İbaret

[ A+ ] /[ A- ]

Karin KARAKAŞLI
Radikal İki

Bir kere de asıl yürek isteyene adanmazsak hep birlikte, daha çok klonlanmış acı, daha çok dış aktör, daha çok kirli savaş ve bezgin bakışlı çocuk bizi bekliyor demektir. Çocukların gözleri aşkına, başka türlüsünü deneyelim.

Hayatın doğasında değişim var. Acılar yaşarız ama birbirinden değişik biçim ve oranlarda, farklı bağlamlarda ortaya çıkan, her seferinde kendimiz dair yeni şeyler öğreten acılardır bunlar. Acı sürekli tıpkısının aynısı olarak yaşandığında, yaşatıldığında adı zulüm olur ve hayat durur.

BDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği ‘Özgürlük İçin Demokratik Direniş’ mitingde yaşananlar işte bundan ibaret.

Sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarının hortladığı, gaz bombalarının, tazyikli su ve copların ama en çok da öfke ve nefretin havalarda uçuştuğu o mükerrer tablo. Son 30 yıllık dönemde kimbilir benzeri kaç yazı yazıldı, kaç bildiri, kaç imza, kaç girişim örgütlendi… Heyetler, temaslar, umutlar ve hüsran. Son geldiğimiz noktada, bir daha yaşanmaması için mücadele verilen bir kirli dönemde eşini faili meçhule kurban veren Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, ayağını kıran gaz bombası sonucu hastanede. Vali, “Belki ayağına taş isabet etti” diyebiliyor. Buldan da yaşanan kadar sade ve çıplak gerçeği gösteriyor hepimize: “Ayağımda kimyasal yanık izi var. Fotoğrafını çekip sayın Vali’ye gönderebilirim. Ayağımda mührü var.”

Beyhude çabalar

Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm oruçlarının başladığı tarih olması açısından özel öneme sahip 14 Temmuz’da kitlenin gücü olan bir partiyi kendi halkıyla ne pahasına olursa olsun buluşturmayan zihniyet, Sivas Valiliği’nin şikâyeti üzerine bu yıl 19.’su gerçekleştirilen 2 Temmuz katliamı anma komitesi hakkında 2911 Sayılı Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefetten soruşturma açmaktan da çekinmedi. Komite başkan ve üyeleri ifade verdiler. Ama kimse canları yanmış, yüreği tutuşmuş insanlara tecelli ettirilmeyen adaletin hesabını vermedi. Diyarbakır savaş alanına dönmüşken minicik haberlerle izinsiz gösteri nedeniyle arbede yaşandığını söylemekle yetinebilen kimi gazeteler de bu suskunlukların ve popülist kışkırtmaların nelere mal olduğuyla hiç ödeştirilmedi.

O yüzden benim gözümde yargısından basına, basınından siyasete koca bir Bermuda Şeytan Üçgeni’nin eseridir bunca mükerrer acı. Her ne kadar Büşra Ersanlı başta olmak üzere 16 sanığın KCK ana davasından tahliye edilmeleri, kapı aralığından küçük bir esinti yaratmışsa da, o kapının gerisinde akıl almaz suçlamalarla tutulanların varlığı, boğuculukta Temmuz sıcaklarıyla yarışıyor. Kürt hareketine dair sözü olanlar içerdeyken İçişleri Bakanı seçilmiş milletvekilleri için “zavallı” diyebiliyor. Başbakan onca olaydan sonra “Bunlar Kürt kardeşimin menfaatlerini düşünenler değil, geleceğini tehlikeye atanlardır” görüşünde. Bunca yaşanmış deneyimden sonra Kürt hareketini içerden bölme gayretlerinin beyhudeliğini, tehdit ve baskıların sebebiyet verdiği bumerang etkisinin öğrenilmiş olmasını bekliyor insan. Yeni bir hata yapın da bari en azından orijinal olsun, demek istiyor insan. Çünkü öbür türlüsü hayatın akışına aykırı.

