6-7 Eylül 1955 Bir Koca Yara!

[ A+ ] /[ A- ]

Misak TUNÇBOYACI

“Gittiler, dediler dönecek, gelmediler/ Sokaklar boş, kapıları kapalı gittiler/ Görecekler, söyleyeceğim dönecekler” Süryanice ağıttan..

Mustafa ve Övül Avkıran’ın 5. Sokak Tiyatrosu 2004 yılında hafızaları tazelemek, unuttuğumuzun aslında ne olduğunu hatırlatmak için, ağıdın da sevincin de ortaklığına dair tam da basın duyurularında açıklandığı şekliyle; – bu ülkenin mozaik değil de bir aşure olduğunu anlatmak için soluklaşan, silikleştirilen tarifi ise çoktan yok edilen o halkların arta kalanlarından derledikleri bir oyunu sergilediler. Nağmeleri ve sözleriyle bu ülkeyi bize anlattılar yine, yeniden. Bir oyun içerisinde belki binlerce kelamla anlatılabilecek hikayeleri tam da oyunun ismiyle bağdaştırıp ‘Ashura’ çatısı altında denkleştirdiler. Bir ettiler. Her anlatılamayan, her saklı tutulan, her kıyıda köşede unutulur hale getirilenden her ne kaldıysa birer ikişer duyurmaya, avaz haline dönüştürmeye çalıştılar. Bir sözlü tarih çalışması.

Yıllar sonra ancak bir gazete haberine konu edilmesiyle öğrenebildiğimiz şekliyle 1’ler (Rumlar), 2’ler (Ermeniler), 3’ler (Yahudiler), 4’ler (Süryaniler) ve 5’ler (Diğerleri) olarak kodlananlar için bu ülkede yaşayabilmek her dem kimin yanında, nasıl da ses çıkartmadığınıza, istisnasız her şeye onay verdiğinizde mümkün olduğunun sınırları çizilirken böylesi çabalar bir çok şeyi hatırlatmaktaydı bir kere daha. Elbette son kez değil. İstisnasız bir biçimde ötekisi olan o alana sıkıştırılanların, öyle belletilenlerin de ülkesinin hali pür meali karşımızdaydı işte.

Hayat bahsi ise hiç te öyle sanıldığı gibi, kendiliğinden gelişen, kendi rutinini kotaran bir mevzuu değildir hemen hiç öylesi için zemin konulmamıştır. Her Allah’ın günü düşman-ayrılıkçı-mihrak-fail-katil olarak belletilmeye çalışılan deyim yerindeyse bir avuçtan az kalmış olmalarına rağmen, nüfüsun ekseriyetine her an bir fenalık eyleyebilecekleri zikredilip kırk bir kere söyleyip de olmayınca bir daha bir kez daha avaza koşturulan, resmi propagandanın elinin altında tuttuğu ve daima hedefine yerleştirilenlerdir bu ülkede o aşurenin narı, kayısısı fasulyesi, nohutu, buğdayı veya gül suyu. İlla ki kod mu lazımdır allasen!.

Devletin en iyi bildiği nefreti somutlaştırıp kalıcılaştırmak adına yapıp ettiği her dem bu pişmiş olan aşa su katmaktır. Su katılacaktır sessiz ve derinden, çoğu zaman da sinsice. Çizgi filmlerden, ders kitaplarına, bolca lafazanlığın ev sahibi romanlardan, hiç bir şey sunmayan manşetlerin atıldığı gazetelere ve bihaber kalmanın tam karşılığı olan bültenler ile donatılmış televizyonlara kadar bir dolu araç hep bu odak için çalışmaktadır. Süreğenliğe kavuşturulansa ırkçılıktır. Her çalışma, her biçimlendirme bu fecaatin kalılıcaştırılması adınadır. Öyle münferit falan da değildir 1894-96 yılları arasında yüz binlerce Ermeni’nin kıyımı gerçekleştirilmiştir. Hamidiye Alayları aracılığıyla Erzurum’da, Diyarbakır’da, Sason’da..

Bu cinayetleri 1909 yılında Adana katliamı takip eder. Katil kendini göstermeye, bildiğini eylemeye aralıksız devam edecektir. Büyük Felaket’e-Seyfo’ya ise ramak vardır. 1915 yılından itibaren ise Anadolu’nun başta Ermeni halkı olmak üzere, Süryaniler, Nasturiler, Keldaniler, Pontuslar’dan arındırılması çabası felaketi çoktan bu toprakların ayrışmazı haline dönüştürmüştür. Tehcir diye duyurulurken dünyaya, küçük kıyametler birbirine eklenmekte sürgün bahsi dönüşe dönüşe İttihat ve Terakki’nin çabalarıyla, hemen hiç aralıksız fişteklemeleriyle soykırıma evrilmektedir. Nihai olan sona ve tükenişe. Ah Anadolu! Aşure’nin tadı da tuzu da basbayağı kaçmaktadır, acı ise artık baskın olandır.

