Taht oyunları (bölüm 846)

[ A+ ] /[ A- ]

ak_saray_manset_1

Yetvart DANZİKYAN
AGOS

Geride bıraktığımız haftaya hızla bir bakalım. Cizre’deki abluka, STK raporlarına göre 22 sivilin ölümü ve sayısız yaşam hakkı ihlaliyle sonuçlandı. PKK bir yandan saldırılarına devam ediyor; bu yazı yazılırken beş polis hayatını kaybetmişti. Bu arada, kapağında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir fotomontaj marifetiyle şehit cenazeleri önünde selfie çekerken resmeden Nokta dergisine polis baskını düzenlendi, ilgili sayı toplatıldı, yayın yönetmeni önce gözaltına alındı, sonra bırakıldı. Önceki hafta iki kez göstericilerin baskınına uğrayan Doğan Medya Grubu hakkında “teröre destek oldukları” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı; bu baskınlardan birinde başrolde olan AKP milletvekili Abdurrahim Boynukalın’ın AKP Kongresi’nde Divan Kurulu üyeliğine seçilmesiyle bir anlamda başı okşandı.

İlerleyen günlerde, Boynukalın’ın, Doğan Medya Grubu’nu kastederek “Hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş” dediği ortaya çıktı. AKP’nin taltiflerinden konu açılmışken, “PKK’lılar sünnetsiz çıkıyor” lafını yeniden ortaya atan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Burhan Kuzu, aynı AKP kongresinde partinin MKYK üyeliğine seçildi, yani bir anlamda onun da başı okşandı. Cizre’de ise, güvenlik güçlerinin bölge halkına megafonla “Ermeniler sizinle gurur duyuyor, Hepiniz Ermeni’siniz” dediği duyuldu; bu skandal anons hakkında yetkililerden hala bir açıklama yapılmış değil. İktidara yakın haber kanallarında da, PKK’lıların Ermeni oldukları yönünde haberlere rastlıyoruz.

Bu sonuncu meseleyle başlayalım. Açıkçası, aynı filmi tekrar izler gibiyiz. 90’larda, savaşın en şiddetli günlerinde ibre yine Ermenilere dönmüş, aynı suçlamalar o zamanki hükümet yetkilileri ve milliyetçi kesimler tarafından ortaya atılmıştı. O dönem Ermeni toplumunun nasıl sıkıntılar yaşadığını, bu gazetenin yaşı yeten okurları herhalde iyi bilir. Şimdi savaş yine tırmanınca, devlet ve kimi milliyetçi kesimler aynı senaryoyu tekrar hayata geçirmekle meşgul olmaya başladılar. Peki, neden böyle oluyor, neden Türk Kürt meselesi tırmanınca ibre birdenbire Ermenilere dönüyor?

Bu konuda bilimsel olmayan, sezgisel bir gözlemim var. Dikkat edilecek olursa, bu, belli bir aşamada oluyor. Nedir o aşama? Devletin –geçen hafta da dikkat çektiğim üzere– bu tür meseleleri bir iç savaş kıyısına getirerek çözmek ve ilgili topluma ve temsilcilerine bir iç savaş –ve elbette pogromlar– tehdidiyle geri adım attırmak gibi bir alışkanlığı var. AKP de bu alışkanlıktan muaf değil hatta bunun epey iyi bir uygulayıcısı. Ancak bu stratejinin devlet açısından ve Türk Kürt meselesi özelinde bir tehlikesi var elbette. Doz kaçınca gerçekten bir iç savaş çıkma tehlikesi var, devlet bu kadarını göze alamıyor. Çünkü böyle bir iç savaş tehdidine Kürtlerin de cevap vermesi durumunda işler iyice kontrolden çıkacaktır, devlet bu kadarını göze alamaz. Bu biraz da Kürtlerin örgütlülüğü ve nüfuslarıyla ilgili bir durum. Tarihten de biliyoruz ki, bu ikisi olmadığında devlet bu senaryosunu sonuna kadar götürmekten çekinmiyor.

Özetle şunu demek istiyorum: Türk-Kürt meselesinin bir kaynama noktası var. O noktaya geçen hafta geldik. HDP merkezleri, Kürtlere ait işyerleri ateşe verildi, Kürt işçiler, yurttaşlar linç girişimlerine maruz kaldılar, ülkenin her yerinde milliyetçi yürüyüşler tertiplendi. Bu çizginin bir adım ötesi, devlet açısından, muhtemelen ‘istenmeyen’ bir aşamaydı. Yani kaynama noktasına gelinmişti. İşte –yine– gelinen bu noktada ibreyi –yine– üzerinde en rahat baskı kurulacak grup olan Ermenilere döndürmek, devlet ve kimi milliyetçi kesimler için gayet faydalı olacaktı. Öyle de yaptılar. Geride bıraktığımız hafta itibariyle, meselenin tarafları da bu kaynama noktasına gelindiği tespitinden hareketle, çatışma sürecinde hızlarını bir vites geri atmış gibiler ama önümüzdeki günler ne getirir, bilemiyoruz; şu aşama itibariyle pek de umutlu olamıyoruz.

Medya meselesine gelince; iktidarın hedefinde belli ki Doğan Grubu var. Görünürde gerekçe, bu grupta Erdoğan’ın sözlerinin çarpıtılması ve tam olarak ne olduğu anlaşılmayan, Güneş gazetesi tarafından ortaya atılmış teröre destek haberleri. Ancak meseleye biraz geriye dönük olarak baktığımızda şunu anlamak zor değil: AKP, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın 7 Haziran seçimleri öncesi haber kanallarına sık sık çıkmasından rahatsız olmuştu (bu elbette AKP’lilerin bu ekranlarda boy gösterme sıklığıyla kıyas bile kabul etmez, ancak o bile belli ki fazla gelmiş iktidara) ve 1 Kasım seçimlerinde aynı tabloyla karşılaşmak istemiyordu. Muhtemelen “Demirtaş haber kanallarına çıkmazsa HDP güç kaybeder” mantığından hareket ederek, Doğan Grubu üzerinde baskı kurma yoluna gittiler ve an itibariyle bundan sonuç almış gibi görünüyorlar. Salı akşamı CNN TÜRK televizyonu programcılarından Şirin Payzın’ın canlı yayında dile getirdiği “HDP’lileri ekrana çıkaramıyoruz” itirafı, tam da bu çerçevede not edilmelidir. Doğan Grubu ve Hürriyet gazetesiyle elbette meselelerimiz olabilir, ancak besbelli ki, yapılan, HDP’yi hedef alan ve diğer haber kanallarının da uyması istenen bir karartmadır.

Velhasıl, devlet yine bildiğini yapıyor. Bütün bu olup bitenlere toplum ne diyecek, mesele biraz da bu.