Varlık Vergisi’nin Aşkale-Erzurum Cephesi: Yorgo Hacıdimitriadis’in Günlüğü

[ A+ ] /[ A- ]

Sait ÇETİNOĞLU

İttihatçı gelenekten gelen bir etnik temizlik kırbacı olarak ,yakın tarihimizin karanlık sahifelerinden biri olan Varlık Vergisine ilk ışık tutanlardan Ayhan Aktar, Yorgo Hacıdimitriadis’in Aşkale- Erzurum Günlüğü (1943)[1] adlı son çalışması ile Varlık Vergisi ve ardından gelen toplama/çalışma kampları dehlizlerinden birini daha aydınlatmıştır.

Aktar çalışmasını Varlık Vergisi uygulamasına itiraz ederek görevlerini bırakan vicdan sahibi maliye müfettişleri İhsan Arat ve Ekrem Türkay’ın hatıraları önünde saygıyla eğilerek o vicdan sahibi insanlara ithaf eder.

Aktar’ın çalışması bütünlüklü bir çalışmadır. Hacıdimitriadis’in günlüklerini açığa çıkarmasının yanında konunun değişik veçhelerine işaret ettiği gibi sonuçlarını da irdeler; bu bakımdan 1951 yılında verginin uygulayıcısı Faik Ökte’nin Varlık Vergisi Faciası adlı çalışmasından beri üstü örtülen bu insanlık dışı ve azınlık karşıtı uygulamaya ilk parmak bastığı 1996 yılında yayımlanan Varlık Vergisi ile ilgili ilk Varlık Vergisi ve İstanbul adlı incelemesinden bu yana bu konudaki derinlikli analizleri kapsayan makaleleri ve kitaplarıyla Cumhuriyet tarihinin utanç sahifelerini aralamaya devam ederek bu kez Varlık Vergisi adlı kanun gömleği giydirilmiş talan uygulamasının Aşkale – Erzurum cephesini Yorgo Hacıdimitriadis’in Aşkale Günlüklerini yayına hazırlarken konu ile ilgili önemli yeni analizlerini de kitaba ilave ederek konuya daha da açıklık getirmiştir. Aktar bu çalışmasıyla kendisinden sonra bu konuda yayınlanmış çalışmaları da bütünsel bir bakış açısı içinde değerlendirerek Yorgo Hacidimitriadis’in anlattığı acı hikayeyi belli bir çerçeveye oturmuştur.

Varlık Vergisini uygulamacısı Faik Ökte ile ilgili bir değerlendirmeyi de okuyucularına sunan Aktar. Bu vergi adı altındaki talanı tekrar gün ışığına çıkarıp gündeme taşıyan maliye bürokratının Varlık Vergisi sonrası serüveni bir anlamda Aktar’ın çok partili siyasi yaşamın da bir anlamda eleştirisidir.

Aktar’ın Varlık Vergisi sürecinde psikolojik operasyonun bir parçası olan basının meseleye yaklaşımının utanç verici vesikalarının örneklendirilmeleri de bir anlamda günümüze de ibretle ışık tutar. Basın hala değişmemiş her alanda iktidarın/hükümetin psikolojik operasyon aparatı olarak çalışmaya devam etmektedir.

Varlık vergisi üzerindeki her son çalışma bir eksiğin tamamlanmasını ifade eder. Varlık Vergisi, üzerinde birçok çalışma yapılmasına rağmen hâlâ tamamıyla aydınlatılamamış bir konudur. Arşivleri kapalıdır. Her yeni çalışma bu karartılmayı aydınlatmaktadır. Bu bakımdan Hacıdimitriadis’in günlüklerinin gün ışığına çıkarılması konun önemli bir veçhesine ışık tutar.

Aktar çalışmasında Varlık Vergisi komisyonlarında görevli İttihat ve Terakki’nin Murahhas-ı Mes’ulü Hamal Ferit bağlamında Varlık Vergisi ile 1915 Soykırımının bağlarını kadro ve zihniyet açışından deşifre eder. Bu noktada şahsi düzeydeki kadro devamlılığının da öte­sinde, ‘azınlık karşıtı’ politikaların sadece biçim değiştire­rek devamlılığından da söz etmek gerekiyor. Aksi takdirde, Ferit Hamal’ın Varlık Vergisi uygulaması sırasında kurulan 1 Numaralı Komisyon’a atanmasını açıklamak zorlaşır. Aktar, azınlıkları bu coğrafyadan kazımayı temel politika olarak devam ettiren zihniyetin süregenliğini apaçık ortaya koyar.

