Taşnak Arşivini Bırak, Osmanlı arşivine bak …

[ A+ ] /[ A- ]

Ayşe Hür

Geçtiğimiz günlerde Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu “Taşnak arşivlerinin açılması için 20 milyon dolar para teklif ettim. Bu parayla arşivdeki belgeler rahatlıkla tasnif edilebilir, ama buna kimse yanaşmadı” dedi. Halaçoğlu’nun bu arşivlerde ne bulmayı umduğunu bilmiyoruz. Ancak yıllardır resmi tezi radikal biçimde sorgulayan Taner Akçam, tehcir konusundaki en savunmacı pozisyonda olduğu bilinen Osmanlı Arşivlerinde bile hala ‘Türk resmi tezi’ni çürütmeye yetecek sayıda ve nitelikte belgenin bulunduğunu iddia ediyor. Nitekim bu tezini İletişim Yayınları’ndan 2008 yılında çıkan kısa adıyla ‘Ermeni Meselesi Hallolunmuştur’ adlı kitabıyla ispat etmeye koyuldu.

RESMİ TARİH. Bu kitapta aşağıda bir özetini sunduğumuz arşivlere ilişkin bilgiler ve Yusuf Halaçoğlu’nun Ermeni Tehciri ve Gerçekler, 1914-1918 (Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2001) kitabında dile getirdiği bazı iddialara yönelik eleştiriler de var. Halaçoğlu henüz ne bu iddialara, ne de bu kitabın bütününe ilişkin bir yorumda bulunmadı. Halbuki, ağırlıklı olarak Osmanlı arşivlerine dayanarak hazırlanmış kitabın iddialarını Boston’daki Taşnak arşivinde bulmayı hayal ettiği belgelerle çürütmesi pek kolay görünmüyor. Halaçoğlu’nun resmi tezi savunmak için yaptığı bu sansasyonel atak eğer dikkatleri Akçam’ın kitabından uzaklaştırmayı hedeflemiyorsa, topu taca atarak, iç kamuoyunu bir süre daha oyalamayı hedefliyor. Peki bu konuda gerçek durum nedir?

Önce olumlu olaylardan bahsedelim. Ermeni Tehciri konusunda çalışmak isteyen biri için çok önemli bir kaynak olan Başbakanlık Osmanlı Arşivi eskiden kataloglama işlemlerinin tamamlanmamış olması gibi teknik nedenlerle ya da hükümet politikaları nedeniyle araştırmacılar tarafından özgürce kullanılamıyordu. Bir zamanlar arşivde çalışan akademisyenlerin sorguya çekilmesi, belge verilmemesi ve hatta arşivden atılmaları gibi birçok tatsız olay yaşandı. (Bir örnek olarak bakınız; Ara Sarafyan, “The Ottoman Archives Debate and the Armenian Genocide”, http://www.gomidas.org/forum/archives.pdf ) Fakat özellikle son yıllarda Arşiv’de ciddi değişiklikler oldu. Hem yeni kataloglar araştırmacıların hizmetine sunuldu hem de araştırmacıların hakaret ve tehditlere muhatab olması son buldu.

ŞİFRE KALEMİ BELGELERİ. Başbakanlık Arşivi’nin içerdiği belgelere gelirsek; Ermeni Tehciri konusunda çalışmak isteyen biri için Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi belgeleri çok önemli bir kaynaktır. Bunlar esas olarak merkezden taşraya çekilen kısa telgraflardır. Vilâyetlerden bu telgraflara gelen cevaplar ise kısmen Emniyet Umum Müdürlüğü Birinci, İkinci ve Üçüncü Şube evrakı içinde dağınık olarak bulunur. Ancak bugün bu evrak arasında, doğrudan Ermeni sürgünleri ile ilgili evrak neredeyse yok gibidir. Bu evrakların nerede oldukları bilinmemektedir.