Ulus devlet yolunda ilerlemenin kuralları arasında yukarıda saydıklarımızın paralelinde ülkenin mutlak tektipleştirilmesi tek dil, tek din ve tek bayrak gibi modern zamanlarda da sıklıkla zikredilen olgular katara eklenecek iki adımda ya da her bir kaç senede bir kez daha artık yok olmaya bayağı yüz tutan aşurenin kalanlarına daha da fenasını eyleyebilmenin yolları arşınlanacaktır. 1914’den 1919 yılına kadarki zaman diliminde Rumların kıyameti her şekilde katl ve tehcirleri gerçekleştirilecektir. Biraz daha eksiliriz böylelikle. 1934’de Trakya Pogromu dahilinde Yahudilere karşı gerçekleştirilen şiddet eylemleri ve sürülme çabasının başka tezahürleri devreye konulur. Tehcir yinelenirken, tehdit ve hakaretler bir yandan can kaygısı diğer yandan bu korku, kıyamet ateşinin harı sürekli canlı tutulacaktır.

Cumhuriyet’in temellerinin atılmasının üzerinden çok uzun boylu zaman geçmeden Dersim katliamı eylenecektir. Kürd ve Kızılbaşların yanında Ezidiler’de bu kıyam ile felaketlerini yaşayacaklardır. Yaşamın ortaklaştırılması, bir aradalık, milleti sadıkalık, her şey ve hepsi birer ikişer tahrif edilecektir. Devlet eliyle kotarılan, sonuçları ve sorguları sürekli yarım yamalak havada bırakılan adlarını kısaca andığımız soykırımların yanında bir de Yirmi Kur’a İhtiyatlar Olayı, Varlık Vergisi gibi yöntemler keşfedilecektir!. Her yöntem eskisinden daha az şiddet ihtiva edermiş görünse de bir sonraki hamle hep daha fazla yok etmek, sindirmek, göz dağı vermek ve cabasıdır. Her adımda istatistiki olarak azınlık bilinenlerin kendi yurtlarında azalmalarıdır beklentilenen, çabası hiç azaltılmayan. Hemen hiç eksik konulmayan.

Bu evrelerden bir başkası ise 1955 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik buhran içerisinde bulunan Demokrat Parti iktidarı döneminde gerçekleşen 6-7 Eylül olaylarıdır. Rumlar başta olmak üzere, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler vd. halklardan geriye kalanların, kılıç artıklarının da ağızlarının paylarını almaları için bir trajedi daha sahnelenecektir. Ülkenin asıl kimlerin olduğunu köşesindeki logosu ile duyuran gazete yine hassasiyetleri ite kaka değil, bile isteye kaşıyan manşetlerin altında imzası bulunandır. Rumların Kıbrıs’a el altından yardım gönderdiklerine dair fısıltılardan beslenerek kotarılan mizansen haberler birbiri ardına gazetenin manşetine taşınır. Esas argüman ise 6 Eylül günü İstanbul Ekspres Gazetesi’nde yayınlanan “Atamızın Evi Bomba İle Hasara Uğradı” başlığıyla duyurulacak habere kadar sürecek, daimi olarak kinin, ırkçılığın en nihayetinde bir felaketi her türlü teşviğin devlet elinden kotarıldığı bir felaketin hazırlıkları gerçekleştirilecektir.

1955 yılının 6 Eylül’ünde insanlık sınavlarımızdan bir diğeri ile karşı karşıyayızdır ülke olarak. Bombalama haberinin satır arasında, Kıbrıs Türktür Derneği Genel Sekreteri olan gazeteci Kamil Önal “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz.” demeciyle artık anlık tepkime diye duyurulanlar artık alenen hedef göstermeye lince, yağmaya ve ölümün korkunç yüzünün bir kere daha insanları bulmasına aracı eylenecektir. İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın Devlet Bakanı Mükerrem Sanıl’un İstanbul yakılıp yıkılıyor ve siz makamınızda oturuyorsunuz bu bir milli felakettir sözlerine hayır bu bir felaket değil bir milli isyan, gençliğin milli kıyamıdır cümlesi kayıtlara düşülecektir. Devlet sözünü geçirdiği her kim varsa onun bu milli kıyama dahil olması, engellemek isteyenleri ise susturma yolunu tercih etmiştir bir kez daha. Sonuç mu..