Toplama/çalışma kampları ile sınırlı bilgilerimiz Hacıdimitriadis’in son derece naif ve içten yazılmış günlükleriyle biraz daha aydınlanmıştır. Hacıdimitriadis’in günlükleri 22 Mart 1943 günü Sirkeciden Aşkale Kapına hareketle başlayıp 10 Ağustos günü Karanlıkdere’ye yeni bir kamp merkezine hareketle bitmektedir. Bu beş aylık dönemi kapsayan günlükler önemli bilgiler ve ayrıntılar içermektedir. Günlüklerin yanında eşine ve çocuklarına yazdığı mektuplar da Aşkale mahkûmunun ruh durumunu açıklayan önemli belgelerdir.

Sonraki günlerde nedamet getiren o günlerin psikolojik baskı aparatlarından gazeteci Feridun Kandemir’in; [O] günlerde istendiği kadar nakit para bulamamak­tan başka günahları olmayan -ve bu durumlarını anlatacak bütün kapılar da yine tarafınızdan kapatılmış olduğu için çaresiz bir vaziyette kalan- bu altmışını geçmiş, hasta ve pe­rişan insanları arkada kalan bütün eşyaları haraç mezat edi­lerek tamtakır bırakılmış bir odada aç ve sefil bir ailenin ızdırabiyle inletmek yetmiyormuş gibi bir de, Demiryolları­nın bilhassa emrinizle seçilmiş Nuh Nebiden [Nuh Peygam­ber Döneminden] kalma ışıksız, kalorifersiz, camları kırık, buz gibi vagonlariyle bir hayvan sürüsü halinde sevketmenin Türk’ün ulüvv-i cenabına [âlicenaplığına] yakışmaz bir hareket, hattâ cinayet olduğunu bilmez miydiniz? Sözleriyle tarif ettiği çileli Aşkale yolculuğu başlar.

22 Mart 1943
Saat [akşam] altı buçuk raddelerinde [Sirkeci] Demirkapı’dan vapurla hareket ettik. [5. Kafilede toplam] 60 mükel­lef idik. Haydarpaşa’da bir vagona konulduk. Her kompar­tımanda sekiz kişi idik. Eşyalarımızı dahi beraberimize ver­diler. Herkesin 3-4 parçası var idi. Kompartımanlar, koridor dahi dolu. Kımıldayacak yer yoktu. Bu suretle saat yedi-yedi buçuk’ta Haydarpaşa’dan hareketle, [üç gün sonra, yani] 25 Mart 1943 Perşembe günü [öğlen] saat on ikide [Aşka­le] Çiçekli istasyonuna geldik. Yolda yalnız su almamız için üç-beş arkadaşın istasyona inmesine müsaade ediliyor idi.

Feridun Kandemir Aşkale koşullarını kısaca şu sözleriyle tanımlar: O kış kıyamette, müthiş bir kar fırtınası içinde Haydarpa­şa’dan hareket ettiğimiz dakikadan itibaren başlayan taham­mül edilmez derecede sıkıntılı hayat, Aşkale’ye varınca bü­tün bütün azap verici bir hâl aldı.

Hacıdimitriadis ve arkadaşlarını çalışma yerine ulaşmaları zorluklar ve acılarla doludur. Hacıdimitriadis’in günlükleri Kandemir’in anlatımları ile çakışmaktadır. Yol boyu çekilen acıların katmerlisi toplama/çalışma kampında kendilerini beklemektedir.. Aşağıdaki günlüklerde kısa anekdotlar Vergi kurbanlarının durumlarının vahametini gözler önüne serer. Sistematik bir insanlık dışı eziyet söz konusudur.

25 Mart 1943 …Üzerimizde yalnız birer bat­taniye olarak geceyi geçirdik. Fakat yerimiz çok soğuk değil­di. Çünkü beraberimizde yedi büyük, iki ufak cem’an dokuz inek arkadaşlar var idi ve bazen sıcak kalorifer suları ve ba­zen diğer vasıtalarla havaya sıcaklıklar veriyorlardı (!)

26 Mart 1943
…Hava daha fena, şiddetli kar ti­pisi devam ediyor idi. Yola çıktık bazı arkadaşlar istasyona gidiyor bazıları oradan dönüyor, bazıları da hamallarla eş­yalarını almış gitmemiz lazım olan hana doğru yol almışlar idi. Kimsenin kimseden haberi yoktu. Sinemada görmüş ol­duğum bir Sibirya manzarası gözlerimin önüne geliyor idi… artık konuşmayor idik… Ayaklarımın çiğne­diği, gözlerimi dolduran ve devamlı yağmakta olan kardan yeni mukadderatım hakkında malumat almak istiyor idim. Acaba benim için bir kefeni mi temsil ediyor idi?