Yine aynı arşivde bulunan Hariciye Nezareti gibi başka dairelere ait belgelerden geniş bir seçme yapılmış ve internet ortamına konmuştur. http://www.devletarsivleri.gov.tr/ adresinden ulaşılabilecek bu belgelerin toplam sayısı 1.500’ün üzerindedir. Bunlar resmi tezi desteklemek amacıyla özel olarak seçilmiş belgeler olmakla birlikte, orijinal arşiv belgelerinin internet ortamına konulması son yıllarda arşivlerde yaşanan olumlu gelişmeleri göstermektedir.

MECLİS-İ MEBUSAN ZABITLARI. Bir başka önemli kaynak, 1918 Kasım-Aralık aylarında Ermeni tehcir ve öldürmeleri konusunda yoğun tartışmalara sahne olan Osmanlı Meclis-i Mebusan zabıtlarıdır. Bunlar, TBMM tarafından transkripsiyonu yapılarak yayınlanmıştır. Aynı döneme ait bir başka kaynak Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarafından, savaş yıllarında hükümet üyelerinin (savaş ve tehcir) suçlarını araştırmak amacıyla oluşturulan ve 5. Şube olarak bilinen komisyona ait tutanaklardır. Bu tutanaklar Necmettin Sahir (Sılan) Bey tarafından tutulmuş ve İstanbul Meclisi Mebusan Matbaası tarafından 1334 (1919) tarihinde basılmıştır. Kitabın yeniden basımını, Osman Selim Kocahanoğlu, İttihat ve Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (İstanbul, Temel Yayınları) adıyla 1998 yılında yapmıştır.

Ancak yine Meclis tarafından Ermenilere yönelik tehcir ve katliam suçlarını kovuşturmak amacıyla, 24 Kasım 1918 tarihinde kurulan Tedkik-i Seyyiat Komisyonu’nun belgelerinin nerede olduğu bilinmemektedir. Bunların 1922 sonrasında, İstanbul’un Ankara Hükümetinin kontrolü altına girmiş olması nedeniyle İstanbul Örfi İdare (Sıkıyönetim) Kumandanlığı tarafından Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı’na aktarılmış olması gerekir ancak belgelerin Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı (ATASE) arşivinde olup olmadığına dair herhangi bir bilgi veya açıklama bugüne kadar yapılmamıştır.

TAKVİM-İ VEKAYİLER. Üçüncü grup önemli kaynak, dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlandıkları kadarıyla, 1919-21 yıllarında İstanbul Divan-ı Harb-i Örfi’de görülen İttihat ve Terakki merkez ve yerel yöneticileri aleyhine açılan davalara ilişkin belgelerdir. Bu gazetede toplam 63 davadan sadece 12’sine ait bazı belgeler yayınlanmıştır. Bu davalardan İttihat ve Terakki Merkez Komite ve Teşkilat-ı Mahsusa sorumlularına karşı açılan dava ile dönemin Bakanlar Kurulu mensupları aleyhine açılan dava gerek iddianame gerekse sanık ifadeleri nedeniyle çok önemlidir. Önce ayrı davalar olarak başlayan sonra ortak bir kararla sonuçlanan 14 oturumluk bu yargılama sürecinin duruşma tutanakları, iki iddianamesi ve ortak karar sureti tam metin olarak Takvim-i Vekayi’de yayınlanmıştır. İttihat ve Terakki’nin parti sekreterleri davasının toplam 13 oturumundan sadece ilk üç oturumu ve karar sureti yayınlanmıştır. Geriye kalan 10 davanın ise ya Yozgat ve Trabzon davalarında olduğu gibi sadece karar suretleri ya da Erzincan ve Bayburt davalarında olduğu gibi, kararların Padişahça onayları yayınlanmıştır. (Ancak gazetede yayınlanan davaların da, yayınlanmayan davaların da belgelerinin asılları ortada yoktur.)Takvim-i Vekayi’de yayınlanmış bu belge tutanakları, V. N. Dadrian ve Taner Akçam kitap haline getirilmiştir ve yakında Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında yayınlanacaktır.