İstanbul’un orta yeri Tatavla’sından, Taksim’ine, Samatya’sından, Bakırköy ve Yedikule’sine Adalar’ın hemen hepsinde hedef göstermelerin, had bildirimlerinin her nerelerden türetildiğinin ve neticesinin nasıl büyük bir vandalizm olduğunun aynalayacısı olacaktır. O zamandan çok önce tecrübe ile sabittir de, azınlık da olsa insanların yaşadığı yerde bu kadar fenalık eyleyebilecek olarak tanımlandırılmasının, aralıksız bir biçimde sınanmasının yükü altında kalakalmasının bir başka acı tecrübesi yinelenecektir. Hemen her yerde gayrimüslüm olan, ona ait ne varsa elden geçirilecek, yakılacak ve yıkılacak, tehditlerin biri bitmeden bir başkası gerçeğe dönüştürülecektir.

6-7 Eylül pogromunda yitirilenler çeşitli kaynaklara göre 11 ile 15 candır. 200 civarında kadına tecavüz edilmiştir. Mabetler, iş yerleri, evler ve dahası hep daha fazlasıne el konulmuş ve imha edilmiştir. Gel gelelim kimilerine göreyse vatan yine temizlenmiştir. Namusu kurtarılmıştır. Bir kentin neredeyse tüm azınlıklarına, onlara el veren dostlarına karşı bu şiddet pratiğinin tekrar edilmesi, hatırlatılmasıdır söz konusu edilmesi gerekli olan her zaman. Güvercin tedirginliği oysa tek bir can kaybında bile kendini hatırlatacaktır. Unutturmayacaktır.

Yok edilen kültürler silikleştirilen resim kareleriyle beraber 6-7 Eylül pogromu bu ülkenin aşuresinin tadının kaçtığının en belirgin kanıtlayıcılarındandır. Kıyamlar, sınanışların kıyısında mal ve mülkten ve hatta candan olmak bile değildir yüreğe oturan, yarayı taze tutan aynı zamanda “hayat”ın pamuk ipliğine bağlı kalmasının devamlılığıdır. İnadıdır. Dış kapının dış mandalı olarak anılmak hiç ama hiçbir zaman bu ülkede halkların kardeşliğinin mümkün olmayacağı savına sahip çıkılması gayretidir düşündürücülüğünü koruyan. Hiç te öyle sanıldığı gibi bir mozaik ya da medeniyetler beşiği şatafatına gerek duyulmaksızın kendiliğinden bir gökkuşağı oluşturmasının bu halkların savına karşı setlerin çekilmesindendir yara ve acının az ötesi.

Ülkenin ne varsayıldığı gibi işgal edileceği, yenilen her dilim ekmeğe ihanet edenlerden olmadığını o azınlıkların idrak ettirebilmek ve bunu anlatabilmek 58 yıl sonrasında bile halen deneyimlenmesi gereken yüklenişimiz ve sorumluluğumuzdur. Doğru sanılan nice yanlışlar demeti ilave edilebilecektir. 6-7 Eylül’de sirayet edenlerin, sözünü iliştirdiklerimize şimdiki zamanda baktığımızda ise “Ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne afedersiniz Rumluğumuz kaldı” sözlerinin sahibini görebilmek mümkündür. Milli kıyamı! gerçekleştirmiş olan nesilin arkasından gelenler, bugün ülkeyi yönetenlerin sözlerine bile sirayet eden bir bakışla günümüze taşınmıştır.

Bir türlü aşılamayan bir türlü ötesine ulaşılamayan bir türlü tam ve eksiksiz olarak biçimlendirilemeyen bir olgunun kendisidir bu ülkede bir başkası ya da öteki olmak. Bunun idrakında, bunun bilincinde bunun gölgesinde hayata tutunabilmek ve yaşamak. Süryani ağıdının ortasında bahsi açıldığı gibi yüzleşeceğiz!. Hep geride kaldığı ve aşıldığı söylenen kıyametlerimizle yüzleşmeliyiz. Aydınlatılması bir yana iyice karartılan, bir şeyleri söyleriz ortalık karışır bu ülkede sözünün mahkeme tutanaklarında göründüğü bir yerde pogromun arkasını sorgulamak ve ısrarcıl olmaktır elzem. Hep birlikte, eşit, adil, özgür bir yurt tahayyülü derdindeysek şimdi şu an. Geçmiş ardımızda bırakamayacağımız kadar ağır tahribatları yolumuza çıkartırken düşünelim, o aşurenin hesabı ne olacak! Yitirilen tat ve doku, kaybedilen ve unutturulan her öğesiyle bir ülke daha nasıl kör ve topal eylenebilir ki.. 6-7 Eylül pogromunu da tıpkı öncesi ve ardılı olanlar gibi daha nicesiyle daha hangi felaketlerdir karşılaşılacak olan.. Sesli düşünelim.. şimdi ve şu an.