Tarih başka yerlerde de yazılıyor

[ A+ ] /[ A- ]

Yetvart DANZİKYAN
Agos

“Sancılı bir yıl geçirdik. Gezi olayları, 17 Aralık peş peşe geldi. Tüm bu olayların arkasına baktığımızda hep toplumsal bir zemine dayanma çabası var. Gezi’nin şehirli bir zemine dayanan bir görüntüsü vardı, 17 Aralık dini görünümlü idi, Kobani etnik görünümlü idi. Bu tarz mayınlar çözüm sürecinin önüne çıkarıldı. Çözüm sürecinde ne zaman ilerleme kaydetsek bir şekilde sabote ediliyor. Özal zamanından bu yana durum böyle.”

Bu sözler, Başbakan Davutoğlu’nun Filipinler dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamaların bir kısmı. Bu sözlerin üzerinde durmak isterim, çünkü ne kadar problemli bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu gayet iyi özetliyorlar.

Şunu biliyoruz: Her iktidar, muhalefet dinamiklerini kriminalize eder, itibarsızlaştırmaya çalışır, en büyük şiddet tekeli kendisinde olduğu halde, sokak hareketlerinde yaşananları alabildiğine büyütür, ta ki o muhalefet hareketi kendi istediği gibi anlaşılana, tarihte o şekilde yer alana dek. Bunu belirli bir süre için başarabilirler de. Haâim oldukları dönemde ellerinde olan medya gücü sayesinde amaçlarına ulaştıklarını zannederler, ama bir yandan da meydanı boş bırakmazlar, bu izah türünün yerleşmesi için günde en az beş kere bu sözleri söylerler, işin peşini hiç bırakmazlar. Her şey olup bittiğinde, bir bakmışsınız, bir şeyi 100 bin kere (abartmıyorum) söylemişler. Mesela AKP’den ve AKP’ye yakın yazarlardan gelen “Gezi darbe teşebbüsüydü” lafını, biri oturup üşenmeden saysa, 100 bin değilse bile, binli rakamlara ulaşır. Üstelik, daha önümüzde uzun günler var.

Evet, bu izahat biçiminin en azından toplumun genelinde yerleştiğini zannederler ama dediğim gibi, ne zaman ki toplumsal iklim değişir, o izahat biçimleri hatırlanmaz olur. Alın size örnek: Dersim Katliamı’nı icra edenler, gün gelip, hükümetin, çiğ siyasi sebeplerle de olsa bunun için özür dileyeceğini öngörebilirler miydi? Ya da, iktidar ne derse desin en azından belirli bir toplumsal/ahlaki düzlemde bu katliamın artık mahkûm olduğunu, dolayısıyla bu konuda söz söyleyen siyasi aktörlerin bu düzlemi dikkate almak durumunda olduklarını… Muhtemelen, böyle bir ihtimalden bahsedildiğinde ciddiye bile almazlardı.

Ya da mesela, Kenan Evren gün gelip de gazetecilere gezdirecek kadar çok güvendiği cezaevlerinin, zulüm döneminin simgeleri haline geleceğini düşünebilir miydi? Kim bilir, “Asmayalım da besleyelim mi?” çıkışı ne kadar parlak bir fikir olarak görünmüştü ona… Ya da, diyelim, Deniz Gezmiş’lerin idamı için el kaldıran milletvekilleri, yıllar sonra bunun için en azından genişçe bir kesimin vicdanında mahkûm olacaklarını tahmin edebilirler miydi?
Denebilir ki, edebilirlerdi. Siyaset dediğin baştan sona bir oyun. Herkes aslında ne yaptığını, nasıl bir halt yediğini gayet iyi biliyor. Önemli olan günü, iktidarı kurtarmak. Bu da mümkün elbette. Ama ben yine de ‘söz’ü, ‘eylem’i ciddiye alma yanlısıyım. Çünkü siyaset temel olarak bunun üzerine yapılıyor, yapılmalı.