İSTANBUL BASINI. Dördüncü önemli kaynak grubu 1918-22 arası İstanbul basınıdır. Her ne kadar, resmi tarih yazımında ‘Mütareke Basını’ diye yaftalanarak nesnellikleri üzerinde ciddi bir kuşku bulutu yaratılmışsa da, dönemi biraz araştıranlar, Mondros Mütarekesi’ni izleyen yıllarda üzerindeki İttihatçı ve Saray baskısından kurtulan basının başta Ermenilere yönelik politikalar olmak üzere, savaş dönemi olayları hakkında son derece ayrıntılı bilgiler aktardıklarını görebilir. İstanbul, Erzincan ve Bayburt davalarının karar suretleri gibi, Takvim-i Vekayi’lerde bulunmayan birçok belge ile tehcire doğrundan katılmış veya şahit olmuş kişilerin mahkeme ifadeleri veya anıları basınında yer bulmuştur. Örneğin Halep Valisi Celal Bey’in anıları Vakit gazetesinin 10-13 Kânunievvel (Aralık) 1918 tarihli sayılarında üç bölüm halinde; III. Ordu Kumandanı Vehip Paşa’nın mahkeme ifadesi 31 Mart 1919 tarihli Vakit gazetesinde yayınlanmıştır. Tehcirde görev alan Çerkez Hasan Amca adlı görevlinin “Tehcirin İç Yüzü” adlı yazı dizisi, Alemdar gazetesinde 19 Haziran 1919’da başlamış ancak 28 Haziran 1919’da yayınlanan 8. tefrikada arkası geleceği bildirilmesine rağmen kesilmiştir.

KUDÜS ARŞİVİ. Bir diğer önemli kaynak Kudüs Patrikhane Arşivi’dir. Bu arşivin özelliği, yukarıda sözünü ettiğimiz Tedkik-i Seyyiat Komisyonu’nun bugün kayıp olan bazı belgelerinin kopyalarını ihtiva etmesidir. Bu kopyalar, o yıllarda Divan-ı Harb-i Örfilerde çalışan bazı Ermeni memurlar tarafından mahkeme dosyalarından gizlice elle kopyalanmıştır. Ancak arşiv araştırmacılara açık değildir. Bu arşivin araştırmacılara kapalı tutulması son derece yanlıştır.

TAŞNAK ARŞİVİ. Halaçoğlu’nun 20 milyon dolarlık şovunun konusu olan Boston’daki Taşnak arşivi ise, Türk tarafına göre kapalı, Ermeni tarafına göre açık. Gerçek durumu ancak bu arşivlerde çalışmak üzere eyleme geçen araştırmacılar söyleyebilir. Velev ki Yusuf Halaçoğlu’nun dediği gibi kapalı olsun, bu arşiv ‘sosyalist-milliyetçi’ bir çizgide faaliyet gösteren Taşnakların o günlerde siyasi tartışmalarını anlatması açısından muhtemelen ilginç bilgiler içerir, ancak bu arşivlerden elde edilecek en uç noktadaki bulgular bile Taşnaklarla hiç bir ilişkisi olmayan yüz binlerce insanın Türk milliyetçiliğinin kurbanı olmasını haklı çıkarmayacağı için Halaçoğlu’nun 20 milyon dolarına yazıktır.

ANDONYAN BELGELERİ. Önemli bir belge grubu da, 1914’teki seferberlik sırasında orduda mektup ve yazışmaları okuyan memur olarak görevli Aram Andonyan adlı bir Ermeni’nin tehcirden sağ çıkan Ermeni erkeklerin, kadınların ve çocukların şahitlikleri ile Halep’teki tehcir komitesinin genel sekreteri Naim Bey adındaki bir Türk yetkiliden aldığı, Naim Bey’in görevi sırasında edindiğini söylediği çok sayıda belge, telgraf ve kararnamenin de içinde bulunduğu anılarından oluşan The Memoirs of Naim Bey: Turkish Official Documents Relating to the Deportations and Massacres of Armenians adlı kitaptır. 1920’de Ermenice, 1965’te ise Fransızca ve İngilizce olarak basılan kitaptaki belgelerin asılları henüz bulunmadığı için, resmi tarihçiler bu belgeleri dikkate almama eğilimindedir. Halbuki, bu anı kitabı ile bazı arşiv belgeleri uyum içindedir.