27 Mart 1943
Hana yetiştik. Arkadaşlar iki oda işgal etmişler idi. 30-35 metrekarelik odaya 25 kadar kişi yan yana yerleşmişler­di. Bir oda da biz bulduk. 50 metrekare kadar idi. Ancak üç penceresi var idi ise de camları yok idi. On beş arkadaş bu odayı aylığını 60 liradan pazarlık ettik. [Aşkale Mahkümlarına teorik olarak günlük 90 kr yevmiye verilecektir]… Bu suretle, İstanbul’dan çıkdıkdan sonra ilk olarak yataklarımızı serdik yattık.

1 Nisan 1943
Bıyıklarımız kirpiklerimiz buz tutmuş bembeyaz idi. Hatla kaşkolümün ağzıma [gelen] tarafı dahi buz tutmuş idi.

Hasta yatalak dinlenmemiş haraçoğlu’na[2] haracı denkleyemeyenler Aşkale’ye yollanmıştır. Hacıdimitriadis bunları örnekler:

Bunların biri yatakta hasta, ağzından kan gelmiş [Konstantin] İatru, diğeri 70 yaşında [Bensiyon] Kamhi. Diğeri 62 yaşında Aram [Deresenyan], ayakları tutmaz bir arkadaş. Diğeri nüzullü [felçli] Hristo Iliadis ve diğeri sıtmadan hasta [Istefanos] Sandukas.

Sürekli sistematik zorluklar çıkarılır.Zorlukların çözülmesi uzun zaman alır ve bu sırada soğukta ve açıkta bekletilmektedirler ayrıca seyirlik malzemedirler:

Bu muamelelerin hal olunabilmesi için bir saat kadar so­kakta bekledik ve köylüler [tarafından] seyredildik… Erzurum halkı bizi seyre gelmiş ve çokları gü­lümser ve hakaretli sözlerle alay ediyorlardı.

Çalışmanın[3] kendisi bir eziyet olmasının yanında, Vergi kurbanları için bu insanlık dışı bir hal almaya başlar:

Grup binasın­da kazma, kürek ve el arabaları verdiler ve bina yolundaki kar ve sair pislikleri temizlememizi emrettiler. Saat 17.30’a kadar çalışdık. Bina etrafında seyirciler eksik değildi. Çalıştı­ğımız yer arka sokak, geçitle-temizlikle alakası olmayan tam manası ile mezbelelik bir mahal idi. Öyle ki, havanın çok so­ğuk olmasına rağmen, kazmanın altından teafunlar [pis ko­kular] hissediliyor idi.

Dinlenmek yoktur yemek molası dahi ayakta verilmekte ayakta dinlenilmektedir(!):

Saat 12.00’den 13.30’a kadar istirahat verdiler. Halbuki oturacak bir taş dahi olmadığından ayakda yemek yedik ve 13.30’dan 17.30’a kadar çalıştıktan son­ra otelimize döndük.

Erzurum’a geldiğimizde soğukdan, rüzgârdan hepimizin yüzü gözü şişmiş idi. Ben katiyyen tanınmaz bir hale gelmiş idim. Alnım, gözlerim, burnum, dudaklarım, yüzüm şişmiş ve yanmiş idi…

Kar fırtınası, soğuk müthiş ve karayel rüzgârı, her taraf buz. Tecennün [çıldırtan] rüzgârları. El-zulum3 Saat 07.00’de hareket ettik. Yine İstanbul Kapusu’ndan transit yoluna gönderildik. Ovaya çıktık, rüzgârdan ilerle­mek kabil değildi. Donacağız zannediyorduk, hatta yol ça­vuşumuz dahi vaziyetin çok feci olduğunu söylüyor idi. Köprünün bir tarafına sığındık, iki arkadaş geri dönüp ko­mutana ricaya gittiler ki o gün için çalışmayalım. Gelen ce­vap menfi [olumsuz] idi. Mecbur olduk, yola devam ettik. Lâkin çalışmak gayrı kabil idi… Saat 12.00’de artık sabır [ve] tehammülümüz [di­rencimiz] kalmamıştı. Bizi daha eyi kurşuna dizsinler, kur­tulalım diyerek artık geri dönmeye karar verdik. Gruba geldik. Komutan saat 14.30 [da] gelip grup sokağında ça­lışmamızı tenbih etti ve saat 18.00’e kadar çalıştık.

