Yiğitliğin Dili, Dini, Irkı Olmaz…

[ A+ ] /[ A- ]

Efkan BOLAÇ
BirGün Gazetesi

Kızıl Afiş

İstediğiniz ne zaferdi ne gözyaşı,
Ne hüzünlü org ne papazın son duası.
On bir yıl nedir ki on bir yıl…
Yaptığınız kullanmaktı silahlarınızı:
Ölüm gözünü kamaştırmaz Partizanın.
Asıldı yüzleriniz kentlerimizin duvarlarına,
Gece ve sabah karasıydınız, korkutucu, süzgün.
Bir afiştiniz, kızıl bir kan lekesi gibi,
Adlarınızı bile söylemek öylesine güçtü ki,
Gelip geçende dehşet etkisi yaratın istediler.
Sizi kimse Fransız olarak görmez gibiydi,
Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar.
Kimi parmaklar durmadı ama karartmada
‘FRANSA İÇİN ÖLDÜLER’ yazdı resimlerinizin altına.
Bambaşka bir sabaha o gün başlayan
Tekdüze rengi vardı bir şeyde kırağının,
Şubat sonuydu, son anlarınızdı,
Sizlerden biri konuştu sessiz sakin:
Herkese mutluluklar,
Geride kalan herkese mutluluklar!
Ölürken kin yok içimde ey Alman halkı
Elveda zevk ve acı.
Elveda güller, elveda hayat, elveda rüzgar ve aydınlık!
Ve sen evlen mutlu ol sık sık düşün beni,
Bir gün bütün güzelliklerin arasında olacaksın,
Herşey sona erdiğinde Erivan’da.
Görkemli kış güneşi tepeyi aydınlatıyor :
Doğa o denli güzel ve yüreğim öyle yanıyor ki!
Zafer dolu adımlarımızı izleyecek adalet…
Melinee’m, ey aşkım, ey yetimim benim!
Sana yaşamanı, çocuk doğurmanı söylemek isterdim…
Tüfekler çiçek açtığında yirmi üç kişiydiler
Vaktinden önce canını veren yirmi üç kişi
Yirmi üç yabancı, ama yirmi üç kardeş
Yaşamı uğruna ölecek kadar seven yirmi üç kişi
Düşerken toprağa “FRANSA” diye haykıran 23 kişi…


Louis Aragon’un Kızıl Afiş şiiri aslında yazdıklarından farklı olup yazdıkları arasında savaş karşıtlığı tarzında yazmış olduğu ve duygusal anlamda yazmamış olduğu belki de tek şiiridir.

Kızıl Afiş (Affiche Rouge) Nazi işbirlikçisi Vichy hükümetinin ünlü propaganda posteridir Fransa’da 15.000 adet basılıp dağıtılan afişlerdir.. Afişte Manouchian’ın önderi olduğu gruptan Ermeni, Yahudi, İtalyan, İspanyol göçmen işçilerin bulunduğu 22 kişinin resmi vardır. Misak Manukyan ya da Manouchian (bundan sonra Manukyan diyeceğim) kimdir? Nazilere karşı bu kadar sıkıntı veren ve tüm Fransa’da arandığı halde bulunamayan ve bulundukları zaman da zafer çığlıkları atılan Misak Manukyan nerelidir? Belki hiçbirimiz duymadık bu ismi belki de MM adı bize terzilikten genelev patronluğuna yükselen Matild Manukyan’ı çağrıştırmaktadır. Ancak Misak Manukyan Anadolu’nun bir evladı olup sonrasında Fransa’nın kahramanı olan birisidir.

1906 yılında, Adıyaman’da, üç çocuklu bir köylü ailesinin son çocuğu olarak doğar Misak Manukyan… Babası İttihat ve Terakki çetecileri tarafından öldürülecek ve annesi de gene o yıllarda hastalık ya da açlıktan yaşamını yitirecekti. 1915’te, ağabeyi Garabed’in dışında kalan bütün ailesini kaybeder. Suriye’de bir yetimhanede bulur kendini.