Elbette bu bölümde adlarını anmadığımız ancak çok önemli bilgiler içeren İngiliz, Amerikan, Alman, Avusturya ve Rus (dışişleri, askeriye vb.) arşivleri ile, o yıllarda Osmanlı ülkesinde bulunan misyonerler, gazeteciler, araştırmacılar, yardım kuruluşu mensuplarının derlediği belge ve bilgiler de var. Yani Taşnak arşivleri böyle bir bilgi ve belge denizinde ancak bir damla.

Bazı Osmanlı Belgeleri Neden Ortada Yok?

Yerli ve yabancı arşiv belgeleri, mahkeme tutanakları, basında çıkan haberler, günlük ve hatıralar birlikte değerlendirildiğinde tehcir sırasında veya sonrasında bir çok belgenin bizzat zanlılar tarafından çalınmış ya da imha edilmiş olduğu anlaşılır. Bunların başında Teşkilat-ı Mahsusa’ya ait evraklar gelir. İkinci grup evrak, İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’ne ait olanlardır. İstanbul’daki yargılamaların değişik oturumlarında, sanıklardan Midhat Şükrü (Bleda), ‘Küçük’ Talat (Muşkara) ve Ziya Gökalp verdikleri ifadelerde, bu evrakların Merkez Komite üyesi Doktor Nazım tarafından alındığını söylemişlerdir. (Takvim-i Vekayi, no. 3543, 8 Mayıs 1919)

EMVAL-İ METRUKE DEFTERLERİ. Üçüncü kayıp belge grubu Dahiliye Nezaretine ait bazı evraklardır. Örneğin, 30 Mayıs 1915 tarihli Meclis-i Vükela mazbatası ve 10 Haziran 1915 tarihli talimatnameyle oluşturulan tehcir edilen Ermenilerin mallarını takip için kurulan Emval-i Metruke (Terkedilmiş Mallar) Komisyonları’nın defterleri ortada yoktur. Şevket Süreyya Aydemir anılarında Talat Paşa’nın, yurt dışına kaçmadan önce “evvela bir bavul evrakla, Arnavutköy kıyı­sında (…) bir yalıdaki dostuna” gittiğini; “bu evrakın yalının alt katındaki ocakta yakıldığını” duyduğunu söyler. (Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, Cilt III, 1914-1922, Remzi Kitabevi, 1978, s. 468.)

ÇALINAN ASKERİ BELGELER. Sadece yerli aktörler değil yabancılar da belge çalmıştır. Harp döneminde, Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Hans F. L. Von Seeckt, Almanya’ya dönerken, Osmanlı Genelkurmayına ilişkin önemli belgeleri beraberinde götürmüştür. Sadrazam İzzet Paşa 6 Kasım 1918’de yazdığı bir mektupla hem durumu protesto etmiş hem de belgelerle birlikte, Talat, Enver ve Cemal başta olmak üzere Almanya’da bulunanların iadesini istemiştir. Berlin belgeleri geri gönderme sözü vermiş ama hiçbir zaman yerine getirmemiştir. Hans von Seeckt, görevi sırasında, resmi emirleri, gizli kararların ve geçersizliğini gösteren imaların takip etmesinin bir kural olduğunu anlatır. (Aktaran V. N. Dadrian, Documentation of the Armenian Genocide in German and Austrian Sources, Yay. Haz. Israel Charny, New Brunswick: Transaction Publishers, s. 109-110)

ENVER VE TALAT’IN TELGRAFHANELERİ. Yüzbaşı Selahattin anılarında Enver’in, resmi kanallardan Almanların gönlünü hoş tutmak için çektiği resmi telgrafları, daha sonra kendi evinde bulundurduğu ‘telgrafhaneden’ çektiği telle iptal ettiğini aktarır. (İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selehattin´in Romanı, Cilt 1, Remzi Kitabevi 1993, s. 292.) Tehciri yönlendiren beyin olan Talat’ın eski bir telgrafçı olarak evine özel bir hat kurduğunu ve haberleşmesini buradan yaptığını İTC Merkez Komitesi üyesi ve Hariciye Nazırı Halil Menteşe’nin anılarından öğreniriz. (Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Yay. Haz. İsmail Arar, Hürriyet Yayınları, s. 216)