Dolayısıyla, Davutoğlu’nun sözlerine bakalım. Efendim, çözüm sürecine karşı olan birileri varmış, onun için üç ayrı mayın döşemişler: Gezi, 17 Aralık, Kobanê. Hep diyorum; AKP’nin toplumsal dinamiklere bakış, onları ele alış ve yorumlayış tarzı, ulusalcı kesimi, eski devleti aratmıyor. Her şey bir kumpas, bir oyun, Türkiye’nin ilerlemesini istemeyen güçlerin tezgâhı. 80’ler, 90’lar boyunca, bilhassa TSK merkezli düşünce kuruluşlarından, siyasetçilerden duyduğumuz argümanlardı bunlar. AKP de, ilk ‘toplumsal’ muhalefet hareketinde bu yola kolayca sapıverdi. Şu da önemli: AKP ve Gülen cemaati, kendini tamamen TSK ya da Ergenekon tarzı örgütlerden gelecek, sermaye burjuvazisinden gelecek hamlelere hazırlamıştı. Dolayısıyla bütün zihinsel ve operasyonel hazırlıklarını buna göre yaptılar, sonuç da aldılar. Ancak her şey olup bittikten sonra ‘toplumsal’ bir hamle, bir dinamikle karşı karşıya kalınca, tek bildikleri/öğrendikleri şeye sarıldılar: Komplo.

Her türlü toplumsal hareketin, sizde yatan bir nedeni vardır. “Siz” derken, bunu kişisel olarak almayın. İktidardan bahsediyorum. Kapsayıcı olma ve toplumu yönlendirme iddiasında olan her iktidar böyle hamlelerle karşılaşır. Dolayısıyla, yapacağınız şey, önce kendinize bakmaktır.
Mesela Gezi, acaba ağaç kesip yerine bina dikme takıntınızla, size oy vermeyenleri sabah akşam aşağılanacak bir grup olarak görmenizle ilgili olabilir mi? Kentlerin dokusunu değiştirme, ‘sizin’ gibi durmayan meydanları, merkezleri artık ‘sizin’ yapma hamlelerinize bir direniş olabilir mi? Üstelik sadece şehirlilerin değil, kent çeperlerinin de katılımıyla.

17 Aralık mesela, ‘sistem’den nemalanmakla yetinmeyip ‘sistem’e el koyma hamlenizin bir sonucu olabilir mi? Müteahhitlere dayanan bir sistemi genişletip merkez sağın geleneksel rant yaratma/dağıtma yöntemini kalıcı hale getirmenizin sonucu olabilir mi? Cemaat’in elbette bazı hesapları vardır, ancak sizin de Cemaat’i her yere yerleştirirken, Cemaat’e istediği her şeyi verirken, muhtemelen bir hesabınız vardı. Dolayısıyla, oraya girmiyorum. “17 Aralık” demeden önce bir kendinize bakmanız gerekmez mi? Yapmasaydınız kardeşim.

Kobanê’ye gelelim. Suriye politikasına başından itibaren girmeyeceğim; sadece son döneme bakalım. ‘Süreç’ten PKK’nın silahları bırakmasını anlamanızın, böyle sunmanızın, Kürt meselesinin çözümü için hiçbir somut adım atmamanızın, bir ‘süreç’ fetişizmi yaratarak herkesi susturmanızın ve son olarak, mesela IŞİD ile PYD arasında fark görmemenizin sonucu olabilir mi? Ölümleri elbette normal görecek değilim, ama burada da acaba şöyle bir dönüp kendinize bakmanızda fayda yok mudur?

Velhasıl, AKP belli ki bu lafları günde 100 kere tekrarlayarak bir ‘izah tarzı’nın yerleşmesine çalışıyor. Bunu belli bir oranda da başardıklarını düşünüyorlar. Olabilir. Sokağa çıktığınızda, bindiğiniz takside, böyle düşünen, hatta düşündüklerini böyle diplomatik bir dille ifade etmeyen bir sürü insana rastlayabilirsiniz. Ama işte, tarih de böyle yazılmıyor. Daha doğrusu, tarih, başka yerlerde de yazılıyor.