soluk almak için cümleler…

[ A+ ] /[ A- ]

Misak TUNÇBOYACI

ortaklaştırılacak akıl, varsa yaşanacak o güzel günler için..

her cümle derdin ne olduğunu kestirmeden anlatabilmek için bir tutunduğumuz daldır. dayanağımızdır. unutturulduğumuz kelimelerin, artık neredeyse mekaniğe bağlantılanmış olan tepkimelerin işitildiği bir zaman diliminde asıl derdin her ne olduğunu idrak ettirecek olandır. kendiliğinden ortaya çıkan dizilimler hep bundandır. hep bunu daha da berraklaştırmak için ve adına eylenenlerdir. bırakın cümleleri, kelimeleri onun temel taşı olanı, harfleri birbirlerine yakınlaştırmak bile bir sorun bu ülkede dediğinizi duyar gibi oluyoruz. oysa bildiğimizi sandığımız aşinayız biz dediğimiz pek çok mefhumda ve vakı’ada olduğu gibi bu meselde de ancak bir şeylere erebiliyoruz. ancak bir şeylerin bu kadar hor kullanılıp, üzerinde per per tepinilip buyrun size cümleleriniz denildiğini görüyoruz. dedik ya ancak öğreniyoruz.

hem kodlanıyoruz hem ayarlardan ayar beğendirilip hah şöyle edebinizle denilerek o sıranın içinde tutulmaya çalışılıyoruz. ikisi bir arada. durmaksızın ben ben ben diyenlerin muktedirliğinde biz ne olacak sorusu yabana atılıyor. demokrasinin halkın kendi kendine yetebilirliği, sözünü sakınmadan savunagelmesi, bildirmesi değilmiş gibi; inadına ona tahakküm kesenlerin, boyunca yeni yaftalamalara girişenlerin kendi bekaları için günü nasıl çarçur ettiklerini bir kez daha ikrar ediyoruz. her cümle bu ve benzerlerine karşı içimizde biriktirdiklerimizdir. susmanın ala olduğunun zikredilmesi karşısında hayır efendiler avaza tutunmak farzdır, asıl şimdi lazımdır vurgusunun tam ve eksiksiz karşılığını oluşturandır cümlelerimiz. yaşıyoruz vesselam.

görmezsek, bilmezsek, hiçbir şart altında bu dayatımın müsebbiplerine bir şeyler demezsek hakkımızı sorgulamazsak vs. bir biçimde yaşadığımız imgelemine kapılıp gidiyoruz cümbür cemaat. oysa işin doğrusu sözün kestirmesi hiç de kolay değil bu ülkede yaşayabilmek hele ki birbirinden bağımsız gibi duran ama birbirlerine sımsıkı bağlantılanabilecek bir vakıalar düzleminde. gel de yaşa. türetilmiş, dönüştürülmüş ya da henüz yola çıkılmış bir toplum inşasında her ne hallerde nasıl biçimsizce ilerletildiğimiz ortaya çıkmaktadır. tepeden indirgemeciliğin doksan yıllık tarihinin tekerrürü, bir dolu hamlesinin benzerleri güne doğmaktadır. günü daraltmaktadır.

karanlık mefhumu sözümona uygarlık adına çıkılmış olan bir maratonda nasıl daha fazla kötülüğün yüceltimi adına sahne oluşturulduğundan, mesken haline dönüştürüldüğünden başlayabiliriz pekala. kararlılıkla karanlığı dört bucağa yaymak için eylenenlerin yekününedir sözümüz. verilecek hakların bile rıza dayatımlarına bunlara uy sonrası allah kerimlerin, önce itaat edeceksiniz, haddinizi bileceksinizlerin bir aradalığında eylenenlerin toplamınadır isyan edişimiz. yeter artık diye söze karışmamız. bir cümle kurmaya kalkışmamız. bilcümle için ve içerisinde onlarca şeyden bahsedebilmek mümkünken hala ve kasıtlı bir biçimde anlamadık ki ne dediğinizi yollu seslenişlerin, karşıt seslerin çoğaltımında halk ses ediyor artık işitseniz diye yola çıkışımız.