YAKILAN BELGELER. Başbakanlık Arşivi Dahiliye Nezareti kayıtları arasında bile “okunduktan sonra yakılması” istenen resmi devlet evrakına ilişkin kayıtlar mevcuttur. Örneğin, 22 Haziran 1915 tarihli, Talat Paşa imzasıyla Emniyet Umum Müdürlüğü tarafından bazı vali ve mutasarrıflara, isim verilerek çekilen şifreli bir telgrafta, sevk edilen kafileler içinde din değiştirenlere nasıl davranılması gerektiği bildirildikten sonra şunlar söylenir: “…ve bu tebligatımızın icab edenlere hususi surette tefhimi ile işbu telgrafname kopyesinin telgrafhaneden ahz ettirilerek imhası ” (BOA/DH.ŞFR., nr. 54/100) Bir başka örnek, “bizzat hal olunacaktır” özel notu ile 23 Haziran 1915’te Musul ve Deyr-i Zor’a yollanan bir telgraftır. Telgrafta Ermenilerin yerleştirilmesi meselesine ilişkin son derece önemli bazı direktifler verilen telgraf şöyle biter: “işbu şifrenin lâzım gelenlere irâesinden sonra imhâsı tamimen tebliğ olunur.” (BOA/DH.ŞFR. nr., 54/41)

Belge yakma eylemi, yenilgi sonrası, mütareke döneminde de devam etmiştir. Talat Paşa kabinesinin istifa etmesi üzerine, 14 Ekim 1918’de kabineyi kuran Ahmet İzzet Paşa Harbiye Nazırlığını da üstlenmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk’ün hatıralarına bakılırsa Paşa’nın yaptığı ilk işlerden birisi, “Teşkilat-ı Mahsusa Müdürlüğüne hemen çalışmalarını durdurması, arşivlerini yoketmesi (…) talimatını” vermektir.(Aktaran, Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, İletişim, 1983, s. 147)

POSTADA İMHA. Belgeleri imhası savaşın yenilgi ile sonuçlanacağının anlaşılması üzerine devam etmiştir. İstanbul’daki Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında, 1914-1918 dönemi Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında açılan davanın 3 Haziran 1919 tarihli oturumunda, eski Posta Bakanı Hüseyin Haşim, Harbiye Nezareti’ne ait belgelerin yakıldığı bilgisini verir. Bunun üzerine konu ile ilgili görülen Çatalca Posta ve Telgraf Müdür Vekil-i Sabıkı Osman Nuri Efendi hakkında evrak yakma suçu nedeniyle dava açılır. Dava 4 Ağustos 1919’da başlar. Sanık ifadesinde, “verilen emir üzerine bazı evrakı yaktım. Amirlerim kendi mesuliyyetleri tahtında olarak falan seneden falan seneye kadar olan evrakı yak dediler, yaktım” der. Davanın sonucu belli değildir. (Alemdar, 5, 6 Ağustos 1919)

Refik Halid Karay mütareke döneminde Posta Telgraf Genel Müdürlüğü yapmıştır. Bu döneme ait anılarını 1948 yılında Aydede dergisinde yayınlarken, P.T.T.’de (Posta Telgraf Telefon İdaresi) uzun yıllar hizmette bulunmuş H. Sadık Durakan adlı bir memurdan, oldukça uzun bir mektup alır. Refik Halid, daha sonra anılarını topladığı kitapta bu mektubu aynen yayınlar. Buna göre, söz konusu memur, Mütareke döneminde PTT merkezlerindeki devlet muhabere evrakının düşman eline geçmesini önlemek maksadıyla Mehmet Emin Bey tarafından bütün merkezlere, mevcut resmi evrakın, telgraf kopya ve asıllarının tamamen imhası için emir gönderdiği anlatmaktadır. (Minelbab İlelmihrab, Mütareke Devri Anıları, İnkılap Kitabevi, 1992, s. 271-2.)