Klonlanmış acı

“Dün devletin burada çıplak zorundan, copundan, panzerinden başka hiçbir şeyi yoktu. Elinde sadece panzeri, copu, şiddeti kalan bir devlet meşruiyetini yitirmiştir” dedi BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş. Mitingde eşbaşkan Gültan Kışanak’ın polis tarafından yerlerde sürüklendiğini görmüştü. Müdahale edince tazyikli su ve gaz bombası yemişti. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, göğsüne isabet eden coplarla hastanelik olmuştu. Milletvekilleri Ayla Akat Ata ve Mülkiye Birtane yaralıydı. Hepimizin geleceği de asıl bu isyan duygusu yaratan, utandıran tablo yüzünden tehdit altındaydı.

Birkaç gün önce izlediğim bir filmde, sevdiği adamı trafik kazasında yitiren genç kadın klonlama yöntemiyle bir çocuk doğurmaya karar verdi. Ama doğan çocuk, kendisi değil, ölmüş bir insanın sureti de olduğundan hayat umulduğu gibi gitmedi. Dışlandılar, kadın oğlunun, adım adım sevdiği adama dönüşmesini ve başka kadınlara âşık olmasını izledi. Kaybetmekse, hayatın doğal akışına müdahale mümkün olmadığından mükerrer acıyla yeniden kaybedecekti.

Ülkemizdeki hali de işte bu cinsten klonlanmış bir acı olarak görüyorum. Kâğıtlar yeni bir el için yeniden karılıyor ve aynı şeyler bir kez daha yaşanıyor. O zaman da sanki yaşarken ölü oluyoruz. Çünkü hayat bütün olanaklarının denemesini ister.

Cengiz Çandar, tıka basa bilgi dolu yazısında Suriyeli Kürt örgütlerin, Erbil’de Mesud Barzani’nin himayesindeki birleşmelerini ele almıştı. Suriye Kürtleri’nin, Beşar Esad sonrasının Suriyesi’nde ‘Özerk Kürdistan’ hazırlığına şimdiden başladıklarını ve bir anlamda, Mesud Barzani ile Murat Karayılan arasında Suriye Kürtleri için anlaşmaya varılmış olduğunu anlatan Çandar, arka arkaya sorduğu çarpıcı soruları, cevabı kendi içinde saklı bir sonla şöyle noktalıyordu:

“Suriye Kürtleri için PKK ile uzlaşan Mesud Barzani, Ankara hükümeti adına PKK’nın üstesinden nasıl gelecek, niçin gelecek?.. Tayyip Erdoğan ile Mesud Barzani’nin arasından su sızmazken, Suriye’de Kürtler, Türkiye’nin yakın dostu Mesud Barzani’yi takip ederek, PYD’li bir ‘özerk bölge’ kurmaya kalkışırlarsa AK Parti hükümeti ne yapacak? Suriye Kürt bölgeleri, Türkiye sınırına bitişik olduğuna göre, Suriye topraklarına, Başşar’a karşı göndermediği askeri mi gönderecek? Gönderse bile, PKK’nın Türkiye ’deki silahlı mücadelesi bitmediğine göre, bunun ‘cephenin genişlemesi’nden nasıl bir farkı olacak? Dördüncü soru ise şöyle: Bütün bu soruların sorulmasına gerek bıraktırmayacak bir ‘Türkiye-Kürt uzlaşması’ mümkün değil mi?”

Her şey bu soru bile olmayan soruya verilecek yanıttan ibaret aslında. Bir kere de asıl yürek isteyene adanmazsak hep birlikte, daha çok klonlanmış acı, daha çok dış aktör, daha çok kirli savaş ve bezgin bakışlı çocuk bizi bekliyor demektir. Çocukların gözleri aşkına başka türlüsünü deneyelim. Hayat yeni tercihlerden ibaret, yeter ki cesaret et.