kör noktalar çoğaltıldıkça, düzeneğin ve memleketin dört yanı bir mizansen ya da kurgunun dahilinde denilegelenden öteye ulaştırıldıkça, gerçek kılındıkça nefes almanın bile mümkün olmadığı hallerde her ne durum ve şartlar altında olduğumuzun beyanatı içindir cümlelerimiz. sığındıklarımız. bugünün şartlanmışlıklarının gezi direnişi süresince ve sonrasında muktedir-erk’in eylediklerinin bütün bütün gösterdiği tahammülsüzlük şematiğinin, biz biliyoruz en doğrusunu sözünün nasıl görecelilik taşıdığını, nasıl hakkaniyetsiz bir çıkarsayış olduğuna kapak çalışmasıdır cümlelerimiz. duymak için çabalandıklarını değil, duymamak için aleni bir biçimde köşe kapmaca oynadıkları demokratik talepler dediğimiz, yaşayabilmek için almaya çalıştıklarımızı meramımızı ortaya çıkartacak olanlardır cümlelerimiz.

haziran direnişçilerinin, müebbet hapislik olarak ele alınmasındaki kadüklüğün pat diye ortadan söylenmesinedir illallahımız. mehmet ali şahin gibi bakanlarımızın vicdanlarını tamamen kilitleyerek her karşıt söze reva gördüklerinin had bildirmelerin bir başka hiç unutulmamış örneklerinden birisi olarak, yargıya hedef gösterme çabasının, verilecek hapis cezalarının müsebbiplerinin neleri akıllarından geçirdiğini görmemiz açısından büyük bir utançtır. utançların arka arkaya katara eklemlendiği bu yerde başbakan’ın bu sözlerden habersizmiş gibi herkeslerin, kendisini sevmeyenlerin de başbakanıyım demesinin garabetliğini ortaya çıkartmak adınadır cümlelerimiz.

kendisinin handiyse bizahati yönettiği her fırsatta ortaya çıkan haziran günlerinden bu yana istanbul’dan, ankara’ya, adana’dan, antalya ve amed’e, dersim’den izmir’e ve eskişehir’e her yerde eylenenlerin hangi orantı seceresine göre şekillendirildiğinin sorgu ve çabasındandır. ortalığa serilen sözlerin arkasında gün aşırı gerçekleştirilen operasyonların bir dolu hakaretlerin durmaksızın yandaş medya aracılığıyla, iktidar partisinin tüm olanaklarıyla duyurulduğu bu yerde asıl sorunun duyumsanmasına daha kaç vardır? imlemek, işaretlemek ve fişlemekten gayrısını bilmeyen bir devlet zihninin bugün de kendi yolunu oluşturmak adına çabalara girişmesinin ve arkasından hiçbir şey olmamış gibi davranmasına dair ikilemlerine, çirkefleşmesine ve kayıtsızlığına karşısıdır cümlelerimiz.

evinden ekmek almak için çıktıktan sonra polis’in gaz bombası ile saldırması sonucu beyin travması geçiren 14 yaşındaki berkin elvan’a iliştirilmek istenenlere isyandır, cümlelerimiz. 48 gündür hayata tutunmaya çalışan berkin’e vur emrini verenlerin ve vuranların, ellerini kollarını sallayarak gezindiği bir yerde uydur kaydır bir tutanak ile terörist ilan etmek adına gösterilen pespayeliğin nasıl bir vicdansızlık olduğunu çözebilmek adınadır cümlelerimiz. hiddetin ve arsızlığın ne hallerde nasıl bile isteye bu kutsal, şu kutsal ona ilişme bir daha buna karışma, şunu deme ve bunu söyleme hakkını mı hiç arama nasıl olsa bizde her yol senin gibiler için bir karanlık, bir kılıf daha sağlayacaktır aymazlığına öfkedir cümlelerimiz. öfkelenişimiz.

