Samatya Faili ve Giderilmeyen Şüpheler

[ A+ ] /[ A- ]

BASINA VE KAMUOYUNA

Samatya’da 28 Kasım 2012 ile 26 Ocak 2013 tarihleri arasında yaşlı Ermeni kadınlara yönelik, birbirine çok benzer, ağır şiddet içeren saldırılar yaşanmış, mağdurlardan Maritsa Küçük saldırı sonucunda yaşamını kaybetmişti. Olayların ardından emniyetin tüm bu saldırıların faili olarak, ruh sağlığı yerinde olmayan Murat Nazaryan isimli sabıkalı bir Ermeniyi yakaladığını öğrendik.

Polisin, ruh sağlığı bozuk ve sabıkalı bir Ermeniyi Samatya saldırılarının sorumlusu olarak açıklamasının ardından kamuoyunda tersten bir rüzgâr estirilmeye başlandı. Şüphelerin hâlâ giderilmemiş olmasına rağmen, gerek Ermeni halkından bazı kesimlerin gerekse basının olaya yaklaşımında sorunlu noktalar var.

Öncelikle Ermeni halkı içerisindeki bazı kesimlerde dile getirilen ‘kendi kalemize gol attık’ yaklaşımı ve hissiyatından uzaklaşılmalı. Polisin, Maritsa Küçük cinayetinin hemen ardından, ortada hiçbir kanıt, zanlı vs. yokken olayları “münferit” ve “adli vakalar” olarak nitelendirmesi ve kesin yargı belirtmesi başlı başına sorunlu bir yaklaşımdı. Polisin, tekrarlanan benzer olaylar karşısında tüm olasılıkları göz önünde bulundurup, dosya üzerine gizlilik kararı koymadan araştırmasını birçok yönden ilerletmesi gerekirdi. Basına yansıyan görüşler, polisin ırkçı saldırı olasılığını daha soruşturmanın başlangıç aşamasında devre dışı bıraktığını, yani kendi bakış açısına göre olayı çözdüğünü ve bulduğu çözüme uygun kanıt/zanlı arayışına girdiğini göstermekte. 27 Ocak tarihinde Samatya’da, Nor Zartonk’un ve demokrasi güçlerinin katılımıyla gerçekleşen eylem, hedeflendiği üzere gerekli kamuoyu baskısını oluşturmuş ve polisin çalışmalarına hız kazandırmıştır. Bugün gelinen noktada araştırmaların polis tarafından ne yönde ilerletildiği ise tam bir muamma halini almıştır.

İlk olaydan son olaya kadar geçen bir buçuk aylık süreçte, soruşturmalarda elle tutulur bir ilerleme kaydedilemediği gibi benzer vakaların tekrarlanmış olması tedirginliği arttırmıştır. Polisin kamuoyunu bilgilendirmemesi ve benzer olayların yaşanmaması için yeterli tedbir almaması bir yana, olayları münferit olarak nitelemesi akıllardaki soru işaretlerini arttırmıştır. Bu saldırılar; az çok tarih bilgisi ile yorumlandığında şaşırılacak ve belki de ironik bir şekilde sevinilecek olan, saldırıların ırkçı bir saikle işlenmemiş olmasıdır. Bu noktada kamuoyunun olayları kendince yorumlaması ve saldırılara karşı tepki göstermesi kadar doğal ve elzem bir durum olamaz. Saldırılar sürerken ve kayda değer hiçbir gelişme yokken; Maritsa Küçük cinayetinin unutulmaya yüz tuttuğu günlerde Sultan Aykar’a yapılan saldırı sonrasında gösterilen bu tepkinin aceleci olduğu iddia edilemez. Nihayetinde yapılan eylemler nefret suçlarına karşı organize edilmiş olup, kamuoyunun ilgisini Samatya’ya çekmeyi başarmıştır. Eylemden sonra saldırıların öyle ya da böyle (Samatya’da polisiye tedbirler artmış olabilir, saldırılar organize ise tepki karşısında geri adım attırılmış olabilir, eğer, katil zanlı Murat Nazaryan ise ona da geri adım attırmış olabilir) son bulmuş olması da eylemin amacına ulaşmış olduğunun bir kanıtıdır. O günkü bilgiler ve polisin olaylara yaklaşım tarzı karşısında yapılan eylemin eleştirilebilecek hiçbir haklı tarafı yoktur.

Geldiğimiz noktada olaylar dinmiş olsa da, kafalarda cevaplanmayı bekleyen aşağıdaki sorular kalmıştır:

