19 Ocak 2008 Bildirisi: Benim Adım…

[ A+ ] /[ A- ]

Benim adım Saro Nene. Heredan’daki evimizde tarhana hazırlayıp turşu kurduğum o yıl kara haber köye ulaştı: “Ermeniler köylerini boşaltıp Kafle’ye çıkacak!” Kafle yollarına beş çocuğumla birlikte çıkmış Urfa’ya geldiğimizde yapayalnız kalmıştım. İkisi ölmüştü. İkisini Daciglere emanet etmiş, biriniyse yolda kaybetmiştim. Kaybettiğim oğlumu yıllar sonra bulduğumda iki öğüdüm oldu ona. Heredan’a bir daha ayak basmayacaksın. Bir de tarhana yapmak, turşu kurmak uğursuzluk getirir bilesin!

Benim adım Moşe. Kırklarelili bir Yahudi’yim. Almanya’dan tüm Dünya’ya yayılmakta olan antisemitizm Türkiye’de de yankı bulmaya başlamıştı. 3 Temmuz 1934 gecesi evlerimiz yağmalandı, dayak yedik. Yerel makamlara başvurduğumuzda cevap hazırdı ‘Halk ne isterse o olur!’. Bize derhal bölgeyi terk etmemiz söylendi, aksi halde olacaklardan kimse mesul değildi. Tüm varlığımızı ve anılarımızı geride bırakıp önce Edirne’ye oradan İstanbul’a göç ettik. O gün Türkiye’de sayımız yüz bin civarındaydı bugün on beş bin kişi kaldığımız söyleniyor…

Benim adım Memed. Hükümet 1940’da Zonguldak madenlerinde zorunlu çalışma uygulaması başlatınca 20.000 kişi mükellef işçi olarak kayıtlara geçirildik. Sekiz yıllık mükellefiyet boyunca kimimiz günde on sekiz saat yalın ayakla çalıştı kimimiz göçüklerde patlamalarda can verdi. Madenlerde yaşam bugün hala çok zor. Özel maden ocakları mükellefiyet günlerini aratmıyor. Son kurban iki hafta önce göçük altında kalan bir arkadaşımız oldu! ´

Benim adım Keti. 6-7 Eylül 1955’de 13 yaşındaydım. Evimizin kapısına gelenler ‘burada 13 yaşında bir kız varmış çabuk onu bize verin’ diye bağırıyorlardı. İlk başta bir anlam veremedim neden beni ısrarla istediklerine, sonradan öğrendim ki birçok gayrimüslim kız çocuğuna tecavüz etmişler. Türk komşularımızın evine sığındığımız o iki gün boyunca evler, işyerleri ve kiliseler yakıldı, yıkıldı. Yağmanın ertesinde 150 bin Rum’un hemen hepsi terk etti ülkeyi. Yaşamak istemediler burada…

Benim adım Meral Özkol. 1 Mayıs 1977 günü 500.000 emekçi ile birlikte Taksim Meydanı’ndaydım. Miting devam ederken üzerimize birden bire yağmaya başlayan mermilerden canımı kurtarmaya çalışırken etrafa sis bombaları atan panzerlerden birinin tekerlekleri altında ezildim. Yalnız değildim. Benimle birlikte 34 kişi hayatını kaybetti 126 kişi yaralandı. Ama 1 Mayıs’ın failleri gizli kaldı…

Benim adım Cennet Çimen. 23-25 Aralık 1978 günlerinde Maraş’ta faşistler biz Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere saldırdılar. Olaylar bittiğinde 80 yaşında olan benle birlikte 111 kişi katledilmiş binin üzerinde insan yaralanmıştı. Sonrası mı? Alevi nüfusun yüzde sekseni Maraş’ı terk etti. Ve katliamın bir numaralı sanıklarından biri önce milletvekili oldu sonra Meclis İnsan Hakları Komisyonu Üyeliği’ne getirildi.