…Saat 07.00’de hareket ederek 12.00’ye kadar mütemadiyen yolda çalıştık. 12.00’den 13.30’a kadar yemek ve istirahatimiz var­dı. Halbuki her taraf kar, oturacak yer yok. Ayakta rüzgârın karşısında bekledik. Saat 17.30’da hareket edip 18.30’da ko­ğuşlarımıza yorgun, ölü halde döndük. Esasen yaşayan ölü­ler idik.

Vergi uygulaması amacına vardığını söyleyebiliriz. Vergi kurbanlarının tarihsel topraklarından, doğdukları coğrafya ile bağları kesilmeye başlar:

Çok defalar “İstan­bul’dan gidelim,” diye ailemin teklifine kulak asmadığımdan dolayı kendimi mesul tutuyordum. Elimdeki kazmayı kafa­ma indirip, [kafamı] param parça yapmayı istiyor idim. Ken­di kendime de, “istemiyorum” diyordum. Hayır, hayır delir­mek istemiyordum… Bu felaketin neticesi delilik veya intiharla parçalanmasın diye dua ediyorduk… yaralı kalbimden kanlar akıyor zannediyordum.

İsyan edenler de yok değildir: “Esasen biz medeni haklardan iskat edildik. Bizi da­ha eyi kurşuna diziniz…” diye karşı çıkan Bay Sarfati intihari deneyecektir. Sarfati’nin ailesine trajik bir mektup bırakmıştır. Sarfati’nin de doğduğu topraklarla bağlarının kesildiğini görüyoruz.

Dini günlerinde istirahat verilmez hasta yaşlı dinlenmez işe çıkartılır. Hatta adli mahkümlarla birlikte aynı mangalarda çalıştırılırlar. Giderek yollar uzar, koğuşlara dönmeleri saat 20.00’yi bulur, yorgunluktan dualarını bile yapamaz durumdadırlar. Hatta bir müddet sonra çalışma yerine gidişleri saat 12.00’yi bulur çalışma yerine varmaları ile dönmeleri bir olur çalışmadan geri dönerler. İçtimalarda itilip kakılır, kötü muamele yapılıyor ve hakaret edilmektedir. Bay Pinhas komiser tarafından dayakla karşılanmıştır.

Temel sağlık ihtiyaçlarının karşılanmamasının yanında ölüm tehlikesi karşısında dahi yetkililer duyarsızdır:

Evvelki gün bir köpek beş arkadaşa saldırmış, bunların içinde Bay Avraam Papadopulos dahi vardır. Köpek öldü ve kuduz olduğu anlaşıldı. 20 gün hastahaneye günde iki defa giderek aşı olmaları icap ediyor… Ancak kuduz aşısına gönderilmek istenilmez. Bu temel hakları dayakla karşılanır; Ben Avraam Papadopulos’la beraber kapuya çıkmıştım ve konuşuyor idim. Yanımı­za koşarak muavinin geldiğini gördük. ‘Nereye gidiyorsunuz?’ dedi ve beni itip iki-üç metre geriye attı. Avraam Pa­padopulos, ‘aşı için gidiyoruz’ demeye kalmadı üzerine hü­cum etti ve üç-dört şamar yüzüne vurmakle beraber üç-dört defa da ayaklarıyla vücuduna arka arkaya tekmeler indirdi.

Varlık Vergisi zannedildiğinin aksine sadece varlıklıları vurmamıştır. O her sınıftan insanları kıskacına almıştır. Yoksullar da borçlarını ödeyemediklerinden dolayı Aşkale’ye gönderilirler. Dimirtiadis bunlardan örnekler verir. Burada 10 ve 20.000 lirayla vergilendirilip ceplerinde hiçbir şey olmayan insanlar var. Bu yoksullar diğerlerine hizmet ederek zorunlu ihtiyaçlarını temin etmektedirler. Bunlardan birisi bir tabak yemek karşılığında Nikolaidis grubunun bulaşıklarını yıkıyor. 18.000 lirala mükelleftit (maalesef Rum) … 9. Kafile ile gelen arkadaşlar gayet fukara olduklarından ekmek ve karavana verilmediğinden gayet fena vaziyette olduklarını söylediler. Bu yoksullar İstanbul’daki Varlık Vergisi mükelleflerinin %43’üne tekabül etmektedir. Bugün 12. kafile geldi. Bunlardan Andronikos Kamer isminde 5.000 liralık mükellefin gayet fakir olduğunu söylediler. Mercan yokuşunda iki sene evvel terzi imiş. Fakir olduğundan Beşiktaş Kaymakamlığı tarafın­dan tahkikat neticesi kendisine Fukara Karnesi [Yeşil Kart?] verilmiştir. Oğlu Ankara’da askerliğini yapıyor imiş. Kendi­si de otomobil kazasına uğramış bir adam olup, başında üç nüfus ailesi var imiş. Yine tahkikat neticesi, asker aile yardı­mından 15 lira alıyor imiş. Kendisi son derece sefalet için­de bulunuyor… 10. kafileden [olan] fakirler bir ahırda toprak üze­nin- konulmuş hasırlarda 15-20 kişi yatıyorlar.

