzerinden yaratılan paranoyalar sonucunda ermeniler halen öldürülmekte, dövülmekte veya tehdit edilmekte. Bugün Nor Zartonk olarak biz insan haklarını mücadelesi verirken aslında en temelden yani insanın yaşama hakkını savunmaktan başlıyoruz.

Nor Zartonk olarak biraraya geldiğimizden beri; eşitlik, özgürlük ve adalet talebimizi içinde doğduğumuz Türkiye Ermenilerinden yola çıkarak tüm topluma duyurmaya ve yaymaya gayret ettik. Sorunlarımızın Türkiye’nin diğer ezilenlerinin sorunlarından bağımsız olmadığının farkındaydık ve her zaman onlar ile dayanışma içinde olmaya çabaladık.

Şuşanik Gurğinyan’ın İşçiler şiirdinde dediği gibi;

“Ezenin şanını, despotizmin tacını,
kölenin zincirini
Göğsümüzle un ufak etmek için
bize benzeyenlere yeni ufuklar açmak için,
eşitliğe layık olmak için!
İşte böyle geliyoruz…”

Irkçılıktan, ayrımcılıktan ve göçmen karşıtlığından uzak durduk. Irkçı ittihatçıların katlettiği halkımızın geçmişini biliyorduk. Halkımızın kaçtığı Avrupa ve Amerika’da her zaman iyi karşılanmadığını unutmuyorduk. Karşılaştıkları nefret söylemleri halen hatırımızdaydı. Bu yüzden ırkçı ve göçmen karşıtlarından uzak durduk, onlara oy vermedik.

Adaletsizliğin normalleştiği, mahkeme salonlarının “ötekiler” için adeta birer tiyatro salonu olduğu bir ülkede onlarca duruşma takip ettik. Dink, Balıkçı ve Küçük cinayet davalarından mahkeme önündeydik. “Biz buradayız” dedik. Merhamet değil adalet istiyoruz dedik. Eva Aksoy davasında mahkeme salonundaydık. Bu sefer Aksoy’u tehdit edenin gözlerine bakarak “biz buradayız!” dedik. 24 Nisan 2015’te gerçekleştirdiğimiz yürüyüşte ise bizi hala öldürmeyi düşünenlerin gözlerine bakıp “biz buradayız” dedik.

1939’a kadar Surp Agop Ermeni Mezarlığı olan Gezi parkı’ndaydık. 2013 Gezi parkı direnişinde “Mezarlığımızı aldınız ama bu sefer parkımızı vermeyeceğiz!” dedik ve dostlarımız ile direndik. Direndik ve parkımızı vermedik. “Parkımızı vermedik, Kampımızı da vermeyeceğiz!” dedik ve her halktan dostlarımız ile Kamp Armen’de birlikte direndik. 175 gün direndik ve Kampımızı da vermedik. Wall Street’i işgal eden %99’ların dediği gibi biz “yaşamak için direniyoruz”.

Dünya’nın neresinde yaşarsak yaşayalım Goethe’nin sözlerini unutmamalıyız: “Hiç kimse özgür olmadığı halde, özgür olduğunu düşünenler kadar tutsak değildir.” Taksim ya da Cumhuriyet Meydanı’nda, Sorbonne’da ya da Amsterdam Üniversitesi’ndeki işgallerde, Chipas’ta ya da Rojava’da, artan kiralara ya da elektrik zamlarına karşı direnen; eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen tüm dostlarımıza selam olsun. Mücadeleleri bize umut veriyor ve ilham katıyor.

Mücadele

Bugün Türkiye 1915’e benzer bir süreçten geçiyor. Erdoğan’ın İttihatçi politikaları ile binlerce insan tutuklanıyor, işkence görüyor, sokak ortasında öldürülüyor ya da yerinden yurdundan ediliyor. Tüm bu kötü tablo içerisinde yine de Türkiye’deki gidişatı değiştirecek olan tek güç toplumsal muhalefettir. Kabul etmek biraz zor da gelse; Ermeni Soykırımı’nın kabulu Türkiye’nin demokratikleşmesi ile mümkündür.

Subcomandante Marcos ve Moisés’in dediği gibi “Gerçek ve adalet asla, hiçbir zaman yukarıdan bahşedilmeyecek. Bunu tabandan başlayarak bizim inşa etmemiz gerekecektir…” Bugün bizim de adaleti gerçekleştirmek için tabandan başlayarak mücadele etmemiz ya da Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlere destek olmamız gerekiyor. Jean Jaurès’nin Hamidiye katliamları için dediği “ insanlık mahzeninde bir ceset” ile birlikte daha fazla yaşamak istemiyorsak yeni görüşlere açık olmalı ve yeni bir siyaset oluşturmalıyız.

Biz Kamp Armen’in alınış sürecinde halkların birlikte direnişine tanıklık ettik. Şu bir gerçek ki Ermeni halkının adalet mücadelesine destek veren ve bizle omuz omuza duran Türkler, Kürtler, Aleviler, Çerkesler ve diğer halklar hepimize umut oluşturuyor.

Sözlerime 103 yıl önce bugün tutuklanan ve daha sonra götürüldüğü Çankırı’da katledilen bir öğretmenin şiiri ile son veriyorum. Öldürüldüğünde sadece 31 yaşında olan Taniel Varujan’ın Antasdan şiirinin bir bölümü ile…

Dünyanın doğu tarafında
Barış olsun.
Tarlanın apak çığırlarına
Kan değil, ter damlasın
Ve çınlarken akşam çanı
Eğilsin herkes takdise…

Dünyanın batı tarafında
Bereket olsun.
Her yıldızdan çiy yağsın
Her başaktan altın saçılsın,
Ve koyunlar tepelerde otlarken
Filiz, çiçek bitsin yerden…