Agos Gazetesi
Ergenekon üyesi olmalarıyla suçlanıp daha sonra tutuklanmaları kamuoyunda şaşkınlık yaratan gazeteciler Şık ve Şener, öncesinde farklı faaliyetlerle isimlerinden söz ettiriyorlardı. Kamuoyundaki tepkilerin odağı olan gazetecilere Dink ailesi de destek verdi.
Şık ve Şener’in adliyeden çıkartılması sırasında meslektaşları ve dostları tutuklanmalara tepki amacıyla yolu bir süreliğine trafiğe kapattı. Aralarında Orhan Dink’in de bulunduğu grupla polis arasında kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Öte yandan Rakel Dink ise Şık ve Şener’in ailelerine destek amacıyla evlerini ziyaret etti.
Şener, Dink cinayeti ve Ergenekon davası birleştirilmeli diyordu
Merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından geçen yıl “Dünya Basın Özgürlüğü Kahramanı” ilan edilen, mesleğe başladığı günden beri ise Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu ve Metin Göktepe ödüllerini kazanan Milliyet muhabiri Nedim Şener, 3 Mart sabahı kalp hastası eşinin yanında gözaltına alındı. Şener, gözaltına alınırken “Hrant için adalet için” diye bağırdı.
Cinayeti yazdığı için 32 yıl hapsi istenmişti
Şener, 2008 yılında yazdığı ‘Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları’ adlı kitabının ardından geçtiğimiz aylarda ‘Kırmızı Cuma- Dink’in Kalemini Kim Kırdı’ ismiyle bir kitap kaleme almıştı. Şener hakkında yazdığı ilk kitap nedeniyle toplam üç dava açılmış ve hakkında 32 yıl 6 ay hapis istenmişti. İlk dava 20 yıl hapis istemiyle açıldı. Şener’in ikinci davası Dink cinayetinde görevi ihmalle suçlanan Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek ile İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı ve İstihbarat Dairesi Başkanlığı polis memuru Muhittin Zenit’in şikâyeti üzerine, 8 yıl hapis istemiyle açıldı. Üçüncü dava ise yine İstanbul Emniyeti’nin talebiyle, Şener’in kitabında yer alan Ergenekon sanıkları ile Dink cinayeti sanıkları arasındaki telefon irtibatını gösteren belgeyi yayımlamaktan, 4.5 yıl hapis istemiyle açılmıştı.
“İki yıl önce hedefe alınmışım”
Silivri’ye nakledilmeden önce ailesine ve çalışma arkadaşlarına gönderdiği mektupta “Anlaşılıyor ki son zamanlarda değil tam iki yıl önce sahte bir mail ile beni hedefe almışlar. Bana yöneltilen sorular 2003-2006 dönemlerine kadar iniyor” diyen Şener, eşinin ameliyatına ilişkin enteresan bir soruyu naklediyor. Şener, “Sorguda yadırgadığım en çarpıcı soru eşimin kalp operasyonu ile ilgili olanıydı. Savcı Öz, avukatlarımın huzurunda ‘Eşin ile telefon görüşmesinde ‘Başıma gelecekleri bilsem senin operasyonu yaptırmazdık’ diyorsun. İnsanın aklına, ‘Acaba sen hakkındaki adli operasyonu önlemek için mi eşini kalp operasyonuna soktun sorusu geliyor’ dedi” ifadelerini kullanıyor.
Nedim Şener, 18 Şubat tarihinde Posta gazetesinde yayımlanan yazısında, “Soner Yalçın ve arkadaşlarının işi tamam, sıra sende diye yazıyorlar” demişti.