1925 yılında Marsilya’ya giderler ağabeyi ile birlikte. İki yıl sonra, Paris’e giderler. İki yıl sonra, Ağabeyi Garabed’in sürgünlük, yetimlik ve yoksullukla hırpalanan bedeni daha fazla dayanamayıp hayata veda eder. Misak tek başınadır artık.

1929 yılındaki büyük ekonomik bunalımın sonucunda, göçmen olması hasebiyle, işten ilk atılanlar arasındadır.

Bu yıllar da hem sınıf bilincine kavuşur hem de kendisi gibi yetim olan Mélinée’ye… Mélinée onun şiirlere sığmayan aşkıdır. Mélinée onun gibi yetimdir ve tekdir. Bu iki yetim birbirlerini bulurlar ama maalesef zulüm dünyaya hükmetmekte olup iki yetime aşklarını doyasıya yaşama fırsatı vermez. Manukyan; Mélinée’ye aşkını bir türlü itiraf edemez her seferinde utanır. Ama bir gün bir yol bulur: Mahcup Adıyamanlı Manukyan, en sonunda bir gün ona “sevdiğim kızın fotoğrafını görmek ister misin?” diye soracaktır. Mélinée görmek istediğini söyleyince de cep aynasını çıkarıp Mélinée’nin yüzüne tutar. Bu mahçup ilan-ı aşk işe yarar ve iki yetim evlenirler.

Misak Manukyan, Marsilya’da marangozluk öğrenmiş, ardından da Paris’e geçerek diğer Ermeni kökenli işçilerle birlikte bir süre Citroen otomobil fabrikasında çalışmıştır. Fransız Komünist Partisi’ne yakın sendika örgütü CGT (Genel İşçi Konfederasyonu) içinde yer alan Manukyan 1934’te de FKP’ye üye olmuş ve onun yabancı ve göçmen işçileri örgütleyen bölümünde yer almıştır. Özellikle uzun işsizlik dönemlerinde Ermeni kültür ve edebiyat çevreleriyle ilişki kurmanın yanısıra edebiyat, tarih ve felsefe kursları alan Misak Manukyan, şiirler yazmış ve bu arada Çank (=Çaba) ve Mışaguyt (=Kültür) adlı iki dergi çıkarmış, hatta bir ara FKP’nin yönettiği “İşçi Üniversitesi”ne devam etmiştir. Misak Manukyan 1936-39 yılları arasında devam eden İspanya İç Savaşı’nda İspanya halkına yardım etmek için kurulan bir komitede yer almıştır. Manukyan 1936’da İspanya İç Savaşı’nın patlak vermesinden bir süre sonra kurulan Uluslararası Tugaylar’a katılmak istemiş, ancak FKP yetkilileri kendisinin çalışmalarını Fransa’da sürdürmesini istemeleri üzerine Fransa’da kalmıştır.

Fransa, Alman Nazileri’nin işgaline uğradığında hiç düşünmeden Partizanlara katılır.

