Tehcirden Arda Kalanlar; Azınlık Malları: Bir Dışlama Hikayesi

[ A+ ] /[ A- ]

zeyneptaskin20

Serap DEMİR
Haber Fabrikası

2012 Ağustos sonunda biten azınlık vakıfları mallarının iadesi için son tarihin ardından, kendimi durum sonrası değerlendirme amaçlı yazarken buldum. Bu aynı zamanda Türkiye devletinin Müslüman olmayan vatandaşına karşı da bir bakışı yansıtacağından, Hrant Dink suikasti davasının hala çözülememiş olması ve süreç değerlendirmesinin 19 Ocak Hrant Dink anması dolaylarına gelmesi de bu açıdan da bir hayli anlamlı. Zira olaylarda benzer mentaliteyi bulmak mümkün.

Lozan’dan beri Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bahsedilen azınlık haklarına bu yazıda genelde azınlık vakıflarının hakları, özelde ise Ermeni vakıf malları çerçevesinde bakmak istedim. Ancak baştan belirtmem gerekir ki; metinde bahsedeceğim azınlık binaları ve eşyaları durumu yalnızca bir mülkiyet perspektifi ile değerlendirilemez. Bunlar aynı zamanda bir demokratikleşme seviyesi, hak-hukuk mücadelesinin boyutlarını gözler önüne sermesi ve devlet-azınlık kurumları arasındaki taraflı ilişkiyi göstermesi açısından da önemlidir.

Bahsedilecek olan azınlık malları el koyma hikâyeleri erken cumhuriyet tarihinden itibaren baş gösteren, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin mirası Anadolu’yu Türkleştirme ve Müslüman burjuva sınıf yaratma ürünlerinin de bir parçasıdır. Bu anlamda 8 Mayıs 1974 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı tek başına değerlendirilemez, karar bir anlamda 1936 beyannamesi, 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül gibi olaylar “Türkün Türkten başka dostu yoktur” fikri doğrultusunda birbirlerinin tamamlayıcısı niteliğindedirler.

Değişen iktidarların azınlık kimliğine karşı şüpheci tavrının değişmediğini farklı tarihlerdeki Ermeni vakıflarının devletle olan ilişkilerinde görmek mümkün. Pratikler bir anlamda Lozan Antlaşması’nın da açıkça ihlali demek.

Hrant Dink’in de yetiştiği Tuzla Ermeni Kampı’nın içler acısı elden alınma hikayesi açık bir hak ihlali ve tüm vatandaşlarını dini, etnik köken ayırt etmeksizin kucakladığını söyleten devletin yine kendi belirlediği ölçüde Türk olmayan vatandaşlarına karşı takındığı şüpheci durumun göstergesi. Tuzla Kampı’nın kilise vakfı elinden alınması fikri 1979 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başvurusu sonucunda ortaya çıkıyor. Kampın kurulmasından önce bomboş bir alan olan çayırlık, çocukların emekleriyle kurulan koca bina ve oyun alanı hiçe sayılarak hem de kiliseye hiç bir ödeme yapılmadan 1983 kararı ile eski sahibine geri veriliyor. Oysa ki 21 yıl hizmet yapan kamptan 1,500 Ermeni yetimi yararlanmıştı.

1974 yılında Yargıtay Ermeni vakıflarına 1936 beyannamesinde “bilgisini verdiğiniz eşyalar dışında mülk edinemezsiniz” derken bunu ‘milli güvenlik’ içinde değerlendiriyor, azınlık diye nitelendirdiği gayrimüslim halkına açıkça mal-mülk sahibi olursanız bizi korkutursunuz demeye getiriyordu. Tedbirini de gene kendince alarak, 1936’da “Gelecekte bunlar haricinde mal alımı yapacak mısınız?” sorusunu sormadığı azınlık vakıflarından, “Gelecekte bunlar haricinde mal alımı yapacakları” ibaresini beyannamelerine yazmayan azınlık vakıflarına yeni mal-mülk edinmesini alelen yasaklıyordu. Ancak görülen o ki; 1979’da Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nın kapatılmasında milli birliğe tehlike gördüğü yalnızca azınlık vakıf malları değil, azınlık vakıflarının ta kendisiydi de. Ki yargıtay hiçbir gerekçe göstermeksizin yetimhane kamp alanının eski sahibine iade edilmesini de böylece sağlamış oldu.

zeyneptaskin31
Kampta kalan çocuklar denize giderken

Devletin azınlık nitelendirmesi yaptığı ve muhtemel ki ‘az’ görmek istediği vatandaşına karşı aynı duyarsız tavrını Kalfayan Yetimhanesi binası yıkımında da görmek mümkün. Bu yetimhane okulu 1960′lı yılların sonuna kadar ayakta kalmayı başardı, ta ki Boğaziçi Köprüsü’nün yapımı amaçlı bulunduğu yerden köprü yolu geçeceği için yıkılması gerektiği söylenene kadar… Vakıflar Müdürlüğü yeni bir yerleşke tahsis etmediği gibi, vakfın taşınmayı planladığı alanın 1936 beyannamesinde var olmadığı gerekçe göstererek zorluk çıkarmaktan da geri kalmadı. 1999’da Semerciyan İlkokulu’nda yeni düzenleme yapılana kadarki sürede çocuklar çeşitli alanlarda kalmaya devam ettiler. Bu süreçte yetim çocukların yaşadığı sıkıntılarsa azınlık kurumları-devlet çatışmasının sosyal boyutunu gözler önüne serer.

kalfayan_1353072497
Halıcıoğlu-Boncuk Sokak’taki Kalfayan Yetimhanesi ve Surp Asdvadzadzin Şapeli’nin yıkımdan hemen önceki hali (1972)

Son dönemde vakıf mallarının iadesi meselesi gündeme gelmiş olsa da, sürecin hayli sıkıntılı olduğu aşikar. İlk tepkiler, verilen bir yıllık sürenin az olduğu üzerineydi, zira 80 yıllık süre içerisinde şehir, sokak ve hatta semt isimlerinin değişmesi alanların bulunmasını bile zorlaştırıyordu. Dahası eski vakıf alanları bulunmuş olsa bile üzerinde yeni binalar dikilmiş olması gibi bir durumda da sıkça söz konusu oluyordu. Ayrıca vakıf mallarının iadesi konusunda bir yıllık süre dolmasına karşın vakıfların hâlâ bu konuda yaşadığı sorunlar olduğu da bir gerçek, bu konuda reddedilen birçok talep de var. Hrant Dink’in büyüdüğü Tuzla Kampı da iade edilmeyenler arasında.

Bu durumda AKP hükümeti de “kapsayıcı” söylemlerinin aksine gerçekte dışlayıcı olmaktan kurtulamıyor ve sonuç bizlere “Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti. Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!” sözünü hatırlatmaktan geri kalmıyor. Zira, muhafazakarından liberaline, iktidarların değişmesi ulus-devlet fikrinin azınlık karşıtı mantığına yenik düşmüyor, ezilen halklar ulus devletin tekçi iktidar yumruğuyla her daim karşı karşıya kalıyor.

Kaynakça

– Aktar, Ayhan. Varlık vergisi ve “Türkleştirme” Politikaları. (İstanbul : İletişim Yayınları, 2000)
– Tuzla Ermeni Çocuk Kampı: Bir El Koyma Öyküsü (Kavaklıdere, Ankara: İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, 2000.)
– Bedrosyan, Raffi . ‘2012 Declaration’: A History of Seized Armenian Properties in Istanbul. from http://www.armenianweekly.com/
– http://www.istanbulermenivakiflari.org/tr/