Ezgi BAŞARAN
Radikal
Bakanın önerdiği ‘kaba etlere kına’ seviyesinden kafayı kaldırınca sorunu görmemek elde değil. Zira pek mütebariz şekilde ortaya çıkmış bulunuyor. O
limpiyatları alsaydık bu ülkede bir kesim sevinmeyecekti. Alamadık, sevindi. Ve daha genel olarak, son birkaç yıldır, bu ülke üstünde yaşayan insanların ortak bir mutluluğu veya hüznü kalmadı. Mütebariz sorun budur. Sebebi ise şu: Artık memlekette her adım, her olay ‘Onların Türkiyesi’ penceresinden değerlendiriliyor.
Versiyon 1: Artık işler değişti, senin dediğin âdetler ‘Onların Türkiyesi’nde kaldı. Artık yeni bir Türkiye var. Şimdi siz çekeceksiniz.
Versiyon 2: Milli maça dahi sevinmek içimden gelmiyor çünkü bu ‘Onların Türkiyesi’ne yarar, sonra gelip yine bizi tepelerler.
* * *
Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk pazartesi günü köşesinde bu ayrışmayı şöyle tarif etmiş: “Cumartesi gecesi İstanbul, olimpiyatları kaybedince sevinç naraları atanlar, dolar yükselince de büyüme rakamları düşüş gösterince de ihracat düşünce de sevince gark oluyorlar. Başlangıçta saf bir iyimserlik içindeydim. ‘Hele birkaç yıl geçsin; AK Parti yaşam tarzına karışmadığını ortaya koysun, bu korkuları geçer, iktidarı kabullenirler’ diyordum. Yanılmışım. On yılı aşkın bir zaman geçti. Kimsenin hayat tarzına karışılmadığı gibi, hayal bile edilemeyecek iyileşmeler yaşandı.” Tamam. ‘Onların Türkiye’si ruh halinin ülkeyi sardığı konusunda hemfikiriz. Peki bu Türkiye’yi, bu ruh halini kim inşa etti?
Göktürk’e göre ‘Beyaz Türklerin iktidar hırsı’. İyi ama ben de böyle düşünen çokçasına sakin sakin hatırlatmak isterim.
* * *
Belli bazı siyasi davalar dışında, 11 yıllık iktidarın neredeyse 8-9 yılı böyle ayan beyan bir ‘Onların Türkiye’si hali yoktu. Ya bu ülkeye şimdilerde yeni bir halk geldi ve bölündü ya da?
Halk demişken… ‘Beyaz Türkler’den kasıt nedir? Küçük nobran bir grup mu? Yoksa sermaye ve gücün en tepesinde oturan liderin ‘Biz ülkenin zencisiyiz’ demesiyle ona benzemeyen herkesin doluşturulduğu zorunlu bir küme mi?
Bir büyük köprünün adını Alevilerin en acı hatırasını tazeleyecek şekilde seçmek, tüm ‘Yaralanıyoruz’ feryatlarına rağmen inadım inat Yavuz Sultan Selim’de ısrar etmek duygusal bölünmenin kökenini ve sistematiğini çözmek için doğru örneklerden biridir.
Dahasını da sıralayayım: Yaşam tarzına karışılmadı, hani nerede diyorsunuz… Hâlâ bir restoranda rakı içilebiliyor olması mıdır kanıtı? Ne kürtajımıza ne sezaryenimize ne de yapacağımız çocuk sayısına karar verebilmekteyiz. Buna ne dersiniz? Ahmet Ümit çok güzel anlattı: “Torunumun okul yaşına bile karşıyorsunuz, her tarafıma AVM dikip bana rantsal bir yaşam tarzı dayatıyorsunuz, nerem özgür?”
Özgürlük demişken… Biz gazeteciler hapse tıkılıyor, işten atılıyor, tehdit ve hakaretlerden boğuluyoruz. Ama bir süredir sokak ortasında kafamızdan vurulmuyoruz diye özgürüz mü sanacağız ya da ne bileyim, ölmüyoruz diye şükür mü edeceğiz?
Ölmek demişken… Selahattin Demirtaş’ın deyimiyle ‘Herkesin kendi ölüsüne ağlaması’, kurulduğu andan itibaren Türkiye devletinin kodunda vardır, bugün de göstere göstere işletilmektedir.
Suriye muhaliflerine silah ve medikal her türlü yardımı yaparken oradaki Kürtlere yolları kapatınca… Sığınan Nusayrileri kovalayınca…
Başka memleketlerin acısına ağlayıp, kendi ülkenin çocuklarını polis mezalimine terk edince… Kaybettiğimiz o gençlerin ailelerinden bir kuru başsağlığını esirgeyince…
Ülkenin yarısını diğerine karşı ‘zor zaptedilen savaşçı güç’ şeklinde tehdit unsuru olarak gösterince…
Bu ülkeyi bölmüş olmadınız mı? Mezhebi, yaşam biçimi, etnik kökeni, cinsiyeti… Bu ve bunun gibi sebeplerle makbul bulmadığınız bir kesim var. Ve bu kesimi gözden çıkardığınızı, kafayı kaldırırsa çatırt diye ezeceğinizi hissettiriyorsunuz.
Yaşadığı şehrin, ülkenin refahından vazgeçecek kadar bunalmak, o derece köşeye sıkışmış hissetmek nedir, bir oturup düşünün.
Evet bu ülkeyi kederde ve sevinçte bir şeyler bölüyor. Evet birilerinin hırsıdır ‘Onların Türkiyesi’ ruh halini kazulet gibi ortamıza inşa eden.
Fakat bi saniye beyler bayanlar… O hırsın ‘Beyaz Türkler’inki olduğuna emin misiniz?