İmkânsız bir geçmişi tanımak

[ A+ ] /[ A- ]

Ronald G. Suny

Bugün (20 Nisan) sabaha karşı saat 3’te, ABD’e, Ann Arbor’daki evimde, Letonya Cumhuriyeti Dış İlişkiler Komisyonu’yla görüntülü bağlantı kurmak üzere bilgisayar başında bekliyordum. 1940’larda Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilirken kendisi de vahşeti yaşamış olan bu küçük ülkenin başkenti Riga’da saat sabah 10’du. Komisyon üyeleri, 1915’te Osmanlı İmparatorluğu’nda neler yaşandığını, savaşın o korkunç yılında Ermeniler ve Süryanilerin başına ne geldiğini öğrenmek; kitlesel tehcirler, katliam, açlığa mahkûm edilme olayları hakkında bilgi almak istiyorlardı. Türkiye Devleti’nin temsilcilerinin iddialarını daha önce dinlemişlerdi. Sordukları sorular, yüz yıl öncesinin puslu, karartılan tarihi konusunda kafalarının karışık olduğunu gösteriyordu. O dönemde yaşanan gerçek olaylar hakkında bilgi almak istiyor, Türkiye’nin olup bitenleri neden inkâr ettiğini soruyor, bugün 1915 dehşetini soykırım olarak tanıyan çok sayıda Türk akademisyen olup olmadığını merak ediyorlardı. Ermenistan’ın ABD büyükelçisi Dikran Mıgırdiçyan ve meslektaşım Dr. Rouben Adalian’la birlikte, yaklaşık bir saat boyunca, yaşanmış tarihe ve olup bitenlerin nedenlerine dair açıklamalarda bulunduk; Ermeniler, Türkler ve Kürtler olarak, karşılıklı suçlamalar ve yanlış anlamaların ötesine nasıl geçebileceğimiz üzerine konuştuk.

Dünya hatırlasa da hatırlamasa da, yıldönümü (24 Nisan) her sene geliyor. Dikkatler başka yerde: Küresel salgın, Amerika’daki kitlesel silahlı saldırılar, sıradan insanların yaşadığı ekonomik zorluklar, Çin’in yükselişine dair endişeler… Fakat, varlığını daimi bir yok olma korkusu içinde sürdüren küçük bir ulus, unutmuyor. Ermeniler, kuşatma altındaki anayurtlarında ve diasporada, binlerce yıl Doğu Anadolu’da yaşamış olan bir kültürü ve bir halkı yok eden katliamları, tehcirleri ve zorla Müslümanlaştırma olaylarını, ne olursa olsun, hatırlıyor. Türkiye’de resmî çevreler, Osmanlı tabiiyetindeki yüz binlerce masum insanın katledildiğini, Suriye çöllerine sürülüp açlıktan öldüğünü ya da başka memleketlere kaçmak zorunda bırakıldığını inkâr etmeye devam ediyor. Aralarında Türk ve Kürt akademisyenlerin de bulunduğu tarihçiler, Birinci Dünya Savaşı sırasında işlenen ve ardında bıraktığı mirasın cezasız kalmasından dolayı, Kuzey ve Güney Amerika’nın yerli halklarının mülksüzleştirilmesiyle birlikte, Holokost için örnek teşkil etmiş olan bu en büyük insanlık suçunun soykırım olduğunu ortaya koymuş durumda.

106 yıl sonra

Yönetimdeki Jön Türklerin, ‘ulus’u kirleten ve imparatorluğun hâkimi olma hakkına sahip Müslüman halkların önünde engel oluşturan, yabancı bir nüfus olarak gördüğü Ermenilerin, Süryanilerin ve son olarak Rumların topraklarından sökülüp atılması, Kemalist cumhuriyetin kurucu suçuydu; Türk ulus devleti, bu suçun işlenmesinden sekiz yıl sonra, onun üzerine inşa edildi. Bu devlet için böylesine kanlı bir başlangıcı kabul etmek güç; bunun yerine, ülkede kalan Ermeniler hakkında nefret söylemi üreten Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, geçen sonbahar Azerbaycan’da, Karabağ’daki Ermeni yerleşim bölgesine saldıran İlham Aliyev diktatörlüğüne yardım etti. Türkiye ve İsrail’in Azerbaycan’a sattığı insansız hava araçlarının üstün özellikleri sayesinde, Rus silahları ve Moskova’nın desteği de zayıf kaldığı için, Ermeniler mağlup oldu ve yüz binlerce insan Karabağ’dan Ermenistan Cumhuriyeti’ne kaçtı. Azerbaycanlılar başkentleri Bakü’de zafer yürüyüşü yaparken, Ermeniler Yerevan’da hizipleşmelere daldı. Emeni Apostolik Kilisesi’nin katolikosu da dâhil olmak üzere, önde gelen isimler, eleştiri oklarının hedefindeki Başbakan Nikol Paşinyan’ı istifaya davet etti; Paşinyan da, destekçilerini kentin ana meydanında bir araya getirdi. Bu küçük ülke, içerden ve dışardan tehdit altında. Seçilmiş liderlerine ‘davajan’ (hain) diyenlerin de, onun etrafında toplananların da aklında, tüm bunlardan daha kötüsü, yüz yıl önce atalarının başına gelenler var.