tıpkı ethem’in, mehmet’in ve ali ismail’in faillerinin bulunmasına, davalarının akibetlerine uygulanmak istenen unutturma, sümenaltı etme ve gündemden düşürme çabalarında olduğu gibi yalanların vicdanı tarumar edişi son kertede bu aymazlık silsilesini erkin aklının ve tahayyülünün nasıl adaletsiz bir ülke olduğu sorgusunu zihne düşürmektedir? roboski kıyamı bunca ortadayken adalet tecellisi adına en ufak bir tasarrufun, hamlenin gerçekleştirilmediği bir yerde inanıldığı, öyle bellendiği, kasıt aranmamasının salık verildiği bu yerde ben emir vermedim? lafzasını ne yana koymalıyız? altı yüz güne yaklaşan bırakınız adalet tecellisini en ufak bir çabalanımın dahi söz konusu edilmediği acıyı yaşayanların bir başlarına konulduğu, dahası cezalar darplar ve tehditler ile yan yana yaşamak zorunda bırakıldığı bu yer bu ülkenin halinin her ne olduğunu anlatmaktadır? anlayabiliyor musunuz? erebiliyor musunuz?

emri ben vermedim’lerle kurtulunabilecek bir mesel midir roboski? garabetliğin at başı gittiği bu yerde bu zaman diliminde birbirimizin derdi sadece anadolu’nun batısındaki sokaklarda seslendiklerimiz ile sınırlı değil tam da görmememiz için neredeyse el birliğiyle çalışılan reyhanlı’dan, ceylanpınar’a ve rojava’ya uzanan bir meseledir. bu kadar kesintisiz ve nettir. destan yazanların polisten jandarmaya oradan da askere uzandığı kimi zaman duyum gelse bile önemsenmeyerek, önemsense bile ne olacak ki denilerek reva görülen, mazur görülen, haydin söyleyelim umursanmayan bir doğu gerçekliğimiz vardır!. yaşamın her anının direnişle kotarıldığı bu yerlerin hak etmedikleri cinsten.

bunca baskı ve tahakküme saldırılara ve hedef gözetilerek yapılan edilen linçlere ve dahasına karşı ve birlikte mücadele etmenin, sözü birleştirmenin gerekliliği ise takdirinizedir. bir kere daha ama son kez değil. 35 yaşında, dört çocuk babası sıddık bilen’in 38 gündür akıbetinin meçhul kılınması, nerede olduğu sorgusunun peşinden gitmektir ortaklaştırmamız gerekli olan? bir insan daha kaybedilemesin diyedir. bir yerlerde yaşam, bir zamanlar okuduğumuz doksanlar, seksenler veya yetmişler diye gerisin geriye giderken anladıklarımız, anlamaya çalıştıklarımız bugün yeniden tezahür ederken alelacele bir kere daha sahneye konulurken nasıl aşabileceğiz böylesi bir kör girdabı! bunca hazanlığı ve devlet eliyle şiddet mevhumunu!. zaptedilen hayatlarımızı nasıl geri alacağız.

hayatı, hakkı her gasp etme teşebbüsüne karşı sözü devlet dersinde eylenenlerin akibetine nasıl vakıf olacağız ve sorgulayacağız mesel az biraz da budur! hala anlamak istemeyenlere, egemen bağış’ın söylediği gibi “olgunluk” ile haziran direnişini en az zararla atlatılmasını sağlayan, destan yazıcıların herkese ve her şeye karşı olmalarının nasıl bir mevzu olduğunu, sırf kendilerine benzemeyenlere reva gördüklerini unutturmamak ile tam da o noktadan hareket ederek başlamak içindir bu cümleler. olmayan eylem için ortalığı gaza boğan, içlerinde artık aşina olduğumuz bir sima olan komser yunus’un söze kattıkları tehditler, hakaretler veya ramazan günü sigara içen, içkisini yudumlayanlara saldırılar gibi görece klişe savlanan, münferit diye gösterilenlerin bile istanbul’un ortasında eylediklerini göz önünde bulundurduğunuzda oralar, ulaşamadığımız yerler her ne haldedir şimdi kestirmeden anlayabiliyor musunuz? bir şeylere ciddi ciddi uyanabiliyor musunuz?

