Türkiye: Aktivistin Yargılanması Bir Adalet Parodisi

[ A+ ] /[ A- ]

İnsan Hakları İzleme Örgütü

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), insan hakları savunucusu ve yazar Pınar Selek’in 1998 yılında ölümle sonuçlanan bir patlamada rol oynadığı iddiasıyla üçüncü kez mahkum edilmeye çalışılmasının bir adalet parodisi olduğunu açıkladı.

Selek, 1998 yılında İstanbul Mısır Çarşısında gerçekleşen ve 7 kişinin ölümü 100’den fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan patlamada rol oynadığı iddiasıyla 9 Şubat 2011 tarihinde tekrar yargılanacak. Bu duruşma, yaşanan olayın bombalama olmadığını ve bir gaz kaçağı neticesinde meydana geldiğini gösteren önemli kanıtlara rağmen, Selek’i ölüme yol açan bomba koyma eylemi gerçekleştirmekten mahkûm etme yolundaki üçüncü girişim.

Duruşmaya katılacak olan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb, “Pınar Selek’in yargılanması ceza adalet sisteminin çarpıtılması ve adi yargılanma hakkının ihlalidir” dedi. “Bu davanın 12 yıl boyunca devam ettirilmesi adli yargılama ilkesinin en temel gereklerini ihlal etmektedir. Bu asılsız suçlamalar bir an evvel nihai olarak düşürülmelidir.”

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’deki siyasi motifli yargılamalar konusunda haklı nedenlere dayanan endişelerin devam ettiğini belirtti. Savcı ve hâkimler gazetecilere ve yayın yönetmenlerine, insan hakları savunucularına, gösterilere katılan bireylere ve Kürt yanlısı yasal siyasi faaliyette bulunanlara karşı kanuni dayanağı olmayan davalar açtılar.

Yargılamanın üçüncü turunun gerçekleşeceği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Selek’i ve aynı davada davalı konumunda bulunan diğer sanığı 2006 ve 2008 yıllarında aynı suçlardan iki kez beraat ettirmişti. Her iki beraat kararı da savcı tarafından temyiz edildi.

Söz konusu patlamanın gaz kaçağından kaynaklandığını gösteren birden fazla bilirkişi raporuna rağmen, Türkiye’nin en üst temyiz organı olan Yargıtay, patlamanın yasaklı Kürdistan İşçi Partisi PKK adına eden Selek tarafından bombalama eylemi sonucunda gerçekleştiğini belirterek 9 Şubat 2010 tarihinde Pınar Selek’in yeniden yargılanmasına hükmetti. Selek’le aynı davada yargılanan diğer sanık, ilerleyen aşamalarda Selek’i tanımadığını ifade etmiş olsa da, polis işkencesi altında alınan ilk ifadesinde yalan beyan vererek Selek’in bu işin içinde olduğunu belirtmişti. Söz konusu sanık hakkındaki bütün suçlamalardan beraat ettiği ve beraat kararı üst mahkeme tarafından onaylandığı halde, bu kişinin delil olarak kabul edilmesi mümkün olmayan ifadesi an itibariyle Selek davasın tek dayanağını oluşturmaktadır.

Yargıtay, üçüncü kez yargılama isteyen en son kararında, Selek’in (765 No’lu) eski Türk Ceza Kanunu’nun yasaklı ayrılıkçı gruplar tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırılar da dâhil olmak üzere devletin bütünlüğüne karşı işlenen suçları düzenleyen 125. maddesi uyarınca yeniden yargılanması gerektiğine hükmetmiştir. Bu sebepten, Selek için yaşam boyu hiçbir tahliye imkânı olmayan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmektedir.

Pınar Selek, özellikle toplumsal cinsiyet, lezbiyen, gey, biseksüel, transgender hakları, Kürtler ve diğer azınlıkların hakları gibi konular da dâhil olmak üzere Türkiye’de insan hakları üzerine savunuculuk yapan ve ciddi anlamda yazılar yazan bir sosyolog. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Selek davasının siyasi motifli olduğu görülen ve adil olmayan yargılama düzeninin en dikkat çekici örneklerinden biri olduğu görüşünde.

Sinclair-Webb ‘e göre, eldeki delillerin hiçbir makul şüpheye yer bırakmayacak şekilde Selek’in bir suç işlemediğini defalarca göstermesine rağmen Selek’in bir suç işlemişçesine mahkum edilmesi amacıyla 12 yıldır devam eden bu kampanya, adil yargılama standartlarını benimsenmesi ve yargının bağımsızlığının sağlanması açışından Türkiye’nin önünde kat etmesi gereken çok uzun bir yol olduğunu gösteriyor.

Davanın Geçmişi

1998 yılında, Selek 27 yaşında gözaltına alındığında, İstanbul’da bir sokak sanatı projesi üzerinde çalışıyordu. 19 yaşındaki Abdülmecit Öztürk de aynı dönemde gözaltına alınmıştı. Haklarında açılan dava, patlamanın bombadan kaynaklandığı yönündeki sürekli itiraz edilen bir iddiaya ve Öztürk’ün sorgusu sırasında Selek’in suçlu olduğu yönündeki beyanına dayanıyordu. Öztürk sonrasında mahkeme huzurunda bu beyanını geri çekerek, iddia ettiği suçlamayı polis işkencesi altında yapmaya zorlandığını açıkladı. Selek de karakolda gözaltında bulunduğu sürede ağır işkenceye maruz kaldığını iddia etmişti.

Emniyet raporları, ilk başlarda, bomba iddiasına pek ihtimal vermedi ve patlamanın bir gaz kaçağından kaynaklandığını öne sürdüler. Ancak, Selek ve Öztürk aleyhine suç ithamında bulunan savcı patlamayı bombalama olarak tanımladı; bu iddia sonrasında farklı üniversite bölümlerinden gelen bilirkişilerin hazırladığı üç farklı rapor tarafından yalanlandı. Adli Tıp Kurumu’nun ilk etapta 1. İhtisas Dairesi’nden sonrasında Genel Kurulu’ndan alınan otopsi raporları ölümlerin bombadan kaynaklandığına dair herhangi bir delil tespit edemedi.

Öztürk, aleyhindeki bütün suçlardan beraat ettirildiğinde ve beraat kararı Yargıtay tarafından onandığında, yargılamayı yapan alt mahkeme Öztürk’ün Selek aleyhindeki beyanının delil olarak kabul hükmüne vardı. Bu beyanın dışında, Selek ve patlama arasında bağlantı kuran hiçbir delil, ifade ya da adli kanıt sunulamadı.

Öztürk’ün halası tarafından verildiği iddia edilen yazılı beyanda, Öztürk’ün halası Selek’i evini ziyaret eden bir şahıs olarak teşhis etti. Ancak Öztürk’ün halasının mahkemede Türkçe değil sadece Kürtçe konuşabildiğinin anlaşılması üzerine bu yazılı beyanın uydurma olduğu ortaya çıktı ve Öztürk’ün halası ifadesinde polis tarafından içeriğini bilmediği bazı belgeleri imzalamaya zorlandığını söyledi. Öztürk ve halası, mahkeme huzurunda Selek’le hiç tanışmamış olduklarını beyan ettiler.