Kampta ölümler başlar. Ölülerini birlikte defneder, duaları sırayla okurlar. Hacıdimitriadis kurbanlar arasındaki dayanışmaya dikkat çeker.İlk vefat Varlık Vergisi kurbanların sarsar: Saat sekiz buçukta [defin] vazifemiz hitam bulmuş idi ve yerlerimize dönmekte idik. Karanlık her tarafı sarmış bulu­nuyordu. Arkadaşlar yine yavaş yavaş ve keder içinde idiler sanki karanlıkta kaybolmuş olan saadetlerini arayıp bulmak üzere çıkmış hortlaklar gibi. Kurbanlar 50 yaşın üstünde olduğundan koşullara dayanamalar ve ölümler arka arkaya gelir. Bensiyon Kamhi 75 yaşındadır ve tifüsten ölür. Kader arkadaşları mezarlıkta yan yana sıralanır. Ölümler kanıksanmaya başlar; Süküti [sessiz] ve dalgın bir halde hıçkırıklarımızı boğmaya çalışarak koğuşlarımıza döndük.

İmkanları olduğunda arkadaşlarının mezarlarını ziyaret ederler: Öğleden sonra arkadaşların mezarlarını ziyarete gettik… Dua yaptık ve mezarlara birer şişe derununda [içinde] isim ve vefat tarihlerini kayıtlı kağıt gömdük.

Yetkililer duyarsızdır. Vergi kurbanları bir anlamda ölüme terk edilmişlerdir. Vali Bey’ varsın kudursunlar! Diyecek kadar pervasızdır.Yetkililer tam anlamıyla baskı mekanizmasının aparatlarıdırlar en küçük bir insani davranış göstermezler; Aşıya gitmekte olan ve dayak hadisesine şahit olan Bay Molho ‘Beyefendi bizim aşı için gitmemiz lazım ve elimiz­de vesika ile gitmemize müsaade etmedikleri gibi, bilakis ar­kadaşımız dayak dahi yedi,’ dedi. ‘Evet, ben söyledim, dı­şarı çıkanları ezeceğim ve ezdireceğim hatta daha da ne ya­pacağımı göreceksiniz, kimseye de laf söylemesine müsaa­de etmiyorum,’ deyip polislere dönerek ‘Fen memurunun vesikasını dahi taht-u nazara [dikkate] almayacaksınız,’ di­ye ilave etti. ‘Beyefendi su almaya, yıkanmaya çıkamaz mı­yız?’ dedim. ‘Hayır çıkmayacaksınız. Teneke varil getirtece­ğim burada işinizi göreceksiniz,’ dedi… Aşı ya­pılacakların gitmesine müsaade etmesini istediğimizde, Va­li Bey ‘varsın kudursunlar!’ Diyecektir.

Vali Bey diğer arkadaşlardan dahi geçip polislere ‘Vur-öldür-gebert’ emirlerini vermiş ‘Dava edecek [olan] beni dava etsin,’ demiş. Bu suretle arkadaşlar hapsedilmiş ve bir­birimizden ayrılmış bulunuyoruz. Kurbanların barınma, çalışma ve yaşam koşulları insanlık dışıdır.

Yorgo Hacıdimitriadis’in günlüğü Sivrihisar’da Karanlıkdere’ye hareket ile biter. Sivrihisar’daki şartların da son derce kötü olduğunu biliyoruz. Hacıdimitriadis’in yazacak fırsatı ve koşulları bulamadığını düşünüyoruz.

NOTLAR:
[1] Yorgo HaciDimitriadis’in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943) Ya. Haz. Ayhan Aktar, İletişim Yayınları, 2011
[2] Vergi kurbanları vergi mucidi Başbakan Saraçoğlu’nu haraçoğlu diye anmaktadırlar.
[3] Çalışma kelimesi acı çekme ve işkence aletinden türetilmiştir.