TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK’TEN 1 MAYIS DEĞERLENDİRMESİ: EMEK DÜŞMANLIĞINDAN EMEKÇİ DÜŞMANLIĞINA!

[ A+ ] /[ A- ]

Değerli basın emekçileri, sevgili arkadaşlar, değerli konuklarımız

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; yaşadığımız çağda, bırakın demokratik ülkeleri, 1 Mayıs’ı bir “öcü” olarak gören totaliter rejimlere sahip ülkeler bile neredeyse kalmamıştır. Ülkemizde ise, 120 yıl öncesinin dünyasında bile (1890’dan beri) yasal bir hak olarak kullanılan bir günü 2008’li yıllarda yasaklar ve tabularla karşılayan anlayışların hâlâ etkin bir şekilde var olması bir utanç meselesidir.

1 Mayıs kutlamaları ve 77’de katledilen canlarımızı anmak için Taksim’i istememizin önemi ortadan kalkmamıştır; siyasi iktidarın bu yasakçı, antidemokratik zihniyeti ve emek düşmanlığı anlayışı baki kaldığı sürece de kalkmayacaktır.

Türkiye’nin en önemli 3 konfederasyonunun Taksim’de kutlama yapmak istemesi, “benzer” diğer gösterilerden ve günlerden farklıdır. Toplumsal üretim ve toplumsal barışın yegane dayanağıdır emekçiler. Emekten ve emekçilerden yana hiçbir şeye tahammül göstermeyen hükümet bu gerçeği de görmemekte veya kabullenmek istememektedir.

Tarihsel olarak 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmak istenmesinin diğer bir önemi de; 1 Mayıs’ın ülkemizde, kara günlerin, darbelerin, demokrasinin rafa kaldırıldığı dönemlerin miladı olarak tarihimizde yerini almasıdır. Bunun karşısında üç konfederasyonun öneri ve beklentisi, 2008 1 Mayıs’ının da bu kara günlerden kurtulmanın, demokratikleşme ve barışın, demokrasi dışı arayışları mahkum etmenin bir tarihi olmasıdır.

Yaşadığımız çalkantılı siyasal dönemde, ülkemizin toplumsal barışa bu kadar ihtiyaç duyduğu şu günlerde böyle bir zeminin değerlendirilmemesi neye hizmet etmektedir?

Başbakan’dan bakanlara, validen emniyet müdürüne kadar koro halinde “provokasyon” korkuları yayıldı. Hepimizin de tanık olduğu gibi, 1 Mayıs’ta Taksim ve çevresinde etten ve metalden örülen duvar, devlet erkânının sözünü ettikleri “provokatörlere” karşı kurulsaydı, pekâla huzur ve güven içinde Taksim’de kutlama yapabilirdik.

Devletin bugün gelinen noktada teknolojik ve lojistik düzeyiyle Kadıköy ve Çağlayan’da güvenliği sağlarken Taksim’de sağlayamaması; Tandoğan ve Sıhhiye’de sağlarken Kızılay’da sağlayamaması bir aczin ifadesinden başka bir şey değildir. “Devlet acz içinde olamayacağına göre” bu yasaklamaların, antidemokratik, baskıcı ve yasakçı anlayışların, bir provokasyon paranoyası ürünü olduğu açıktır. Bunu hep birlikte gördük.

“Korkunun ecele faydası yoktur” diye güzel bir özdeyişimiz vardır. Daha önceden de söyledik; eğer birilerinin provokasyona ihtiyacı varsa, bunun zaten daha başka günlerde veya Maraş, Sivas, Çorum gibi başka kentlerde de yapıldığına tanıktır halkımız. Provokasyonlar yasaklarla değil, bizzat devletin önlem almasıyla önlenebilir.

Hükümete göre provokatörler Taksim’i çok sevmektedir. Bize göre ise 1 Mayıs’ın kendisinden hiç mi hiç hazzetmemektedir bu provokatörler; zira şöyle ya da böyle, şurada ya da burada provoke edilen hep 1 Mayıs kutlamaları olmuştur. Öldürülen 3 işçi genç yerine ezilen çiçeklerle akıllarda kalan 1996 Kadıköy 1 Mayıs kutlamaları buna bir örnektir.

Sonuç olarak 1 Mayıs 2008, hükümetin emek düşmanlığından emekçi düşmanlığına evrilen anlayış ve yaklaşımları ve basının “Gazcı Kardeşler” adını layık gördükleri ikilinin marifetleri sonucunda provoke edilmiştir.

Değerli basın emekçileri

1 Mayıs’ın nerede ve nasıl kutlanacağına ilişkin tartışmalar yerini, “1 Mayıs’ta neler oldu, neler yaşandı” tartışmasına bıraktı. Sizler çalıştığınız kurumlarda binbir özveriyle bu konuyu ekranlara ve sayfalarınıza taşıdınız.

Söz buraya gelmişken, siz basın emekçilerine 1 Mayıs’ta ve sonrasında gösterdikleri çaba ve dayanışmaları için teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz.

***

Vali’nin orantılı güç kullandığı iddiaları ve 1 Mayıs günü İstanbul sokaklarından yansıyan görüntüler birbiriyle çelişmektedir. Şişli Etfal Hastanesi acil servisine atılan gaz bombalarının bir polisin elinden “kazara” düşmesi sonucu meydana geldiğini söylemektedir Güler. Ya Vali Güler halkın gözünün içine baka baka yalan söylemiştir ya da Vali Güler’e İstanbul yerine Almanya sokakları izlettirilmiştir.