Nazi ordularının Haziran 1940’da Fransa’yı işgal etmelerinin ardından siyasal faaliyetini sürdüren Manukyan, Haziran 1941’de bir baskında tutuklanmış, ancak hakkında herhangi bir kanıt bulunamadığı için bir kaç hafta sonra serbest bırakılmıştır. 1942’de FKP’ye bağlı ve Paris bölgesindeki yabancı ve göçmen direnişçileri toplayan FTP-MOI’ye (Fransız Savaşçıları ve Partizanları-Göçmen İşçiler Kolu) katılan Manukyan bir süre sonra grubun liderliğine yükselmiştir. Kasım 1942’de aktif eylemlere başlayacak olan ve 60 dolayında militan ve sempatizandan oluşan bu partizan birimi, çeşitli dillerde bildirilerin basıldığı gizli basımevleri örgütleyecek, Alman işgalcilerinin kontrolündeki demiryollarına ve trenlere ve Alman ordusu için üretim yapan fabrikalara karşı sabotajlar gerçekleştirecek, sahte pasaport ve kimlikler hazırlayacak, Alman askerlerine ve işbirlikçilere karşı cezalandırma eylemleri yapacaktır. Örneğin 8 Eylül 1943’te Manukyan Grubu üyeleri Paris-Reims hattında yol alan bir treni devirecek, Argenteuil’da iki jandarmayı, Porte d’Ivry’de iki Alman askerini, Rue de la Harpe’te bir Alman çavuşunu ve tam olarak saptanamayan bir yerde iki diğer Alman’ı öldüreceklerdir. Bir adı da “Stalingrad Müfrezesi” olan Manukyan Grubu’nun eylemleri arasında Paris’teki Alman birliklerinin komutanı General Ernst von Schaumburg’e karşı başarısız bir suikast girişimi ve 28 Eylül 1943’de Julius Ritter adlı SS generalinin öldürülmesi de vardır. Çalışmaları Nazi işgalcileri ve işbirlikçi Fransız polisi tarafından giderek daha yoğun bir biçimde izlenen ve o sıra Paris’teki silahlı direnişin ana odağı konumunda bulunan Manukyan Grubu’nun üyelerinin çoğu Kasım 1943’te ele geçirileceklerdir. Bir Fransız işbirlikçisinin ihbar etmesi sonucunda grup üyelerinin tamamı yakalanır.

Naziler ve kukla Vichy hükümeti, mensuplarının biri İspanyol, ikisi Romen, ikisi Macar, ikisi Ermeni, üçü Fransız, beşi İtalyan ve sekizi Polonyalı olan Manukyan Grubu’nun davasına olağanüstü bir önem verdiler. İşgalciler ve onların güdümündeki basın grupta yer alan Polonyalıların çoğunun Yahudi kökenli olmasını da –kendilerince- kullanarak Manukyan Grubu’nun Almanya’ya ve Fransa’ya karşı düzenlenen “Yahudi-Bolşevik komplo”nun bir parçası olduğu yolunda bir yaygara başlattılar. Fransız kamuoyunu etkilemeyi hedefleyen Nazi işgalcileri, otuz dolayında Fransız ve yabancı gazetenin temsil edildiği duruşmayı, direnişin aslında kriminal bir nitelik taşıdığı ve Fransa’ya karşı olan “yabancı haydutlar ve teröristler” tarafından yürütüldüğü mesajını vermek için kullanmaya çalıştılar. Onlar bu amaçla, Paris’in ve Fransa’nın hemen hemen her yerine astıkları ve Misak Manukyan’ın ve onun “yabancı” kökenli yoldaşlarının bir bölümünün resimlerini, onlarla birlikte yakalanan silahları, rayından çıkarılmış bir treni, partizanlar tarafından delik deşik edilmiş olan birinin cesedini vb. gösteren kızıl renkte bir afiş hazırladılar. Misak Manukyan’ı çetenin lideri olarak tanımlayan ve O’nun 56 saldırı, 150 ölüm ve 800 yaralanmadan sorumlu olduğunu ileri süren afişin üst tarafında “Bunlar mı Kurtarıcı? ” ve altında “Suçlular Ordusu Tarafından Kurtarılmak mı?” ibareleri yer alıyordu. Ancak, arka planı kan renginde düzenlenen bu afiş aslında Direnişin bir sembolü haline gelecektir. Bu afişler sokaklara asıldıktan sonra geceleri partizanlar afişlerin altını donatırlar : FRANSA İÇİN ÖLDÜLER, FRANSA’YI BUNLAR KURTARACAK. Kendisi de FKP üyesi olan Louis Aragon’un 1956’de yazdığı -ve daha sonra Leo Ferre tarafından bestelenecek olan- “Kızıl Afiş” adlı şiirine konu olacaktır 23’ler.

