100 yıl önce… 100 yıl sonra…

[ A+ ] /[ A- ]

Ararat Sayatian
Umut Dergi

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.
(Türk Atasözü)

Türkiyedeki sol(sosyalist) hareket son çeyrek yüzyılda giderek güçsüzleşti. Bu kısa yazıda 100 yıl önceki sol hareketlere değinerek 100 yıl öncesi ve sonrası arasında paralelliklere ve zıtlıklara bakacağız.

Türkiyedeki sol(sosyalist) hareketin başlaması bundan bir asır önceleri buluyor. O dönemde genelde burjuva azınlık ailelerinin çocuklarını yurtdışına –Özellikle Fransa- göndermeleri, bu insanların dönemin Milliyetçi ve Sosyalist hareketlerinin görmeleri ve alternatif Dünya tahayüllerini geri döndüklerinde Osmanlı coğrafyasında uygulamaya başlamaları; birçok farklı ulus, köylü ve işçi üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Yaşadığımız coğrafyadaki ilk 1 Mayıs’ın 1905 yılında İzmir’de yapılması ve buna birçok farklı ulusun katılması donemin enternasyonalist ruhunu göstermektedir. İlk 1 Mayıs’tan sonra:

‘’… 1 Mayıs, II. Meşrutiyet’in ilanından bir yıl sonra, 1909’da Üsküp’te Bulgar, Sırp ve Türk işçilerin katılımıyla kutlandı. 1910’da 1 Mayıs, Selanik ve başta birkaç Rumeli şehrinde kutlandı. 1911’de ise, Üsküp, Selanik, İstanbul, Edirne ve Trakya şehirlerinde kutlandı. Selanik’teki gösteriye 14’ten fazla sendika, Yahudi, Bulgar, Yunanlı ve Türk işçiler katıldı. Yük arabası sürücüleri, mavnacılar, liman ve yükleme-boşaltma işçileri iş bıraktı. 1912 yıllarında 1 Mayıs daha geniş katılımlarla kutlandı. 1920, 1921, 1922 ve 1924 yıllarında İstanbul ve değişik bölgelerimizde de 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.’’[1]

Bir asır öncesi olan bu enternasyonalist ruh maalesef Cumhuriyet kurulduktan sonra, ulus devlet oluşturma politikaları ve paranoyaları nedeniyle, gösterilememiştir. Özellikle azınlıklar, Türkiye’de uzun yıllardır yaşayan kadim halklar olarak tarihsel süreçte yaşanan faşizan uygulamalar karşısında Türkiye solunu yanlarında bulamamışlardır. Bu yalnız kalış, ulus devlet paranoyalarının Türkiye’deki sol hareketin bilinçaltına (fark ederek ya da fark etmeden) işlenmesiyle oluşmuştur. Bunu Türkiye Sol Tarihine bakınca daha da iyi anlamakta ve olayın farklı bir açısını da görmekteyiz.

Türkiye Sol Tarihinin Mustafa Suphi’ler ile başlaması –ki Türkiye Sol Tarihi anlatan hemen hemen tüm kitaplar Mustafa Suphi ile başlar- 12 Eylül 1980 darbesi sonrası oluşan durumu tahlil edememesi ile bir bakıma doğru orantılıdır. Yüz yıl önce azınlıkların önderlik ettiği sol hareketlerin İttihatçıların çabasıyla halktan koparılıp, radikalleştirilip, devlet düşmanı haline getirilmesi ve dönemin sol harketlerinin sürekli olarak dış mihrakların eseri / kışkırtmaları olarak görülmesi sanırım günümüz Türkiye’sindeki sol hareketler için gayet manidardır. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi Moskof uşağı, dış mihrakların eseri olarak görülen, darbe sonrası da radikalleştirilip, kadroları iyice daralan ve halktan kopan Türkiye sol hareketi, darbenin etkisi ve konjonktürel politikaların olumsuzluğunun yanı sıra yüz yıl önceki sol hareketleri içselleştirmemesi nedeniyle de güçsüz durumdadır.

Tekrar tarihin tozlu yapraklarına dönecek olursak, Taşnaksutyun Partisi’nin adını duyunca tüyleri ürperen, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) adının duyunca gururlanan Türkiye’deki sol maalesef 100 yıl önce Türkiye’de yürütülen sınıfsız toplumu hedefleyen mücadelesinde Taşnakların rolünü bilmemekte. 1908 yılında Taşnakların yayımladıkları bir bildiriyi de inceleyince bu rol ortaya çıkmaktadır:

“Biz’ derken Taşnak ya da diğer Ermeni devrimci partilerini değil, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan ve müstebit hükümetin yıkıcılığına, yağmacılığına ve baskıcılığına uğrayan herkesi, bütün Osmanlıları, yani bütün Türkleri, Ermenileri, Arnavutları, Arapları, Rumları, Süryanileri kastettiğimiz anlaşılmalı. (…) Yoksulları soyanların hepsi, özgürlük ve eşitliğe karşı koyanlar, ister Ermeni olsunlar, ister Türk, Arap, Süryani, Arnavut ya da Rum, bizim hasmımız ve düşmanlarımızdır, öyle de kalacaklardır. (…) Biz özgürlüğüz, bilgiyiz, eşitliğiz, yasayız. (…). Biz işçileriz, biz ülkemizin lanetlileriyiz, alevleri yükseltenleriz, ülkemizdeki yenilikçileriz biz.” [2]