KİŞİSEL İMHALAR. Önemli bir İttihatçı olan, kaymakamlık, valilik gibi çeşitli idari görevler yanı sıra son İttihat ve Terakki kabinesinde Nafia Bakanı olarak da görev yapan, Adana’daki tehcir olaylarına katıldığı için tutuklanarak Malta’ya sürülen Ali Münif “İtilafçıların teşvikiyle bir taraftan harb suçluları, diğer taraftan kalburüstü İttihatçılar tevkif ve muhakeme ediliyordu (…) evimin aranacağı haberini verdiler. Mühim bir şey bırakmadığımı zannederken, evimiz baskına uğradı ve buldukları bazı muhabere evrakı yüzünden tevkif edil(dim) (…) Suç olarak hakkımda isnad edilen mevzu, Ermeni muhaceratıyla ilgili olarak, bu işi tahrik edişim gösteriliyordu (…) bir bavulun cep kısmında (…) Adana’dan Dahiliye nazırına keşide eylediğim telgraf müsveddeleri ele geçmişti (…) Esasen daha mühim evrakı zamanında imha ettiğim halde, bunu bavulun küçük cebinde unutmuştum (…) İmhasını unuttuğum bu vesika aleyhimde şuç delili olarak kullanılıyordu.” (Taha Toros, Ali Münif Bey’in Hatıraları, İSİS, 1996, s. 96-7.)

Milli Mücadele yıllarında Adalet Bakanı olarak görev yapan Ahmet Rıfat Çalıka anılarında şöyle der: “Savcı bir gün Vilâyete şifreli bir telgraf geldiğini, Kayseri’ye karma bir komisyon gelerek tehcir işini inceleyeceğini, şüpheli görülenler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapacağını, evleri arayacağını… bana bildirdi. Okul arkadaşımla birlikte eve geldik, belge ve anılarımı yaktım.” (Ahmet Rifat Çalika’nın Anıları, Hurşit Çalıka’nın özel yayını, 1992, s. 7, 15-6).

İNGİLİZ ARŞİVİNDEN. 24 Ocak 1919 tarihinde, İngilizler, Dahiliye Nezareti’nden Antep vilayetine çekilen bir telgraf örneğini ele geçirirler. Telgrafta, seferberlikten bu yana, bölgeye yollanmış resmi telgrafların orijinal örneklerinin imha edilmesi istenmektedir. (FO371/4174/15450: folio 182) 17 Haziran 1919 tarihinde, dönemin Dışişleri Bakanı Safa Bey, İngiliz Yüksek Komiserliği nezdinde, olayı protesto ederken, Diyarbakır Telgraf idaresinin kaza ve nahiyelere, 1914-1918 arasında aldıkları belgelerin orjinallerinin imha edilmesi konusunda bir tamim yolladığını kabul etmiştir. (FO371/4174/15450: folio 182) Şimdi Yusuf Halaçoğlu’na soralım: Acaba bu belgelerde neler vardı da imha edilmeleri gerekti?