birbiri ardına dizilen kelimeler aramakta olduğumuzu, aklımıza getirdiklerimizi, tahayyülümüzü direnç ve istencimizi denkleştiren bir uzama ulaşabilmenin temellendiricilerindendir. sözü eyleyebilmek zamane daraltımında bunca ibret vesikasının bir aradalığında neredeyse kesintisiz bir biçimde tekrar edilirken bunca fecaat hepsinden azade bir bakışımı beraberinde getirebilmektedir. çabalanarak. dün bellediklerimiz şimdinin ve bundan sonrasının bir ön izlemesidir bu kadar yalındır. orta yol, ortak akıl, asgari müşterek vesair edimler bütün bu basite indirgenmiş, handiyse dımdızlak ortaya bırakılmış olanları derleyip toparlayandır. görünen köy için hacet duyulan kılavuzdur.

sözün kerameti duyumsatılması elzem olarak bilinmiş, böyle bellenmiş olanların yanında hayati olanların her neden mürekkep olduğunu bilince dahil etmektedir. yaşadığımız süreç devam ederken tek sığınağımız bildiklerimizdir. her koşul ve şart altında duyulmayanın ve önemsenmeyenlerin yanıdır yerimiz. cansiperane bir biçimde korunaklılık mahlasıyla gayesiyle donatılan erkin dar görüşü ile şekli tamama erdirilen hayatlarımıza dair kesintisiz bir devinimdir bahsettiğimiz. tahakküm gerçekliğini ilave tek bir söze gerek bıraktırmayacak bir biçimde sürdürürken, hal böyleyken kelam, bildirim ve avazlar bütün yekpareleştirilmiş algıya karşı kalk borusudur. şimdi işitilirse eğer bir tabii ki.

şartlanmışlıkların, önyargıların bağında, bağrında mütemadiyen tekrar edilip durulanların döv-let’in nizami yurttaşlar profili olduğu açıktır. afakidir. kural ve kaidelerin neleri kapsadığı ve neden bu kadar koşul ve şarttan mürekkep olduğu, kırmızı çizgilerin nelerden ibaret olduğunun resmedilmesinedir bu sesleniş. had ve hududun tüm insani, yaşamsal olana kastına, bunca açık tahrifine karşılık nerede olduğumuzun tam ve eksiksiz yansısıdır. devinimin neoliberalizmin sistematiğinde daha fazlasını hep daha çoğunu talep ettiğinin bilindik aşina olunan yüzsüzlüğüne karşıdır bu sesleniş. muktedirin tahayyüllerinin ortak usa bir yararın değil tam aksine yıkımın ve tekilleştirmekten, izole etme evrelerinden bir başkası olduğuna dairdir bunca meram.

duyarlılığı plastikleştirdikçe, algıyı körelttikçe ve yorumlamayı müdanasız linç ettikçe anlatılanların ötesini sorgulatmayan bir yere-mekana-ülkeye dairdir. hak tanımazlığın, kural ihlallerinin, meşruiyet sorunlarının, masumiyet karinesine paçavra gibi davranmaların ötesinin, berisinin tamamında ne ediliyorsa neye tenezzül ediliyorsa ona sesleniştir. yeter artık’ın düzayaklaşmasındandır bunca metin. öğrendiğimizi sandığımız pek çok yerde, evrede henüz her şeyin yeni temellendirildiğinin, hamurunun karılmaya devam edilen toplumsallık harcının çalakalemliğidir tam da düşünülesi olan. bir yerinden, bir aralığından yürüyorsak hep bir arada bugünlerden sonrasında düşünmek lazım, en ivedi çözümlemeleri beraberinde önümüze alenen serecektir. yeterince dikkatli bakarsanız. tercih ve takdir halkların dillerinde, anlattıklarındadır.