Şener, Kırmızı Cuma isimli kitabında Ergenekon davası ve Hrant Dink Cinayeti arasındaki ilişkiye ve Ergenekon davasının önemine ilişkin şunları yazmıştı:
• Savcının ya da polisin elini kim tuttu da Ergenekon soruşturması 2006’da başlamadı? (s. 443)
• Bu eylemler, planlar ve delillerin bağlantısını en iyi koyacak kişiler Ergenekon savcılarıdır. (s. 450)
• Dink cinayeti ile Ergenekon davasının ve Kafes davasının neden birleştirilmediği, olayların beraber soruşturulmadığı en fazla kafamı kurcalayan konu. (s. 453)
• Ergenekon iddianamesinde adı geçen birçok sanığın zamanında Dink’e karşı gösterilen tepkilerin odağında bulunması, sanıkların birbirleri arasından Dink cinayetiyle ilgili yorumları, elden ele dolaşan şema, polislerden istihbaratçılar tarafından verilen özel bilgilere rağmen, neden, neden Hrant Dink cinayeti Ergenekon iddianamesinde yok? (s 442)
• Denilebilir ki; Ergenekon örgütünün çıkarılması için 12 Haziran 2007’de Ümraniye’deki el bombalarının ortaya çıkartılması gerekiyordu. Hayır, şart değildi. Dediğimiz gibi devletin elinde Ergenekon’la ilgili her türlü bilgi vardı. (s. 443)
• Dink cinayeti Ergenekon davasına dahil edilseydi, Yasin Hayal, Erhan Tuncel gibi isimler, tüm bilgilerini, ilişkilerini anlatsaydı, akıllardaki şüpheler de ortadan kalkmaz mıydı? (s. 442)
Şık, ‘Ergenekon’u Anlama Kılavuzu’nu yazmıştı
Gazeteci Ahmet Şık, araştırmacılık becerileriyle yıllarca kangren halini almış konulardaki haberleriyle tanındı; derin devletin sırlarını ortaya çıkaran haberler yaptı. Türkiye yakın tarihinin en büyük davalarından biri haline gelen Ergenekon davalarının temelini oluşturan Darbe Günlükleri’nin gündeme geldiği dönemde Nokta dergisi ekibinde çalıştı.
Ergenekon davasının önemine başından bu yana her fırsatta dile getiren Şık’ın evi de 3 Mart günü sabah saatlerinde polis tarafından basıldı. Yaklaşık beş saat süren incelemeler sonucunda Şık polisler eşliğinde evden çıkarken “Dokunan yanar!” şeklinde bağırdı. Şık, Emniyet içerisindeki Fethullah Gülen cemaatinin örgütlenmesine ilişkin bir kitap üzerine çalışıyordu.
Bu kitabın bir kopyasının OdaTV soruşturmaları sırasında Soner Yalçın’ın bilgisayarında bulunduğu iddia edilmişti. Şık, bu gelişmeyle ilgili olarak, “Yazılanlardan anladığım kadarıyla kitabımın bir kopyası birilerinin eline geçmiş ve orada yazılanlar belli ki birilerini fazlasıyla rahatsız etmiş. Bu nedenle beni Oda TV vasıtasıyla Ergenekon örgütüyle ilişkilendirmeye çalışıyorlar. Böylece birilerinin bana bu kitabı yazdırdığı iddiası dillendirilerek kitabın tarafsızlığı ve objektifliği gölgelenmeye, itibarsızlaştırmaya çalışılıyor” demiş, konuyla ilgili görüşlerini almak için aradığımızda, biraz da öfkeyle Soner Yalçın’dan pek hazzetmediğini söylemişti.
Ahmet Şık, daha önce gazeteci Ertuğrul Mavioğlu ile “Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” isimli kitabı yayımlamıştı ve bu kitap hakkında açılan davada yargılanıyordu. Yeni Yüzyıl ve ardından Radikal gazetelerinde çalışan Ahmet Şık, Nokta Dergisi’nde yayımlanan “İki tür gazeteci vardır: TSK karşıtları, TSK yandaşları” isimli haberle “Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü”nü kazanmıştı.
Ergenekon davasının gerçek bir derin devlet soruşturmasına dönüşmesi gerektiğini savunan Şık, şu anda, daha önce sık sık peşlerine düştüğü Ergenekon sanıkları ile aynı cezaevinde tutuklu.
“Meğer ne uslanmaz Ergenekoncuymuşum!”
Şık, Silivri’ye nakledilmeden önce yazdığı mektupta, eşine, kızına, meslektaşlarına Arat Dink’e, Cumartesi Anneleri’ne, Metin Göktepe’nin ailesine ve haberlerini yaptığı tüm ezilenlere seslendi. Şık mektubunda şunları söylüyor; “Kardeşim Arat; Bir daha görüştüğümüzde bana tıpkı baban gibi sarılacak mısın yine? Çünkü babanı katleden ırkçı faşist zihniyetin üyesiymişim?
Fadime Ana; sen benim ‘ikinci Metinimsin’ diyecek misin yine? Oğlunu, dostumu işkencede katledenlerin yanındaymışım. Emine Ana, bir cumartesi günü 12’de Galatasaray’a geldiğimde yanına oturtacak mısın beni? Sen ve senin gibi sevdikleri ellerinden alınıp gidebilecek bir mezarı dahi olmayan Cumartesi Anneleri sizlerle ilgili yaptığım haberlerin hepsi aldatmacaymış. Sevdiklerinizi dipsiz kuyularda kaybedenlere yardım etmişim.
