Fuat KEYMAN
Radikal
Bilal Erdoğan babasına “Babacım” diyor.
Benim oğlum William Nazif de benle konuşurken “Babacım…” der.
Çok sevinirim duyduğumda, mutlu eder beni böyle çağrılmak.
Aramadığında, geç kaldığında evhamlanırım.
Sesini duyduktan sonra rahatlarım.
Berkin Elvan da 269 gün önce, evden çıkarken, belki “Babacım…” diyerek çıkmıştır evinden.
Baba Erdoğan’ın “Destan yazıyorlar” dediği polisler tarafından vurulmadan önce.
269 gün sonra 16 kiloya düşerek, Baba Erdoğan’a, “Bak ben buradayım, seni vicdanınla baş başa bırakıyorum” diyen sevgili Berkin, dün sabah 07.00’de, gencecik, ufacık bedeni, büyük kalbiyle aramızdan ayrıldı.
Ali İsmail Korkmaz da destan yazan polisler tarafından 19 yaşında dövülerek öldürüldüğü gün “Babacım…” diyerek
belki evinden çıkmıştır.
Küçücük bedeni kurşunlarla doldurulan Uğur Kaymaz da belki, “Babacım…” demiştir ölmeden önce.
Belki, Delal, Hrant Dink’i, “Babacım..” diye aramıştır o sabah, Hrant hunharca öldürülmeden önce.
Belki, Zirve katliamı içinde, hunharca öldürülenlere, evlerinden çıkarken o sabah çocukları, “Babacım…” demişlerdir.
Vicdansızlığın tepe yaptığı günlerden geçiyoruz.
Gezi’den bugüne gencecik insanlarımız polis kurşunlarıyla, dövülerek, binadan atılarak öldürüldüler.
Ağladım, ağladık, ölümlerini duyduğumuzda.
Baba Erdoğan, bir kere bile dua etmedi onlar için, bir kere bile “Başınız sağ olsun” demedi ailelerine, bir kere bile, bu insanlarımız, bu gençlerimiz için bir şey söylemedi. Baba olduğu halde, çocukları olduğu halde…
Aksine, çocuklarımız, kızlarımız için ettiği kabul edilmez tanımlamalarla, hepimizin uykularını kaçırdı, hepimizi
korkuttu.
Korktuğumuz başımıza geldi, gencecik insanlarımız, kurşunla, dövülerek öldürüldüler.
Berkin Elvan’a niye kıydınız…
Ali İsmail’e niye kıydınız…
Gençlerimize, çocuklarımıza niye kıydınız…
Hiç mi vicdanınız sızlamadı, bu çocuklarımıza gözünüzü kapattığınız zaman.
Köşelerinizde bu insanlar için yalan söylediğiniz zaman…
Bu gençlerimizi kötülediğiniz zaman…
Bakın, Berkin Elvan, küçücük bedeniyle, koskoca kalbiyle, size en güçlü cevabı verdi: Sizleri, vicdasızlığınızla baş başa bıraktı.
Zirve katliamını yapan, işkenceyle, bıçaklarla, boğazlar kesen üç kişi tahliye edildiler.
Haklarında üç kere ağırlaştırılmış ömür boyu ceza istenenler, beş yıl sonra dışardalar.
Danıştay katliamını yapan, hakkında, ağırlaştırılmış ömür boyu istenen kişi, tahliye edildi.
Dünyanın neresinde, hangi hukuk sisteminde, hangi hâkim böyle bir karar verir.
Başbakan Erdoğan, konuşmalarında, bize, Türkiye’ye bunu bir anlatsa…
Vicdansızlığın tepe yaptığı, hukukun tümüyle yok edildiği bu kararları, bize bir anlatsa…
Hrant Dink’i ölüme götürenler, Erhan Tuncel, Kemal Kerinçsiz serbest kaldılar. İlk açıklamalarında, hepimizle alay
edercesine, hukuk sistemini eleştirdiler…
Tüm bu vicdansızlıkla sarsılırken, ve ilk önce Urla’da, sonra Fethiye’de, 6-7 Eylül 1955 İstanbul olaylarını hatırlatır bir biçimde, HDP’ye ve Kürtlere yapılan ırkçı ve yok edici saldırılarla korkularımız ve endişelerimiz artarken yüreklerimizi yıkan, gözlerimizi dolduran, sevgili Berkin’in ölüm haberi geldi.
Merak ediyorum, oğlu Bilal’in “Babacım” dediği Başbakan ve baba Erdoğan gerçekten ne hissetti, Berkin’in ölüm
haberini duyunca; Ali İsmail’i ve diğerlerini hatırladı mı?
“Nur içinde yatsınlar…” demek aklından geçti mi?
Gezi’den, 17 Aralık’tan bugüne, çivisi çıkmış Türkiye’yi, iktidar savaşının tarafları yarattılar.
Benim taraf olamayacağım, bu ahlakın, vicdanın, hukukun yok edildiği iktidar savaşına, Berkin, küçücük bedeniyle en
güçlü yanıtı verdi: “Sizleri vicdan(sızlık)larınızla baş başa bırakıyorum.”
Nur içinde yat Berkin, başta Başbakan ve iktidar savaşının taraflarına, köşelerinde bu savaşın piyonluğunu yapanlara, çıkar için vicdanlarını köreltenlere ve hepimize, büyük bir ders verdin…
Hrant Dink’in ölüme götürülüş sürecini anlattığı muhteşem kitabına Fethiye Çetin’in verdiği başlık gibi, ‘Utanç
Duyuyorum!’
Utanç duymaktan başka ne yapabiliriz ki…