bir yönetişim yahutta iktidar hevesi değildir burada betimlemeye çalışılan. bir edim ve baskılayıcı olarak düzenin bu hallerinin hiçbirimize en ufak bir fayda daha ehven bir gelecek sağlamayacağının bildirilmesi içindir. anti demokratik unsurlar toptan, topyekün restore edilmeye yanaşılmazken bizlerin, sokağın sesinin oralardan duyurulanların ve paylaşılanların refakatinde, derdin her ne olduğunun anlaşılmasıdır aslolan. dün ona bugün sana yarın hepimize eylenecek, değecek olanın vehametini duyurmaktır. şok doktrinlerinin, aralıksızca denk getirilen rıza imalatçılığının, radikal jestlerin lafazanlıkla karıştığı belki bir ihtimal bile isteye karmaşıklaştırıldığı bu görüngüde bunca günden sonra sesin, avazın bütün bu tepeden indirgemeciliğe karşı isyana duruşun söylemini tanımlandırabilmektir.

sözün tükenir bir şey olduğuna dair rivayetler, muhtelif tahlillerin yanında her şey yeniden başlamaktadır. kadükleştirilip içi boşaltılanlardan başlayarak büsbütün alternatif hayat tahayyülü okunabilir. siyasal jargon ve düzen denilen mekanizmanın, hayatlarımızı her anına kasteden tahakküm veçhelerinden uzak, doğrudan halkın tahayyül ve beklentilerinin dile ve yazıya dönüşmesidir burada denk getirilmeye çabalanılan. ortaklaştırılmasına didinilen. verili olan, budur hakkınız denilen buyurganlığın eyledikleri halen bütün bunların geçerliliğini koruması bütün bu meseli önemli kılmaktadır. bizler nereye doğru evrildiğimizi, haziran direnişinde görüp, deneyimlediklerimizden yola çıkarak bir araya getirmeye çabalananlar için gelecek meseli bütün doğrudan demokratik birleşimin teammül diye sunulana karşı söz söyleme yetisinden geçtiğinin idrakıyla söz konusu olacaktır.

kimi zaman doğrudan, kimi zaman kodlamalar, gizliden açıktan aba altından sallanan sopalarla, parmak sallamalar ile yazı akardan okunan, hiddet nutukları, sokakları boşken bile zaptetmeye ant içen polis şiddeti devlet algısının her neyin üzerinden devamlılığının sağlanmaya çalışıldığının işaretçisiyken halimiz budur. kesintisiz bir biçimde ortaya çıkan kısmın özeti bir ülkenin ne halde konulduğudur. berkin elvan’ın ailesinin acılarını paylaşıp, sorumluluk sahiplerine, adaleti elinde tuttuklarını varsayanlara seslerini duyurma gayretlerine tahammülsüzlük, gösterilen şiddet hemen yanı başında huzurun resminin çekilmesinin kadüklüğün vicdansızlığın vesikasınadır denk getirmek istediğimiz kelam. insanların karşı karşıya konulmasının, birbirileriyle yan yana durma iradesini hiç bir makama sormadan eyleyenlere reva mıdır, hak mıdır?