“Orantılı güç” kullanma kavramı hukuksal bir kavram olup, AİHM içtihatlarıyla da açık bir şekilde tanımlanmaktadır. Polisin, kendi sendikasının önünde duran, herhangi bir eylem içinde bulunmayan, 40 – 50 işçiye aynı anda tazyikli su ve gözyaşartıcı gaz sıkması, jopla saldırması; yere düşmüş, hiçbir direnişte bulunmayan insanların acımasızca onlarca polis tarafından çiğnenmesi, tekme tokat ve değneklerle dövülmesi, yüzlerce insanın gözaltına alınması mı orantı güç kullanımıdır? 41 yıllık geçmişi bulunan bir işçi konfederasyonu olan DİSK’e ve ÖDP’nin il merkezine gaz bombası atarak onlarca insanı ölümle burun buruna getirmek mi orantılı güç kullanımıdır? Savaş halinde bile saldırı yasağı bulunan hastanelere gaz bombası atmak mı orantılı güç kullanımıdır?

1 Mayıs sabahı, saat 06.30’dan başlayarak DİSK Genel Merkezi önünde bekleyenlere gaz bombaları, panzer ve coplarla saldırı düzenlenmiş; haneye tecavüz edilmiş; Taksim etrafında 5 kişinin yanyana gelmesi bile müdahale etmek için yeterli olmuş; hastanenin acil servisine gaz bombası atacak kadar umursamaz ve sorumsuz davranılmış; orantısız güç ve aşırı şiddet kullanılarak pek çok yurttaşın hayatına kastedilmiş; sokaklar, caddeler ve meydanlara yurttaşların girmesi yasaklanarak, toplutaşıma seferleri iptal edilerek seyahat özgürlüğü engellenmiştir.

DİSK üyeleri, KESK üyeleri, Türk-İş üyeleri ve çeşitli kitle örgütlerinin üyeleri şehrin çeşitli yerlerinde polisin saldırısının kurbanı olmuştur.

1 Mayıs’ta işçi sınıfını yalnız bırakmayarak DİSK merkez binasına gelen milletvekillerini ve Avrupa Parlamentosu üyelerini, aydın ve sanatçıları da gaz bombası yağmuruna tutacak kadar fütursuz yapılan polis saldırısı, tam anlamıyla bir devlet terörüne dönüştürülmüştür. Bir milletvekilimiz kalp krizi riskiyle yüzyüze bırakılmıştır.

Sürekli yasalardan söz eden Valilik, emrindeki kolluk kuvvetleriyle en temel insan hakkı olan yaşama hakkını tehlikeye atmıştır.

Evet 1 Mayıs’ta çok açık bir şekilde görüldü ki, AKP İktidarı, İstanbul Valisi ve emniyet güçleri bu suçu katmerli bir şekilde işlemişlerdir.

Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan;

YAŞAM HAKKIMIZ, KİŞİ DOKUNULMAZLIĞIMIZ, KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ, KONUT DOKUNULMAZLIĞI HAKKIMIZ, DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ, TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ HAKKIMIZ, AÇIKÇA İHLAL EDİLMİŞTİR.

Sevgili basın emekçileri

AKP hükümeti aldığı %47 oy oranını yaptığı her marifetin zemini haline getirmektedir. Mutlak çoğunluğu, mutlak iktidara evriltmeye çalışan, en temel hak taleplerini dahi şiddetle bastıran tehlikeli bir viraja girmiştir AKP. Hükümet, işçi ve emekçi kitlelere yaklaşımıyla, emek düşmanlığından emekçi düşmanlığına dönüşen tutumuyla demokrasi sınavından geçememiştir.

1 Mayıs konusundaki tutumu ve İstanbul sokaklarındaki pervasız şiddeti AKP hükümetinin mazlumların değil zalimlerin saflarında yer aldığını göstermiştir.

1 Mayıs 1977 katliamından bu yana bütün süreçlerde yaşanan “faili belli” olayların sorumluları bulunmadıkça Türkiye’nin demokratikleşme şansı yoktur.

Bu ülke, özgür, demokratik ve eşitlikçi Türkiye şiarıyla mücadele eden emekçilerin çabalarıyla demokratikleşecektir.

“Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” ifadesiyle şiddet ortamının zeminini hazırlayan Başbakan; “Taksim’de ısrar Anayasal düzene başkaldırıdır” diyerek demokratik ve hukuksal normları şiddet uygulayıcıları için rafa kaldıran Adalet Bakanı; muhtelif nedenlerle değişik kesimlerin Taksim’de etkinlikler gerçekleştirdiği bilinmesine karşın Taksim’i sadece emekçilere yasaklayarak toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkımızı gaspeden İçişleri ve Çalışma Bakanı; “orantılı güç”, “zor kullanma” talimatını veren İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü hakkında 3 konfederasyon olarak suç duyurusunda bulunacağız.

1 Mayıs 2008 tarihinde yaşadığımız bütün bu kanun dışı uygulamaların, emekçilere ve halkımıza karşı işlenen bu suçların her platformda takipçisi olacağız; bu olayları, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden doğan bütün etkili başvuru yollarını kullanarak, yargıya, ulusal ve uluslararası platformlara, uluslararası emek hareketinin, Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun ve Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nin gündemine taşıyacağız.

Bizim alnımız açık, vicdanımız rahat. Orantılı güç kullandığını iddia edenler gelsin kendilerini savunsunlar.

TÜRK-İŞ, DİSK, KESK