Yetvart Danzikyan: 100 gün, 100 yıl

[ A+ ] /[ A- ]

8116

Not: Bu yazı Nor Zartonk Dergisinin 10. Sayısında yer yayınlanmıştır.

Yetvart Danzikyan

Tuzla Ermeni Kampı’na tam da 1915’in 100. yılı olan 2015’te dozerlerin girmesi karşısında Türkiye’yi çok yakından izlemeyen pek çok insan bana bunun özellikle böyle bir yılda yapılıp yapılmadığını hatta özellikle 24 Nisan sonrasına denk getirilip getirilmediğini soruyor. Çünkü öyle ya, bu kadar sene durmuşlar durmuşlar da 2015’i mi seçmişler ve 24 Nisan’dan iki hafta sonrasını?

Onlara bunun için 2015’in özellikle seçilip seçilmediğini bilemeyeceğimi, biraz da olayların akışının böyle geliştiğini söylüyorum. Zira kampı ne zamandır böyle bir akıbet beklemekteydi, hukuki girişimlerden sonuç alınamıyordu, kampın mülkiyeti özel bir şahıs daha doğrusu ailedeydi, bu özel şahıs da geçtiğimiz yılın sonlarından bu yana kampın birkaç ay içinde boşaltılmasını talep ediyordu. Beri yandan İstanbul’daki birçok bölgede olduğu gibi Tuzla’da da araziler belli ki değerlenmişti, zaten AKP’nin ekonomik sistemi daha çok arazi rantına dayanıyordu ve bu dalganın Tuzla’ya da dayanması kaçınılmazdı. Bu açılardan bakıldığında yıkım için 2015’in seçilmesinde özel bir niyet yok gibi görünüyordu.

Ama olayların bir başka açıdan akışına baktığımızda olan biten gayet manidardır. Kamp Armen’e dozerlerin girmesiyle şu gerçek ayan beyan ortaya çıkmıştır. Ermeni Soykırımı’nın ayrılmaz bir parçası olan mülk gaspı, sadece 1915 ve sonrasında olup bitmiş bir mesele değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca sürmüştür. Bunun son örneği de bilindiği gibi 1974’deki Yargıtay kararıyla bir uygulama halini alan azınlık vakıflarının mallarına el konması hadisesidir. Kamp Armen’in tapusu da bu Yargıtay kararına dayanılarak Ermeni toplumun elinden alınmıştır. Ve bu hak gaspı yıllar boyunca sürmüş, bazı araziler, mülkler geri verilirken tekrar özel mülkiyete geçen bu mülkler için devlet hiçbir adım atmamıştır.

Mülk sahibi de devletin bu kayıtsızlığı ve hukuki labirent karşısında, gün geçtikçe değerlenen arazisine muhtemelen bir otel vb bir yapı kondurmak için harekete geçmiştir. Dolayısıyla şu, aslında ayan beyan ortadadır. Az önce de söylediğimiz gibi mülk gaspının 100 yıl önce olmuş bitmiş bir şey olmadığı görülmüş, 100 yıl sonra hâlâ devam ettiği ortaya çıkmıştır.

Bu açıdan bakarsak, Kamp Armen’e dozerlerin tam da 2015 yılında girmesinde bir başka özel anlam bulabiliriz. Ve elbette dozerlerin girmesinin ardından gelişmelerin seyrinde de 100.yıla özgü özel anlamlar bulabiliriz.

Garo Paylan ve beraberindekilerin ilk durdurma girişimini ardından Nor Zartonk ve HDP Tuzla Örgütü başta olmak üzere birçok dayanışma örgütünün kampta nöbet tutması üzerine bir çözüm bulma yoluna gidilmiştir. Kısa sürede bulunan çözüm, mülk sahibinin kampı Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na bağışlaması oldu. Bu da bilhassa iktidar çevreleri tarafından büyük bir alicenaplık örneği olarak sunuldu. Bakıldığında tapunun en kestirme yoldan vakfa dönmesi açısından hızlı ve net bir çözümdü, ancak günler geçtikçe mülk sahibi ile idare arasındaki henüz nedenini bilemediğimiz anlaşmazlıklardan dolayı burada da bir çözüme varılamamıştır. Ve şu gün itibariyle süreç tam bir bilinmezlik içindedir.

Yani 100 yıl sonra bile aslında iktidar, köklü bir çözüm bulma yoluna gitmemiş, bir yasa ile bu çarpıklığın düzeltilme yolu tercih edilmemiştir. Dolayısıyla 100 yıl önceki zihniyet, elbette biraz format değiştirerek olduğu yerde durmaktadır.

Bu tablo içinde bir grup genç Tuzla gibi kente hayli uzak bir noktada 100 gündür süren bir nöbet ve direniş gerçekleştiriyor. Direniş, kendi başına zaten çok anlamlı olduğu gibi Ermeni toplumu ve gençliği açısından ayrıca anlamlıdır. Hrant Dink’in hayatı ve öldürülmesiyle Ermeni toplumu önünde açılan kapıdan birçok genç girdi ve Hrant’a yakışır işler yapmak için ter döküyorlar, gayret ediyorlar. Ermeni toplumu bu yolculukta onları yalnız bırakacak mı bırakmayacak mı, meselemiz biraz da bu.

Selam olsun direniş ve nöbetin 100 gününe!