Kilisede dans

[ A+ ] /[ A- ]

Ohannes Kılıçdağı

Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin kapısının üzerine çıkıp oyun havası eşliğinde oynayanlar haklı olarak gündeme maddesi oldu. Toplumda marjinalize edilmiş bir grubun üyeleri olarak Hıristiyanların (başka örneklerde Museviler de olabilir) buna şaşırdığını sanmam ama bu, Türkiye için maalesef, sıradan da olsa, üzerinde durulması gereken bir olay.

Dinî hassasiyetlerim olmadığı için bu yazıyı, kendini hakarete uğramış bir Hıristiyan olarak yazmıyorum. Benim açımdan buradaki mesele dinî değerlere saygısızlıktan öte, farklı olana yönelik muamele, eşitlik anlayışı gibi, demokratik bir düzen kurabilmek için çok önemli olan değerler.

Manzarayı görmüşsünüzdür. Birkaç yüz kişi müzik eşliğinde dans ediyor, bu meyanda iki kişi kilisenin kapısının üzerindeki haçın yanına çıkarak orada dans ediyorlar. Doğrusu, o kişilerin bunu Hıristiyanlığa veya Ermeniliğe özel bir hakaret kastıyla yaptıklarını sanmıyorum. Fakat, asıl mesele bu eylemi yaparlarken ve diğer yüzlerce kişi de buna şahit olurken sergiledikleri doğallık, kendiliğindenlik hâli. İçinde bulundukları durumda hiçbir olağandışılık veya tuhaflık görmüyorlar. Dediğim gibi, dinî hassasiyetlerim olmadığı için bu benim açımdan tahammül ötesi bir durum değil ama gel gelelim, sorun benim gibi bireylerin tek tek ne hissettiğinden öte, durumun yansıttığı kolektif zihniyet. O zihniyet de, “Aynı şey bir camiye yapılabilir miydi? Etraftakiler aynı derecede kayıtsız kalır mıydı?” sorularını sorduğumuzda ortaya çıkıyor. Bu sorunun cevaplarını hepimiz biliyoruz sanırım. Yani, sorun aslında toplumsal eşitsizlik sorunu, kimlikler arasındaki hiyerarşi sorunu.

Bunu yapanların sarhoş olduğu söyleniyor. Bunu, içki ve içki içenler üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla fırsattan yararlanmak için söyleyenler bir tarafa, o kalabalığın içinde içkili olanların da olması kuvvetle muhtemel, ama bu ülkede sarhoş bile camiye bunu yapamayacağını bilir. Kilise olunca bir rahatlık geliyor. Burası tam da, CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın bu olay için “münferit” demesine geçilecek bir nokta. Kilise olunca böyle bir ‘rahatlık’ gelmesinin sebebi tam da, bunun münferit değil, kuşaklardır öğretilen ve öğrenilen değerlerin sistematik olmasından kaynaklanıyor.

İktidarda hangi parti olduğu fark etmeksizin, ilk günden beri, Müslüman olmayanlar eşitsiz muamele gördü, marjinalize edildi, haksızlığa uğradı, bu toplulukların malları gasbedildi, sayıları da cumhuriyetin kurulduğu ilk gün amaçlandığı gibi hiç mertebesine indirildi. Hıristiyanofobi, ülkenin İslamcısından laik olanına bütün kültürünün hâkim motifi. Zamanın ‘laik solcu’ Ecevitleri ‘misyoner tehlikesi’nden bahsediyor; ‘laikliğin yılmaz bekçisi ordu’, misyonerlik karşıtı bildiriler yayınlıyordu. Velhasıl, bu anlayışın münferit değil yaygın ve sistematik olduğuna işaret eden, sayfaları dolduracak sayıda örnek verilebilir.

Anadolu’daki yıkılmış, yıkılmaya terk edilmiş, talan edilmiş binlerce kilise ne olacak? O yıkık kiliselerden birinde yapılan ‘mangal sefası’ görüntüleri hâlâ aklımızda. Geçenlerde Eylül Kaya isimli bir Twitter kullanıcısı, Ahtamar Kilisesi’nde söylediği aryanın “insanların ayin yapıldığını düşünüp tepki göstereceğini söyleyen” güvenlik görevlisi tarafından kesildiğini aktarıyordu. Gerçi, o sırada diğer ziyaretçiler rahatsız olmadıklarını söyleyerek bekçiye tepki göstermişler ama asıl sorun, güvenlik görevlisine bunu düşündürenin ne olduğu. İşte ona bunu düşündüren, Hıristiyanlık karşıtlığının Türkiye’de münferit değil sistematik olması. Bu düşmanlığı ortadan kaldırmanın ilk gereği de ortada böyle sistematik bir nefret olduğunu kabul etmektir. “Münferit” demek inkârcılıktır. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için İnanç Özgürlüğü Girişimi’nin raporlarını okumanızı tavsiye ederim.)

Kilisede ayin yapılıyor zannedilip tepki gösterilmesi durumundaki ironinin altını çizmeden de geçemeyeceğim. Öyle ya, kilisede ayin mi olur, olsa olsa mangal partisi olur, göbek havası olur! Güler misin, ağlar mısın?

Kilisenin kapısının üzerinde dans edenler hakkında adli ve cezai işlem yapılması gerektiğini söyleyenler de oldu. Bu eylemin mahkeme yoluyla cezalandırılması, iki ucu keskin bıçak. Kanımca nefret söylemi ve eylemi sayılabilmesi için daha net ifadelerin olması lazım. Burada söz konusu olan, ‘dinî değerlere saygısızlık’ olabilir. Fakat ‘dinî değerlere hakaret’ten cezalandırma yaygın hâle gelirse, bundan genel olarak herkes, özellikle de dinî azınlıklar zarar görür, baskın din daha baskın olur. Dolayısıyla, cezalandırmanın farklı olana saygı duyma konusunda kolektif bilinç yaratmaya yönelik olası faydalarına rağmen, ben bu vakada oyumu bu insanların adli cezaya çarptırılmaması yönünde kullanırım. Fakat, eğer fiziksel saldırıda bulunsalardı, kırıp dökselerdi, ki bunların da olmuşluğu var, o zaman eylemin niteliği değişir, cezalandırma kaçınılmaz biçimde gerekli olurdu.

Kaynak: Agos