  1. Polis, hangi bilgiler ışığında saldırıları ilk günden itibaren “adli vaka” olarak yorumladı?
  2. Polis, ilk saldırıdan sonra, saldırılar tekrarlandığı halde neden gerekli önlemleri almadı?
  3. Eğer olaylar adli birer vaka idiyse polis neden Maritsa Küçük cinayetinden sonra aileye “basın dâhil hiçbir yere bilgi vermeyin” diye telkinde bulundu? Polis, bu tarz telkinleri her cinayet vakasından sonra yapma ihtiyacı duyar mı?
  4. Maritsa Küçük cinayetinin ardından neden soruşturma dosyası üzerine gizlilik kararı alındı ve fail tutuklanmış olmasına rağmen bu karar hâlâ kaldırılmadı?
  5. Basına sızdırılan bu görüntüdeki kişi (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22685826.asp) ile fail olarak yakalanan Murat Nazaryan aynı kişi mi? Eğer değilse bu kişi kimdir ve nerededir? Hakkında ne gibi bir işlem yürütülmektedir?
  6. 6 Ocak günü arabayla kaçırılmaya çalışılan yaşlı kadın, kaçırılma girişiminde bir araba kullanıldığını ve üç kişinin kendisini kaçırmaya çalıştığını belirtmiştir. Murat Nazaryan araba kullanabilecek durumda mı? Bahsedilen diğer iki kişi kimdir ve nerededir?
  7. Sultan Aykar’a gerçekleşen saldırı sonrasında, görgü tanıkları tarafından kar maskeli bir saldırgan ve iki gözlemcinin olduğu söylendi. Kar maskeli saldırgan Murat Nazaryan mıdır? Eğer öyle ise diğer iki kişinin kim olduğu araştırılmakta mıdır?
  8. Maritsa Küçük’ün evinin yanındaki dükkâna girip “öldüren bendim” yazan kişi Murat Nazaryan mıdır? Değilse bu kişi kimdir?
  9. Taşlanan Rum kilisesi hakkında bir soruşturma açıldı mı?

Soruları çoğaltmak ve derinleştirmek mümkün. Oluşan kamuoyu baskısı karşısında tepkileri sönümlemek amacıyla artık alıştığımız bir teknik olarak cinayet vakası psikolojik sorunları olan insanlara yıkılıp, geri kalan meseleler de vaka-i adiyeden sayılıp konu kapatılmak isteniyor. Görünen şimdilik bu, ama yukarıdaki soruların cevabı verilmeden saldırılar bizim gözümüzde aydınlatılmış sayılmayacak.

Tüm bu süreçler boyunca ana akım medya da polis kaynaklı haberleri hiçbir sorgulama ve araştırma filtresinden geçirmeden ‘gerektiği’ gibi servis ederek kendilerine biçilen görevi eksiksiz yerine getirmiştir. Bu haberler tamamen milliyetçi bir bakış açısıyla Türk-Ermeni karşıtlığı üzerinden kurgulanmış olup, Murat Nazaryan’a karakol çıkışı sorulan “Vatandaşlarınıza neden saldırdınız?” sorusu ile taçlandırılmıştır. Oysa yapılan eylemde hiçbir şekilde millyetçi bir yaklaşım sergilenmemiş olup aksine bir arada yaşayabilmek için nefret suçlarına karşı dayanışma çağrısı yapılmış, ırkçılık, milliyetçilik ve kadına karşı şiddet eleştirilmiştir. Bu tarz eylemler nefret ideolojilerinin devlet eliyle beslenmediği ülkelerde üst düzey devlet görevlilerinin, kanaat önderlerinin ve siyasetçilerin yoğun olarak katıldığı dayanışma eylemleridir. Bu tarz eylemler, toplumsal barışın, huzurun ve tarihle yüzleşmenin gerçekleşebilmesi açısından kilit önemdedir. Halkların Demokratik Kongresi milletvekillerinin ön saflarda yer alması bir arada yaşam umudu açısından sembolik ve önemli bir tavırdır. Eylemin en önemli noktası ise Samatya halkının göstermiş olduğu ilgi ve katılımdır ki eylemi başarılı kılan da budur. Bu eylemle ilgili eleştirilebilecek bir nokta varsa o da neden daha önce yaşanan benzer olaylar, linç girişimleri vb. karşısında aynı şekilde kitlesel tepkiler organize edilememiş olmasıdır.

Türkiye kamuoyu ve Ermeni halkı Samatya olayları hakkındaki soruşturmanın derhal şeffaflaşmasını ve derinleştirilmesini beklemektedir!

Türkiyeli Ermeniler artık toplumsal dayanışma çerçevesinde bir arada hareket etmelidir. Toplumsal dayanışmanın eksikliği Hrant Dink, Toros Batak ve daha nicesinin aramızdan alınmasına sebep oldu. Yine benzer sebeplerle Sevag Balıkçı’nın ailesi bugün adalet arayışını tek başına sürdürüyor. Oysa sessiz kalmak Ermeni halkının sorunlarına çözüm sağlamadı, sağlamıyor sadece ırkçıları cesaretlendiriyor!

Irkçılık, ayrımcılık ve asimilasyon sadece Türkiyeli Ermenilerin sorunu olmadığı gibi bu sorunlarla baş etmenin başlıca yolu; Türkiyeli Ermeniler ve kardeş halklar arasındaki dayanışma ve birlikte mücadele bağlarını kuvvetlendirmektir. Yüksek sesle ‘Artık yeter!’ demek ve Ermeni halkı içerisinde dayanışma kültürünü oluşturmak, sesimizi duyurmanın ve sorunları çözmenin tek yoludur!

NOR ZARTONK / ՆՈՐ ԶԱՐԹՕՆՔ