Kafamızı haritada biraz daha batıya, Rumeli’ye doğru çevirdiğimizde Rumların, Bulgarların, Makedonların ve Yahudilerin Sosyalist hareketlerini görmeden edemeyiz. Özellikle Yahudilerin ağırlıkta olduğu Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’na bir parantez açmalıyız. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu döneminin en güçlü örgütlülüklerinden biri olup içinde birçok farklılığı da barındırmaktaydı:

‘’Osmanlı imparatorluğundaki sanayileşme sürecine bağlı olarak çağdaş anlamda işçi sınıfı ve örgütleri de geç ortaya çıkmıştır. 1894 yılında kurulmuş olan ve hemen kapatılan Osmanlı Amele Cemiyeti (içinde birçok Rum da vardı) hariç tutulursa, Osmanlı topraklarında sendikal örgütlenme 1908 yılı grevleri ile başlamış, Selanik ve İstanbul gibi işçi sınıfının sayıca gelişmiş ve etkin olduğu yerlerde siyaset ile ilişki kurmuştur. Özellikle Selanik’te başlayan sosyalist hareket ile bağ kurma çabaları kayda değer gelişmeler göstermiştir. İmparatorluğun bu “özgürlükler şehrinde” sanayileşme sürecine bağlı olarak sınıfsal kristalizasyonun belirgin olarak ortaya çıkışı, işçi hareketleri açısından bir hareketliliğe de yol açmıştır. İşçi hareketleri, sosyalist hareket ile bağ kurmaya başlamış, sınıfsal temelde talepleri ön plana çıkaran Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun kuruluşu ile sonuçlanmıştır. Her milliyetten işçiyi kapsayan bu sendikal örgütün en önemli özelliği ise İmparatorluğun en siyasallaşmış işçi örgütü olması idi. Balkan savaşları ve ulusal kurtuluş mücadeleleri sonucunda İmparatorluk sınırları dışında kalan bu örgüt Cumhuriyet Türkiye’sine sendikacılık ve siyaset ilişkisi açısından bir mirasın ve deneyimin de devredilmesine yol açamamıştır.’’ [3]

Bu bilgiler ışığında; günümüzde Evrensellik kavramı “benimseyen” Türkiye solu, Anadolu ve Rumeli’deki 100 yıl önceki sol hareketleri içselleştirmeden evrenselliği nasıl benimseyecek sorusu, bilinçaltlarında olan bazı paranoyalar yüzünden, yanıtını bulmakta zorlanmaktadır. Bu bilinçaltına kazınan paranoyalar silinmedikçe farklılıklara yapılan birçok haksızlık da sessizce izlenmeye devam edilecektir.

Burada sanırım Ayşe Günaysu’nun Ermeni Devrimci Tarihinin anlattığı yazıdan da bir alıntı yapıp hümanizmin romantizmine kapılmadan, tarihteki esas çelişkileri realist bir açıdan görerek daha enternasyonalist sol hareketler yaratma gereğine işaret etmeliyiz. Yükseltilmiş ırkçılık karşısında eğer bir daha insanlar öldükten sonra ‘‘Hepimiz Hristiyanız’’, ‘’Hepimiz Hrant’ız’’ demek istemiyorsak buna mecburuz…

‘’…Taşnaklar, Hınçaklar, Dikran Zaven’ler, bundan neredeyse bir asır önce böyle sağlam sınıfsal tahliller yapadursun, onları iflah olmaz ütopikler, ayağı yere basmayan romantikler olarak gören, Türkler ve Kürtlerin Ermenilerle kardeşliğinin hayâl olduğunu, İttihatçıların birlik ve beraberlik sözlerine kanmanın büyük bir gaflet olduğunu iddia eden Ermeni devrimciler de vardı. (Antranik Çelebyan, Antranik Paşa, Pêrî Yayınları, İstanbul, 2003). Gerçek şu ki tarih, Taşnakların ve diğer sosyalistlerin “milliyetçi”likle suçladığı bu kesimleri haklı çıkardı ve birkaç yıl sonra Anadolu, en eski halkları Ermenilerden, onlarla birlikte Rumlar ve Süryaniler başta olmak üzere diğer Hıristiyan nüfustan, “kardeş halkların” elbirliğiyle temizlendi.’’ [4]

[1] (http://www.belediyeis.org.tr/belediyeis/arastirma/arastirmalar/1_mayis_tarihi.html)

[2] (Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik, Derleyenler Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, İletişim Yayınları)

[3] (Yüksel Akkaya, 1991).

[4] (Ayşe Günaysu / Tükenmez Dergisi)