Taner Akçam’ın Yusuf Halaçoğlu’na eleştirileri

Sorun sadece belgelerin yokluğunda değil. Mevcut belgelerin dürüstçe kullanımında da sorunlar var. Buna ilişkin bir örnek resmi Türk tezini savunmak amacıyla tehcir edilen Ermenilerden kalan malların bedellerinin Emval-i Metruke komisyonları tarafından sahiplerine gönderildiğine ilişkin iddialardır. Bu iddia Yusuf Halaçoğlu tarafından Ermeni Tehciri ve Gerçekler kitabında (s. 69) da tekrarlanıyor. Taner Akçam son kitabında buna ilişkin şunları söylüyor: “Resmi Türk tezini savunmak amacıyla kaleme alınmış bir çalışmada, ‘satılan malların bedelleri Emval-i Metruke komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir. Nitekim iskân mahallerine varan muhacirler, kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini kurmuşlar ve bölgeye uyum sağlamışlardır”, iddiası ileri sürülür. (Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, s. 69.) (…) bu tezi ileri süren kişi 1989-1992 yılları arasında Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yapmış ve 1993 yılından beri de Türk Tarih Kurumu başkanıdır. Yazar, iddiasına kanıt olarak da üç adet Osmanlı belgesi sunmaktadır. İlginç olan şudur ki, iddaya kanıt olarak gösterilen bu telgrafların hiçbirisinin içeriği açıklanmamış, belgelerden herhangi bir alıntı yapılmamıştır. Aslında yapsaydı görülecek olan şu idi: Bu üç telgraf da tek bir olaya ilişkindir ve konunun muhatabı olan 3 ayrı yere aynı gün çekilmiştir. Üstelik telgrafların, Ermenilerin bıraktıkları malların satışından elde edilen gelirlerin, kendilerine iade edilmesi sorunu ile hiçbir alakası yoktur.

(…) Görüldüğü gibi, telgraflar sadece Eskişehir’den Ermeni mallarının satışından elde edilen bir miktar paranın, tehcir sırasındaki Hükümet masraflarının karşılanması ile ilgili olarak Halep’e yollanmasına ilişkindir. Osmanlı arşivlerinde genel müdürlük yapan, arşivdeki her kayda ve her belgeye, her an ulaşma şansı olan bir kişinin Ermenilere gittikleri yerde, geride bıraktıkları malların karşılıklarının kendilerine verildiğine ilişkin tek bir belge bulamamış olması ve konuyla alakası olmayan bazı belgeleri kasıtlı olarak çarpıtarak kullanması bile tek başına birçok şeyi anlatmaya yeter.”

1397 KİŞİ YALANI. Taner Akçam söz konusu kitabında, tehcirin Ermenilerin imhası amacına yönelik olmadığını iddia etmek için sıkça kullanılan bir argümanı da sorgulamış. İlk kez Kamuran Gürün’ün Ermeni Dosyası adlı kitabında (s. 88) dile getirdiği, ardından Yusuf Halaçoğlu’nun Ermeni Tehciri ve Gerçekler kitabında (s. 62’de 205 no.lu dipnot) tekrarladığı iddiaya göre ‘tehcir sırasında bazı memurların suistimalleri olmuştur ama özel soruşturma kurulu oluşturularak suçlu bulunanlar örfi idare mahkemelerine sevkedilmiş, 1397 kişi hakkında soruşturma açılmış ve bunların büyük bir kısmı, idam da dahil olmak üzere, çeşitli cezalara çarptırılmıştır.’

Şimdi tekrar Taner Akçam’ı okuyalım: “Halaçoğlu’nun ‘ağır cezalara çarptırılma’ya kanıt olarak gösterdiği 12 belgenin tek tek içeriklerine baktığımızda, bu belgelerin hiçbirisinin Ermenilere yönelik suç işleyen memurların yargılanmaları ve ceza almaları ile ilgili olmadıkları görülür. Belgeler, Ermenilerin geride bıraktıkları mallara yönelik, yağma, hırsızlık, rüşvet ve zimmete mal geçirme gibi suçlarla ilgilidir ve çoğu da zaten yargılama sorunu ile alakalı değildir. (…) Yukarıdaki belgeleri “Divan-ı Harp’te yargılanma” ve “ağır cezalara çarptırılma” örnekleri olarak sunan Halaçoğlu, yaptığı çarpıtmalarda bununla da yetinmemekte ve Ermenilere karşı faaliyetleri nedeniyle övülen devlet memurları hakkındaki belgeleri bile iddiasına kanıt olarak sunmaktan çekinmemektedir. Örneğin bir belge, Cemal Paşa tarafından görevden alınmış bir kaymakamın Talat Paşa tarafından övülerek yeniden göreve iade edilmesiyle ilgilidir (…)Bu belgenin, Ermenilere karşı suç işleyen devlet memurlarının “idam da dahil değişik hapis cezalarına çarptırılmasının” örneği olarak sunulması bilim adına bir ayıp, bir cinayet telakki edilmelidir.”