Yabancı Gazetecilerin Hayatı Gezi Sonrası Zorlaştı

[ A+ ] /[ A- ]

nm_Christian_sch_int_1529

Talar SELSU
Agos

Gezi olayları sırasında görev yapan yabancı gazeteciler, tartışmasız haber değeri taşıyan bu beklenmedik halk tepkisini görüntülemek ve haber yapabilmek için ya ülkelerinden yola koyulup gelmişlerdi ya da zaten yerleşik yabancı basın temsilcileri olarak Türkiye’de ikamet etmekteydiler. Ancak, taraflı yayın yaptıkları gerekçesiyle, başta Başbakan olmak üzere hükümet kanadının hedefindeydiler. Bunun üzerine, Türkiye’deki yerleşik yabancı gazetecilerle konuşarak buradaki yaşantılarını, deneyimlerini ve son gelişmeler hakkında neler düşündüklerini öğrenmek istedik.

Mart 2010’dan bu yana İngiltere’nin The Times gazetesinin muhabiri olarak ülkemizde çalışan Alexander Christie-Miller, Türkiye’yi tercih etme sebebini Balkanlar ve Ortadoğu gibi iki ilginç bölge arasında, tarihin ilginç bir zamanını yaşayan ülke olmasıyla açıklıyor. Yabancı önyargısından o da nasibini almış. Artvin’de atmacacılık üzerine bir haber yaparken Arap atmaca kaçakçısı oldukları dedikodusuyla kendisi, tercümanı ve yanlarındaki iki yabancı atmacacı gözaltına alınmış. Yetmezmiş gibi bir de gözaltıları esnasında Milli Parklar’dan sorumlu biri tarafından ajan olmakla suçlanmışlar. Neyse ki, çok geçmeden durum anlaşılmış ve özgürlüklerine kavuşmuşlar.

Ortam şimdi daha az güvenli

Miller, Gezi Parkı olaylarından beri hükümetin yabancı gazetecileri yaşanan kargaşadan sorumlu tutması sebebiyle kendini biraz daha az güvende hissettiğini belirtiyor ve hükümetin bu söyleminin halkı, yabancı gazetecilere karşı tahrik etme riski taşıdığını düşünüyor.

Yerel medyanın Gezi Parkı protestoları esnasındaki yayın politikasını ise utanç verici buluyor. Başbakan’ın ve hükümetin yabancı gazetecileri olayların arkasındaki sorumlular olarak görmesini ise şöyle yorumluyor: “Bu protestolar meydana geldi, çünkü kentli orta sınıfın önemli bir kesiminin yanı sıra özellikle solcular, geleneksel laikler ve Aleviler gibi diğer gruplar hükümetin politikasından ve kararlarından derin bir memnuniyetsizlik duyuyorlar. Bu olaylar aynı zamanda polisin alışkanlık hâline getirdiği şiddeti ve hükümetin bir dizi geniş çaplı inşaat projesini danışma eksikliği yüzünden de meydana geldi. Başka bir deyişle, bu protestolar doğrudan ya da dolaylı, hükümetin hatasıydı. Hükümetin yabancı medyayı ya da daha genel olarak ‘yabancılar’ı suçlayarak, suçun yönünü değiştirmeye çalışması çok normal. Sevr Antlaşması’ndan bu yana yabancıların ülkeyi yok etmeye çalıştığı yönünde yaygın bir kanaat var. Bu, 90 sene önce doğru olabilir ama bugün hükümetin Gezi Parkı protestolarını açıklamak için kullandığı bu tür söylemler, yabancılara gülünç ve utanç verici geliyor.”

Türkiye’nin geleceği hakkındaki fikirlerini sorduğumda ise kaygılı olduğunu belirtiyor. Miller, AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda orduyu kontrol altına almasının ve yargı alanında reformlar yapmasının olumlu gelişmeler olduğunu, fakat bugün kuvvetler ayrılığı ilkesinin hükümetin gücü üzerinde çok az etkili olduğu eleştirisini getiriyor. En büyük umudu ise bu protestolarla birlikte Türkiye’nin eski laik/İslam politik çerçevesinden ileriye gidebilmesi.

‘Aynı gazeteciler barış süreci reformlarını haber yaptı’

Ülkemizde ikamet eden bir diğer gazeteci ise yaklaşık iki buçuk yıldır Avusturya kamu televizyonu ve radyosu ORF’nin Türkiye muhabiri olan Christian Schüller. Kendisi daha önce ABD, Latin Amerika, Sovyetler Birliği’nde görev yapmış, Türkiye’nin yanı sıra İran’ı da takip eden, deneyimli bir gazeteci. Çalıştığı kurumun yöneticileri, Türkiye’nin çok ilgi çekici bir ülke olduğunu ve İstanbul’da bir ofis açacaklarını söyler söylemez bu işe talip olmuş.