Benim adım İrfan Babaoğlu. 1980 Kasımında tutuklandığımda 21 yaşındaydım, çıktığımda 42. Diyarbakır Cezaevine gittiğimiz dönem işkencelerin henüz sistematik hale geldiği bir dönemdi. Dışkı yediriyorlardı, gururumuzu incitecek, insanı hiçleştirecek her şeyi yapıyorlardı. O dönemde birçok arkadaşımız aklını yitirdi. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, koğuşa geldiğinde, ‘Bildiğinizi, gördüğünüzü, yaptığınızı burada kusacaksınız’ diyordu. Sadece onu suçlamak yeterli değil, bir bütün olarak o dönemin yargılanması gerekir…

Benim adım Asım Bezirci. 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’taydım. O gün binlerce kişi “Yaşasın Şeriat” ve “Sivas Aziz’e Mezar Olacak” sloganlarıyla kaldığımız Madımak Oteli’ni kuşatıp ateşe verdi. Otelin içinde 35 kişi yanarak ve boğularak can verdik. Katillerimizi mahkemede savunan kişi sonra Adalet Bakanı oldu. Bakanken müvekkillerini hapishanede ziyaret etmekten sakınmadı. Bütün bu süreçte sakınılan şey şimdilerde kebapçı olan Madımak’ın müzeye çevrilmesi oldu…

Benim adım Mızgin. 1993 yılı ilkbaharı Jandarmaların yaktığı köyümüzü terk etmek zorunda bırakıldığımızda 8 yaşındaydım. Bir tek canımız vardı yanımıza alabildiğimiz. 6 kardeşimle birlikte sokaklarda mendil, sakız sattık. Şimdi hepimiz bir yerlere dağıldık.

Benim adım Mehmet Gündüz. 37 yaşında ve üç çocuk babasıydım polis kurşunuyla Gazi Mahallesi’nde hayatımı kaybettiğimde. 12 Mart 1995’te binlerce kişi sokaklara dökülmüştük. Alevilerin gittiği dört kahve ve bir pastanenin meçhul! kişiler tarafından taranmasını protesto ediyorduk. Yaklaşan iki panzerin göstericilere açtığı ateşle alnımdan vurularak can verdim. Gazi Mahallesi o gün cehennem yerine döndü.

Benim adım Metin Göktepe. Öldüğümde 28 yaşındaydım. Evrensel gazetesi muhabiri olarak 8 Ocak 1996’da Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemeye gitmiştim. Haber peşinde koşarken yüzlerce kişi ile birlikte polis tarafından Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldüm. Oradan cenazem çıktı. Yetkililer duvardan düşerek öldüğümü söylediler. Oysa polislerin şiddetli cop ve sopa darbeleriyle kan kaybından hayatımı kaybetmiştim.

Benim adım Özlem Kılınç. Novamed işçilerinden biriyim. Fabrikaya girdiğimde 20 yaşındaydım. İşyerinde işçilerin birbirleriyle konuşmaları yasaklanmıştı. Tuvalette kalınan süre bile hesaplanıyor, hatta çocuk doğurmak isteyen işçiler sıraya girmek zorunda bırakılıyordu. Bu koşulları protesto için başlattığımız grev 448 gün sürdü ve grevin sonunda sendikal örgütlenme hakkımızı elde ettik.

Benim adım Festus Okey. İstanbul’da yaşayan Nijeryalı bir sığınmacıydım. 20 Ağustos 2007 günü Tarlabaşı’nda gözaltına alınıp Taksim Polis Merkezi’ne getirildim. Merkezde bir polisin silahından çıkan kurşunla yaralandım ve hayatımı kaybettim. Olayın üstünü kapatmak için önce kamerasız bir odada sorgulandığım söylendi sonra ölümümün nasıl meydana geldiğini ortaya çıkaracak tek kanıt olan kanlı gömleğim kaybedildi!

Benim adım Fatih Kılıç. Tuzla tersaneler bölgesinde işçiydim. Tersaneciliğin son yıllarda büyük atılım içerisinde olduğu medyada bir zafer edasıyla yazıla dururken iş kazaları 2007 sonbaharında Tuzla’yı can pazarına çevirdi. 80 gün içinde 8 işçi öldü bu iş kazalarında. Kurbanlardan biri de bendim. Makineyle çalışırken çatıdan düşüp hayatımı kaybettim.

Benim adım Hrant Dink. 19 Ocak 2007´de sırtımdan vurularak öldürüldüğümde 53 yaşındaydım. Sözüm de gönlüm de bu topraklarda yaşayan insanların kardeşliğinden, eşitliğinden, insan haklarından, bir arada yaşamaktan ve barıştan yana oldu hep. Bu bildirideki diğer kardeşlerimle aynı zihniyetin mağduru olduk hep ve işte tam da bu yüzden :

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA!
YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ!

Nor Zartonk