ethem sarısülük’ün cenaze törenine katılanlara açılan davayı, toplantı ve gösteri yürüyüş kanununu ihlal bahanesiyle otuz beş kişiye açılan davayı nasıl ama nasıl okumalıyız, hangi yana koymalıyız? roboski’de eylenenlerin, reyhanlı’da oldurulanların, şimdi de rojava ve hemen karşısındaki ceylanpınar menzilinde tekrar olunmasında haklarını, duyurmak isteyenler ve yaşamak isteyenlere her devletin eylediği gibi bu devletin gazı, bombası ve tehditi reva mıdır? hak mıdır? nereye kadar. direnişçiler müebbet hapisle yargılanmalı sözünü neredeyse teklemeksizin dile getiren mehmet ali şahin beylerin yargıya alenen insanları hedefe oturtma çabasını ne yana? sürek avı sonsuza kadar mı?

doksan yıllık cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülmüş her ne hikmetse adı anılan lozan antlaşması ya da eklerinde fişleme ile ilgili en ufak bir kelam bulunmasa da mihrak arayışının sürdürülmesi, her azınlık mensubunun 1’den 5’e kadar kodlanarak fişlenmesini ne yana koymalıyız? bunca hesap soranımız yokla yapılanların güne dahil ettiği kafatasçılığın sürekli dinamik bir cevher olarak kollanmasını ne yana!. bütün bu değiniler yetmezse 30 temmuz günü evinde katledilen trans yurttaş özge’nin yaşam hakkının elinden alınmasını, ötekleştirilenin bir şekilde ölüm ile yan yanalığını bu kadar iç içeliğini nasıl tanımlamalıyız. dayatımı sürdürülen korkulardan mülhem azap gibi pat diye çıkagelen nefret söyleminin hala canlı tutulmasıdır. bunun için her yalana dolana, hakkaniyetsizliğe vehametlere ve yaftalara sağlanan zeminleri nasıl değerlendirmeliyiz?

devletin, dili, eylemi, tahakkümü zehirlemeye hayatlarımızı varolduğu biçimlerden başkasına dönüştürmek için kastetmeye devam ediyor. basın lağvedilip, hukuk çiğneniyor. adalet prangalanırken, hesaplar ve kitaplara göre tecelli ettirilirken kimilerine diğerleri olarak değerlendirilenler halkların mahkumiyeti ömürlerinin handiyse tamamına yayılıyor. o korku canlı tutulmaya devam ediliyor. örgütlenmek terörizm faaliyet olarak değerlendirilirken özgürlükler basbayağı masala dönüştürülüyor. her alanda, her anlamda. bütün bunlar yapılıp edilirken, modernizm nam seviye atlayışımızda şark kurnazlıkları ve yalanlara sığınılmaya devam ediliyor. yalanlardan medet umuluyor biteviye!

tasvir eylenenler, devletin ağzının içine bakaduran medyası aracılığıyla gösterilenler bir avuçtan hallice yalanlar salt yalancı dolmalardan mürekkep. tek tutunabildikleri dal olarak muktedirin gezi direnişinden bu yana savunageldiğini, söylemlerinin, tavırlarının bizahati özünü oluşturandır yalanlar. bir unuttuk gezi direnişinde sekiz canın hayatlarına mâl oldu. bir unuttuk ceylanpınar’da dört cana, başka yerlerde de çoktan unutulan bedenlerin kıyamına sebep olundu. bir unuttuk binlerce eza oldu. bir unuttuk binlerce azap oldu. teferruat olarak bilinenlerin sesi sözü bu yurtta hiç işitilmemişti. ta ki haziran direnişine kadar.. lice’ye kadar, reyhanlı’ya ve ceylanpınar’a ve her yere gösterilmeyen her meskene ulaşıncaya kadar.. oralardan yayılıncaya kadar… iyi bilinen siz susun diyerek buyurganlıklardan kaçınmayan muktedirliğe karşı yegane savunduğumuz hakkaniyettir. oralardan duyurulmaya çalışılan halkın doğrusudur. onlar duymasalar da, görmeseler de aklın müştereğinin ta kendisidir… böyledir…