Neden başka bir ülke değil de Türkiye diye sorduğumda, “Öncelikle, bir Avusturyalı için Türkiye birçok açıdan uzak bir ülke değil. Avusturya’da yaşayan birçok Türk var. Avusturya tarihinde Türkiye ile bağlantılı birçok dönemler var. Aynı zamanda, farklı kültürlere, dinlere ve İslam dünyasına karşı her zaman için bir ilgim oldu. Bu yüzden düşündüm ki belki Türkiye İslam dünyasını gözlemleyebileceğim ilginç bir yer olabilir” şeklinde yanıtlıyor.

İlk kez geldiği 1976’dan bu yana Türkiye’de büyük gelişmeler gözlemlemiş. Yerel medyanın Gezi Parkı protestoları sırasındaki yayın politikası karşısında ise dehşete düşmüş çünkü Türkiye’de bulunduğu bu iki buçuk sene içerisinde hiç bu kadar büyük bir sansür görmemiş. Yabancı gazetecilere ilişkin olaraksa, Türk hükümetinin kendileri için hayatı kolaylaştırmaya çalıştığını ve bunun çok akıllıca yürütülen bir politika olduğunu belirterek şöyle diyor: “Çünkü böylece yabancı gazeteciler her ne kadar buradaki sorunlardan bahsediyor olsalar da onlara dokunmuyoruz, ne de olsa aynı gazeteciler muhakkak buradaki olumlu gelişmeleri de ülkelerinde göstereceklerdir, diyebiliyorlar.”

Schüller, Türkiye’deki yabancı basının hükümete duyduğu sempatiyi belirterek çarpıcı bir soru da yöneltiyor: “Hükümetin şu anda Türkiye’ye karşı bir planın arkasında olmakla suçladığı aynı yabancı gazeteciler ülkedeki reformları, Kürtler’le barış süreciyle ilgili hukuki reformları gayet olumlu bir şekilde aktardı. Öyleyse, neden şimdi bu gazeteciler birden bire tutumlarını değiştirmiş olsunlar?”

‘Cadı avından korkuyorum’

Son olarak, Hollanda’nın en büyük haber ajanslarından biri olan De Persdienst’in (DPD) 2007’den beri Türkiye’de yaşayan muhabiri Jessica Maas ile görüşüyorum. Burada ilk kez çalışmaya başladığında Abdullah Gül henüz cumhurbaşkanı seçilmiş. Türkiye’nin ne kadar karmaşık bir ülke olduğunu işte o zaman sokaktaki insanlardan gelen değişik tepkilerden kavramaya başlamış. Türkiye’de insanların, Hollandalıların aksine meraklı ve muhabbet etmeyi seven insanlar olduğunu, Hollanda’ya gittiğinde bu sohbetleri özlediğini söylüyor.

Öte yandan, daha birçok yabancı muhabir gibi kendisinden de insanların şüphe ettiğini, misyoner mi yoksa ajan mı olduğuna dair komik sorularla karşılaştığını ifade ediyor. Gezi olaylarıyla birlikte havanın değiştiğini ve biraz tehlikeli bir hâl aldığını anlatırken de, “Bu iddiaların hükümetten gelmesi inanılır gibi değil. Türkiye’de çalışan birçok yabancı gazeteci var. Hepimiz ülkedeki gelişmeleri yazıyoruz. Türkiye’yi iyi ya da kötü, her açıdan kaleme alıyoruz. Bizi Türkiye’yi yok etmek için yapılmış büyük bir planın parçasıymışız gibi addetmek komik. Umuyorum ki bu polemikler son bulacak ama sözde provokatörler için başlatılacak ‘cadı avı’ndan korkuyorum” diyor.

Toplumun bazı kesimleri tarafından ülkedeki azınlıkların da olayların sorumlusu olarak görüldüğünü söylediğimde ise, “Çoğu zaman azınlıklar yabancı güçlerle birlikte olayların arkasındaki büyük beyin olarak görülür. Bu komplo teorileri kültürün bir parçası gibi duruyor. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına, Sevr Antlaşması’na, Türkiye’nin karşılaştığı oyunlara, yani tarihe dayanıyor. Aynı zamanda, eğitim sistemiyle de bu korku teşvik edilmiş. Bu tarz olaylar meydana geldiğinde de bu korkular açığa çıkıyor” şeklinde bir açıklama getiriyor. İnsanların konuşma ve fikir özgürlüğünün hakaret ve incitici söylemler olmadığı sürece geniş olması gerektiğini vurgulayan Maas, aksi takdirde sansürün daha fazla sansüre yol açacağını ve geri dönüşün olmayacağını belirtiyor.