Cezaevlerinde, evlerde, sokaklarda katledilen devrimcilerin aileleri, yoldaşlarım hâlâ habercilik namusuma güvenecek misiniz? Yoldaşlarımızı öldürenlerin tetikçisiymişim.
Kürt kardeşlerim; JİTEM’cilerin kurbanları, halkların kardeşliğini savunduğuma inanacak mısınız hâlâ? Ben bir savaş çığırtkanı ırkçıymışım. Babam, annem, ağabeylerim, hâlâ gurur duyuyor musunuz oğlunuzla, kardeşinizle? Hak, hukuk, eşitlik gözeten değil kanlı cinayetlerin ve darbe planlarının gazetecisiymişim.
Yonca’m; yol arkadaşım, yoldaşlığımız devam edecek mi? Yıllardır seni kandırıyormuşum.
Kuzum [Mina], akıl, vicdan ve adalet sahibi kızım, annenle birlikte böyle olman için verdiğim öğütlerime kulak asacak mısın artık? Güvenecek misin bana? Sana yalan söylemişim meğer.
Gazetecilik namusuma, meslek ahlakıma kefil olup beni yalnız bırakmayan meslektaşlarım, dostlarım hepinizi kandırmışım yıllarca. Yazdıklarım yalan, söylediklerim sahteymiş. Hepinizi, herkesi kandırmışım. Hep böyle gideceğini sanırken kül yutmaz polislere, savcılara, hakimlere yakalandım. Bir de malum zihniyetin medyatörlerine. Bir anda anlayıverdiler ne iflah olmaz bir Ergenekoncu olduğumu.” Şık mektubunda, savcının bahsettiği bilinmeyen delillerin açıklanmasını talep ederek “Açıklasın delilleri. Hepimiz bilelim” diyor.
“Kumanda merkezinin ortaya çıkması umutları zayıfladı”
Gazeteci Kemal Göktaş, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon’dan tutuklanmalarını Kafka’nın bile hayal edemeyeceği türden bir hukuk skandalını gözler önüne serdiğini belirterek, “Bu ülkede gazeteciliği hakkıyla yapmanın ölçüsü eskiden beri gördüğün baskıyla eşdeğerdi. Buna alışkındık, ama hiçbir şey, temel meseleleri derin devlet ve insan hakları ihlalleri olan iki gazetecinin, Ergenekon üyeliği suçlamasıyla tutuklanması kadar trajikomik olamazdı” dedi.
Göktaş, Hrant Dink cinayetinde, AİHM kararına rağmen, cinayette sorumlulukları olduğu iddia edilen hiçbir kamu görevlisinin yargı önüne çıkarılmazken bu konuya ilişkin iki kitap yazan Nedim Şener’in tutuklanmış olmasının, cinayetin “kumanda merkezi”nin ortaya çıkarılması konusundaki umutları da zayıflatıcı nitelikte olduğunu vurguladı. Göktaş, “Oysa Ergenekon iddianamesinde bu cinayet örgütün eylemleri arasında sayılıyordu. Derin devlet, hukuk dışındaki keyfi devleti ve bürokratik devlet aygıtının sağladığı avantajlarla, anonimleşen, failini çoğunlukla bulamadığımız ya da netlikle ortaya koyamadığımız eylemlerini ifade eder. Bu durumda artık rengi hakiden yeşile dönüşen yeni bir derin devlet olduğu kuşkularını dile getirenlerin büyük ölçüde haklı göründüğü bir manzara var karşımızda” dedi. Göktaş, Ergenekon soruşturmasının ilerletilmesi yönünde görüşleri olan ve soruşturmaya ilişkin en sağlıklı eleştirileri getiren iki gazetecinin tutuklanmış olmasının, bu soruşturmanın yeni yönelimi açısından da tüyler ürpertici olduğunu söyledi.
Şener ve Şık’ın tutuklanmasına tepkiler
İsmet Berkan (Hürriyet)
Bunca yıl birlikte çalıştığım Ahmet Şık’ın, aynı binada yıllarımı geçirdiğim Nedim Şener’in en sonunda Ergenekon üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alınmalarını hâlâ tam olarak idrak edebilmiş değilim. Bu iki isim de, bırakın bu örgütün üyesi olmayı, tam tersine Ergenekon’u ortaya çıkartmaya çalışan, savcıların çabasını bile yetersiz görüp soruşturmanın daha da genişlemesi, daha da derinleşmesi gerektiğini haberleriyle hep yüzümüze vuran gazeteciler.
