Sınır Yazıları (1): Sınırın Geçişliliği

[ A+ ] /[ A- ]

sınır

Sayat TEKİR
Oniki Gazetesi

‘’Ulusal sınırların sabit, dayanıklı ve katı gereklilikleri ile insanların değişken, geçici ve esnek gereklilikleri arasında her zaman bir gerilim olmuştur. Ulus-devletin temel kurgusu etnik, ırksal, dilsel ve kültürel türdeşlikse, sınırlar bu yapıyı yalanlayıp durmaktadır hep.’’
Horsman ve Marshall, After the Nation-State

Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına dair İsviçre’de imzalanan protokollerinden bu yana özel olarak Türkiye-Ermenistan sınırı genel olarak ise sınır sosyolojisi ile ilgileniyorum. Birbirlerinden izole edilmeye çalışılmış iki halkın ve iki kültürün birbirlerine yaklaştığı bu sınır belki de Türkiyeli bir Ermeni olarak en çok beni ilgilendiriyor.

Sınırlar üzerine çalışmaya başlayınca ilginizi ilk çeken konu sınırın geçişliliği yani esnekliğidir çünkü sınırlar iktidar alanları ve sembolleridir. Güvenlik kuleleri, dikenli teller ve hatta mayınlar; devletlerin kendilerine ait topraklarının eriştiği son sınırları belli eden uç bir egemenlik göstergesidir. Bu yüzden merkezde yaşayan bir insana sınırlar geçilmez ya da geçilemez olarak gelir. Bu yüzen hemen her sınırda doğal olarak gerçekleşen kaçakçılık, merkezdeki insanın tepkisini çeker. Oysa dedikleri gibi sınır geçilmek için vardır.

Bundan birkaç yıl önce Türkiye-Ermenistan sınırı ile ilgili ‘sıfır noktasında ’yapmış olduğum saha araştırmasında Haçik adında yaşlı bir adamla tanıştım. Haçik amca 70’lerinin ortasında fakat dinç bir köylü ve bugün Ermenistan’da sayıları azalsa da sıkı bir komünist. Araştırmam sırasında Haçik Amca bana bundan 35 yıl önce ölümü göze alarak gerçekleştirdiği, kendi sınır geçme anısını anlatmıştı.

Haçik amcanın ölüm döşeğindeki annesi, doğduğu köyün pınarının suyundan içmek ister. Annesi Haçik amcaya başka yerden su getirip kendisini kandırmaya çalışmamasını zira bunu anlayacağını söyler. Haçik amca, annesinin ölmeden önceki son arzusunu yerine getirmek ister ama şöyle bir sıkıntı vardır ki köy Türkiye sınırları içindedir. Akhurian (Arpaçay) nehrinin diğer yanında bulunan köye gidebilmek için gece yarısı yola çıkar. Önce Sovyet sınır güvenliğini sonra Arpaçay’ı aşıp Türkiye sınırına girer. Türkiye sınırı içerisinde jandarma karakolunu çevresinden sürünerek geçer ve artık yerleşim olmayan annesinin doğduğu köye gelir. Köydeki pınarda şişelerini doldurur hatta keyif vodkasını da içer ve aynı yol ile çıkar geri gelir. Sabah suyu annesine uzatınca annesi; ‘’beni kandırmıyorsun değil mi?’’ diye sorar. O da ‘’iç bakalım en iyi sen anlarsın köyünün suyunu’’ der ve annesinin son isteğini yerine getirir. Annesi uzun zamandır hasret olduğu suyun tadını hemen tanır.

Siz bu anlatılandan Ermeni bir kadının doğduğu/kovulduğu topraklara hasretini mi görürsünüz yoksa genç bir adamın macera arayışını mı bilmiyorum ama ben ‘’sınırların sabit, dayanıklı ve katı gerekliliklerinin’’ nasıl veya neden aşılabileceğini görüyorum.

Bir diğer yandan bu anı her aklıma geldiğinde; annesinin son isteğini yerine getirmek isteyen Haçik amcanın yakalanması durumunda neler olacağını düşünmeden de edemiyorum. En iyi ihtimalle öldürülmeyip, Türkiye’de yakalanması halinde Sovyet ajanı, Ermenistan S.S.C’de yakalanması halinde ise Amerikan ajanı muamelesi göreceğini kestirmek soğuk savaş dönemi politikalarını düşündüğümüzde pek de güç değil. Dönemin sınırının sadece iki ülke sınırı değil iki karşıt sistemin de sınırı olduğunu hatırlatmak lazım. Oysa görüyoruz ki dönemin Nato-Sovyet sınırı bile ‘’insanın değişken, geçici ve esnek gereklilikleriyle’’ boy ölçüşemiyor.

Dedikleri gibi sınır geçilmek için vardır. Her sene milyon dolarlar yatırılan son teknoloji Meksika-ABD sınırı için de bu böyle kapıları kapalı olan Türkiye-Ermenistan sınırı için de…

NOT: Sınıra duvarlar örerek ya da plastik mermi, gaz bombası ve tomalar ile sınırı kendi vatandaşlarına karşı koruyanlara(!) karşı sınırı aşıp Kobane’de düşene dövüşene bin selam olsun.