23’ler ağır işkenceler’e uğrarlar. Ser verir, sır vermezler. Fresnes Hapishanesi’nde geçirdikleri üç ay boyunca, 23’ler uzun uzun sorgulanır, yani işkence görürler. Yargılanmaları sırasında taşıdıkları yara izleri de bunu kanıtlar. Sorgulamalarda, eylemlerinden ve bunları niçin yapmış olduklarından başka bir şey söylemezler. Pişman olduklarına dair tek bir söz çıkmaz ağızlarından; aksine, sırf görevlerini yerine getirdiklerini söylerler. Her biri, onları harekete geçiren ortak nedenlerin yanı sıra, kendi özel gerekçelerini açıklar. Mesela Yahudiler, onları toptan ortadan kaldırmak isteyen Nazi barbarlığına karşı kendilerini savunduklarını; Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın onayıyla katledilmiş halklarının özgürlüğünü korumak için savaştıklarını; İspanyollar, ülkelerinde ortalığı kasıp kavuran faşizme karşı çarpıştıklarını; İtalyanlar, Hitler’in müttefiki Mussolini tarafından kovuldukları memleketlerine dönebilmek amacıyla silaha sarıldıklarını; Polonyalılar, Hitler’in haritadan sildiği vatanlarının yok olmaması için mücadele ettiklerini belirtirler. Hepsi de, işgalci Nazilere karşı halklarıyla omuz omuza savaşırken, kendilerine kucak açmış olan Fransa’ya karşı görevlerini yerine getirdiklerini söylerler. 23’ler “FAŞİZME KARŞI MÜCADELE İNSANLIK GÖREVİDİR”’in vücut bulmuş halidir.

Nazi işgal ordularına verdirdiği kayıplardan dolayı Hitler, mahkemesini özel olarak takip etmekte, bilgi almaktadır..

Uyduruk işgal mahkemesine çıkarlar. Misak Manukyan; önce Almanlara doğru dönerek: “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi, rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim!”

Sonra, Fransızlara dönerek: “Fakat size gelince, sizler Fransız’sınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik!” diyerek Cezayir ve Londra radyolarında da yayınlanan o müthiş konuşmasını yapar.

Hepsi farklı milletlerden olan 23’ler ölüme mahkûm edilirler.

Mahkeme başkanı, onlara af dilemeyi düşünüp düşünmediklerini sorar. Bunun üzerine bütün yoldaşları Manukyan’a dönerek hep birlikte “HAYIR!” derler.

Asla ihaneti ve yenilgiyi kabul etmedi onlar özgür Fransa’yı göremediler ama onların arkasından gelenler Fransa’yı özgürleştirdiler..Manukyan ve yoldaşları üç gün süren göstermelik bir yargılamadan sonra ölüm cezasına mahkûm edildiler. İşbirlikçi Fransız basını Alman askeri mahkemesinin kararını “23 terörist ölüm cezasına çarptırıldı” başlığıyla verdi. 22 partizan, 21 Şubat 1944’de Paris’in batısında bulunan –ve daha sonra bir direniş anıtı haline getirilecek olan- Mont-Valerien kalesinde kurşuna dizileceklerdi. Grubun tek kadın üyesi olan 32 yaşındaki Olga Bancic ise Almanya’ya götürülerek 30 Mayıs 1944’te Stuttgart’taki Urbanstrasse cezaevinde infaz edilecekti.

Misak Manukyan ölümünden üç saat önce karısına ve dostlarına bir mektup bırakır. Zaferin yakın olduğunu ancak kendisinin göremeyeceğinin bilinciyle yazar, tıpkı Nâzım’ın şiirindeki gibi:

hoşçakalın dostlarım benim
hoşçakalın dostlarım
sizi canımda, canımın içinde
kavgamı kafamda götürüyorum
hoşçakalın dostlarım
a dostlara
kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlara
tek hecesiz elveda
görüşürüz dostlarım
beraber güneşe güler
beraber döğüşürüz

Misak Manukyan’ın mektubu aynen bu sözleri içerir. Aynı niyet ve temenniler vardır içinde…

Ve talihsiz yetim Melinee’ye ölüm gününde sevgi, vasiyet, kin ve umut dolu son mektubunu yazar:

“Fresnes, 21 Şubat 1944
Sevgili Melinee, benim sevgili küçük yetimim,
Birkaç saat sonra bu dünyada olmayacağım. Öğleden sonra saat üçte kurşuna dizileceğiz. Bu bana, yaşamımdaki herhangi bir kaza gibi geliyor; inanmıyorum, ama gene de seni bir daha hiç göremeyeceğim.