Hakan Albayrak (Yeni Şafak)
Nedim Şener, Hrant Dink cinayetinde ihmali bulunan polislerle Ergenekon operasyonunu yürüten polislerin aynı polisler olduğunu iddia ediyor ve bunların görevden alınmasını istiyor… Ahmet Şık, Ergenekon Davası’na eleştirel bakıyor… İkisi de Gülen Cemaati’ne tepkili… Söylediklerini, yazdıklarını, hizmet ettikleri şeyleri beğenmeyebiliriz, yaptıklarını sakıncalı bulabiliriz, bize zarar verdiklerini de düşünebiliriz; ama sırf bize uymuyorlar diye onları hapse tıkılması gereken bozguncular olarak görürsek tek parti döneminin “Takrir-i Sükûn” terörünü aklamış oluruz.
Türkiye bu Ergenekon Davası sayesinde cuntalarla hesaplaşıyor, derin devlet belasından kurtuluyor, tam manasıyla demokratik bir hukuk devleti olma yolunda büyük mesafeler alıyor diye sevinirken, Ergenekon’la mücadelede kantarın topuzunun kaçtığı ve bu davanın meşruiyet kaybına uğrayacağı bir sürece girmemişizdir inşallah.
Etyen Mahçupyan (Zaman)
Eğer bu gazetecilerin gerçekten de darbe girişimi ve onun uzantıları ile bağlantılı olduğu bir an önce ortaya çıkmazsa, bu operasyonun manevi yükü muhafazakâr demokrat kitlenin üzerinde kalabilir. Bu nedenle kendisini bu kitlenin parçası olarak algılayan gazetecilerin, bu gelişmeyi titiz bir biçimde izlemelerinde ve şeffaflığı temin etmek üzere gayret göstermelerinde büyük yarar var.
Diğer taraftan yeniden söz konusu arama ve gözaltılara dönersek şunları da söyleyebiliriz: Bu operasyon savcının isteğiyle ve mahkemenin izniyle yapılıyor. Demek ki mahkemeyi ikna edecek bazı deliller mevcut. Ayrıca iki gazetecinin ötesinde, eski MİT Dış Operasyonlar Daire Şefi, bir polis memuru ve bir polis başmüfettişinin eşi de aynı kapsamdalar. Ama unutmayalım ki, gerçekte gözaltına almaların tek tek ne denli adil olduğunu, diğer bir deyişle bazı gerçek zanlıların yanına kasten eklenerek birilerinin bu iki gazeteciyi susturmaya çalışıp çalışmadığını bilmiyoruz.
Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak)
Kaldı ki, bugün bu gazetecilerle ilgili olumlu ya da olumsuz ne düşündüğümün hiçbir önemi yok. Bu iki gazetecinin başına gelen, fiilen kabul edilemez, sembolik açıdan anti-demokratik bir durumdur. Görünen o ki, bu iki gazeteci, gazetecilik faaliyetlerinden ötürü, bu çerçevede yayınladıkları ya da yayınlamaya hazırlandıkları kitaplar, kurdukları ilişkilerden dolayı gözaltına alındılar. Durum açıklanmaya muhtaçtır.
Joost Lagendijk (Zaman)
Korkarım ki Ergenekon davasının liberaller ve demokratların desteğini kaybetme tehlikesinin baş göstereceği bir noktaya doğru ilerliyoruz. Geçen hafta bazı gazetecilere yönelik baskınlar ilerleyen süreçte bu açıdan bir dönüm noktası olabilir. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanması nasıl izah edilebilir? Bu tutuklamaların, sürekli Ergenekon diye bir şey olmadığını ve davanın hükümet tarafından muhalifleri susturmak için kullanıldığını iddia edenlerin değirmenine su taşıyacağına hiç kuşku yok. Ergenekon davasının mevcut savunucularının gözünde güvenilirliğini kaybetmesini önlemenin tek yolu, soruşturmanın ölçeğini iddia edilen şebekenin en dış çeperine yayıp, Veli Küçük gibileriyle komploculuk yaptığına kimsenin inanmadığı Şık ve Şener gibi insanları işin içine katmak gibi büyük bir riske girmekten vazgeçmektir.
Ahmet Altan (Taraf)
Ahmet Şık, “Ben kitabımı Soner’e göndermedim”diyor. De ki gönderdi. Birine kitabını gönderdiyse suç mu? Ergenekon üyeliği ‘kitap gönderme’ düzeyine mi düşürülecek. Danıştay cinayetinden toprağa gömülü silahlardan ‘kitap göndermeye’ mi geldik?
Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet)
Sonunda dışarıda muhalif gazeteci bırakmayacaklar. Böylece bir ilk gerçekleşmiş oluyor: Bir gizli örgüt üyesi, yazdığı kitapta bir suç ile üyesi olduğu gizli örgütü ilişkilendiriyor! Kusura bakmayın ama artık bununla çocukları bile kandıramazsınız.
Cüneyt Özdemir (Radikal)
Öyle ya da böyle hukuk devleti temelinde gösterebilirdi. Ama şimdi durum farklı… Bugün gazeteci Nedim’i terörist Nedim diye belki bize sunabilirsiniz. İkna da edebilirsiniz. Kimimiz korkudan, kimimiz içindeki şüpheyle sessiz de kalabilir, ama bu durumu dünyaya anlatamazsınız. Dünyadaki hiçbir gazeteci örgütü, Nedim Şener’in aslında terörist olduğuna inanmaz. 20 yıldır gazeteciyim. Dün ilk kez mesleği bırakmayı düşündüm. Hâlâ da düşünüyorum.
Murat Yetkin (Radikal)
Yayımlanmamış kitabı sorgulamak herhalde Hitler Almanyası’nda, ya da MacCarthy ABD’sinde düşünülebilirdi. Gerçi Şık kitabının taslağını Yalçın’a göndermediğini, oraya birileri tarafından kopyalanmış olabileceğini söylüyor. Ama diyelim ki gönderdi. Bir gazetecinin diğer gazeteciye kitap taslağını gönderip görüş sorması kadar doğal bir şey yoktur.
Ahmet Kekeç (Star)
Nedim Şener’e gelince… Nedim’i tanırım. Arkadaşımdır. Tanıdığım ve “çalışmalarını” bildiğim Nedim Şener’in darbecilerle, antidemokratik çevrelerle, çetelerle, manipülasyon odaklarıyla hiç işi olmadı… Demokrattır, meşruiyetten yanadır… En azından ben öyle biliyorum ve şahadet ediyorum. Gazeteciliğini beğenmeyebilirsiniz, bazı araştırmalarını önyargılı bulabilirsiniz… Üslubundan hoşlaşmayabilirsiniz… İsmi, bilgisi hilafına, birtakım ajandalara da geçmiş olabilir. Ama bu, “terör örgütü üyesi” olduğu anlamına gelmez. Yazıktır… Bühtandır…
Ece Temelkuran (HaberTürk)
Vakit geldi, anlamıyor musunuz, Ahmet’i alıyorlarsa, Nedim’i götürüyorlarsa, denizin sonuna gelindi. Kara göründü hanımlar beyler, kapkara, en kara, zifiri kara göründü. Vakit geldi, nefesinizi uzun yola göre ayarlayın. Artık şaşırmayın, dona kalmayın hayretten. Bundan sonra neler neler olacak. Şaka gibi olacak her şey her seferinde ve her seferinde çok ciddi olacak hepsi. İnsanı güldürecek kadar saçma sorular soracaklar ve güldüğünüzde suratınıza yiyeceksiniz tokadı. Tıpkı darbelerin küçük askerlerinin hep yaptığı gibi. Her faşist her kahkahayı üstüne alınır çünkü. Vakit geldi, toparlayın ağzınızı, ürkütmeyin faşist vakvaklan.
Fehmi Koru (Zaman)
‘Sıfır yanlış’ ile götürmek gerekiyor süreci… Yani, elmalarla armutları birbirine karıştırmadan… Çeteler ve darbecilerin al takke ver külâh ilişkiler içerisinde oldukları ile farklı merakları yüzünden benzer özellikler gösterenleri ayırmayı bilerek… Sürece sahip çıkanları yapılanları savunamayacak hale düşürmeden…
Toplumun hassasiyet duyduğu sinir uçlarına dokunmadan yürütülmezse, bir tek kişi bile ‘yanlışlık’ ile çeteciler ve darbeciler arasına katılırsa, ülkeyi karıştırmayı, kitleleri birbirine düşürmeyi, demokrasiyi inkıtaa uğratmayı doğal karşılayanlarla hesaplaşırken farklı hesaplar da gündeme taşınırsa, süreç başarıya ulaşamaz.
Son bir kaç gündür böyle bir tehlikenin sınırlarında dolaşılıyor. Hâlâ dışarıdaki çete unsurları ve sıranın kendilerine ne zaman geleceği endişesi taşıyan darbeciler ile hemen her kesimdeki işbirlikçilerini sevindiren her şey demokrasi için ‘tehlike’ sayılır.
Aman dikkat…