Sana ne yazabilirim? Kafamın içinde her şey karmakarışık, ama aynı zamanda apaydınlık.

Kurtuluş Ordusu’na gönüllü bir asker olarak katılmıştım ve zaferin ve sonal hedefin eşiğindeyken can veriyorum. Sağ kalacak ve yarının özgürlük ve barışını tadacak olan herkese mutluluklar diliyorum. Fransız halkının ve özgürlük için dövüşen herkesin, bizim anımızı saygıyla anacaklarını biliyorum. Ölüm anında, Alman halkına ya da başka herhangi bir kimseye nefret beslemediğimi duyuruyorum; herkes, ceza ya da ödül biçiminde hakettiğini alacaktır. Alman halkı ve diğer halklar, artık fazla sürmeyecek olan savaştan sonra barış ve özgürlük içinde yaşacaklardır. Herkese mutluluklar… Sadece seni yeterince mutlu edememiş olmaktan ötürü derin bir üzüntü duyuyorum; senin de her zaman arzu ettiğin gibi sana bir çocuk verebilmeyi o denli isterdim ki. Bu yüzden, savaştan sonra mutlaka evlenmeni ve benim mutluluğum için bir çocuk sahibi olmanı ve benim son isteğimi yerine getirmek üzere, seni mutlu edecek biriyle evlenmeni istiyorum. Bütün eşyamı ve diğer maddi varlığımı sana ve yeğenlerime bırakıyorum. Fransız Kurtuluş Ordusu’nun bir neferi olarak öldüğüme göre, savaştan sonra benim eşim sıfatıyla savaş emekliliği ödeneği hakkını talep edebilirsin.

Beni onurlandırmak isteyen dostların yardımıyla, okunmaya değer şiirlerimi ve yazılarımı yayımlamalısınız. Olanaklı olursa anımı Ermenistan’daki akrabalarıma iletmelisiniz. Az sonra 23 yoldaşımla birlikte, ama hiçbir kötülük yapmadığım ya da yaptıysam da kin duyarak yapmadığım için gözümü kırpmadan ve vicdanı rahat bir insanın huzuru içinde öleceğim. Bugün hava güneşli. Sevgili karım ve sevgili dostlarım; yaşama, güneşe ve doğanın o çok sevdiğim güzelliklerine bakarken veda edeceğim. Bana kötülük yapan ya da yapmayı istemiş olan herkesi bağışlıyorum; ancak canını kurtarmak için bize ihanet edenleri ve bizi satanları asla bağışlamayacağım. Seni ve senin yanısıra kızkardeşini ve uzak yakın tüm dostları sımsıkı kucaklıyorum; hepinizi kalbimin bir köşesine yerleştiriyorum. Elveda. Dostun, yoldaşın ve kocan….

Misak Manukyan”

Ve şubatın, savaşın son zamanlarında namlulardan çıkan kurşunlar etrafı kana bular.

Hangisi aşk, vatanım dediği yerden kovulan ve yeni bir vatan bulduğunda bulduğu vatanda işgal edilen bir adam, sapına kadar namuslu ve bir o kadar cesur atan yürek… Gerçekten de; yiğitliğin dili, dini, ırkı olmaz…. Adıyamanlı Misak Manukyan hayatı hep mücadele ile geçmiş ve faşizme karşı savaşta bir kahraman olarak hayatı son bulmuştur. Onu unutmak unutturmak enternasyonalizme ihanettir… Yiğitlik, kahramanlık milliyet ve ırkta değil insanın yüreğindedir. Haksızlıklara karşı duruşundadır. Ondan sonra gelenler enternasyonellikte belki de onu örnek almışlardır kimbilir. Bolivya’da şehit düşen Arjantinli doktor Ernesto Che Guevara gibi…