Hatırlamak

Soykırım devletlerin etnik ya da dinî bir topluluğu yok etmek için yürüttüğü kitlesel katliamlardan ibaret değildir; aynı zamanda, ulusların, içine kendi tarihlerini ve bugünkü güvencesiz, savunmasız durumlarını yerleştirdikleri bir çerçeve oluşturur. Dünyanın dört bir yanında halklar, yaşadıkları travmatik deneyimleri betimlemek için, güçlü bir imge oluşturan soykırım benzetmesini kullanıyor. Bağımsız, egemen bir devlet olabilmek için bir başkent, sınırları belli bir toprak, bir ordu, bir donanma ve bir opera binasının yanı sıra, bir de soykırıma ihtiyaç var âdeta. Azerbaycanlılar Hocalı’da ve Bakü’de yaşanan, soykırım olarak nitelendirdikleri olayları hatırlıyorlar. Hatta Türkiye’nin Iğdır’da, Ermenilerin Türklere uyguladığı soykırımı anmak için kurduğu bir müze bile var: Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi (yeni adıyla ‘Ermeniler Tarafından Katledilen Şehit Türkler Anıt ve Müzesi’). Kullanımının, uluslararası hukuki sonuçları olan bu güçlü terim, kendi çıkarlarının peşindeki siyasetçiler ve etnik girişimciler tarafından çekiştirilip genişletilerek, orijinal anlamının ötesine taşındı; bu da, hakiki soykırımların korkunç etkilerinin hafızalardan silinmesi sonucunu doğurdu.

Yok edilen kültür

Bir zamanların Anadolu’da ışıldayan, o dört başı mamur Ermeni kültürü, Avrupalı Yahudilerin Yidiş kültürü gibi, büyük ölçüde yok edildi. Akıllara şu soru gelebilir: ‘Batı Ermenistan’da yaşayan bu Ermeniler nereye gittiler? Birkaç yıl önce Erzurum’a gittiğimde, Türk ulusal hareketinin ve İstiklal Savaşı’nın kurucu kongrelerinden birinin yapıldığı binadaki müzeyi ziyaret etmiştim. Bu etkileyici binanın, büyükbabam Krikor Süni’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan önce müzik öğretmenliği yaptığı, önde gelen Ermeni okullarından Sanasaryan Varjaran [Sanasaryan Koleji] olduğunu biliyordum ama yine de, rehberimize, kongreden önce binanın hangi amaçla kullanıldığını sordum. Zarif, yardımsever rehberimiz, tereddüt etmeksizin şu yanıtı verdi: “Burada çok eski bir Ermeni koleji varmış. Ama bir propaganda okuluymuş. İlk Ermeni ayaklanmaları bu okulun bahçesinde başlamış. Bir süre sonra da, okuldan yetişen çete liderleri katliamlar yapmış.” Bir soru daha sordum: “O dönemde Erzurum’da çok Ermeni var mıymış?” “Çok yokmuş” diye yanıt verdi, “nüfusun dörtte birini oluşturuyorlarmış.” Erzurum Kongresi’nden önce Ermenilere ne olduğunu, –İngilizcede olmayan– o müthiş ‘miş’li geçmiş zaman kipini kullanarak ifade etti: “Ama tabii, o sırada Ermeniler gitmiş.”

“Ortak sırrımız”

Birkaç gün sonra Bitlis’te, zor, rahatsızlık verici bir geçmişi kayıtsız bir şekilde reddeden bu rehberin tavrının tam tersiyle karşılaştım. Soykırım öncesinde Ermenilerin yaşadığı bir şehir, Amerikalı Ermeni yazar William Saroyan’ın atalarının da memleketi olan Bitlis’te, bir kafede tanıştığım Kürtlere, harap hâlde olmasına rağmen restore edilmeyen bu güzel şehirde geçmişte bir Ermeni nüfusu olup olmadığını sordum. İçlerinden biri çıkıp “Evet, varmış” dedi. “Ne olmuş o insanlara?” diye sordum. Yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle “Soykırım” dedi. Bu bizim ortak sırrımızdı. Bir beşlik çaktık, sonra oradan ayrıldım.

Hafızalar zaman içinde, mekân ve yaşın da etkisiyle değişime uğrayabilirler ama yalana ve inkâra karşı şaşırtıcı derecede dirençlidirler. Türkiye’nin doğusunda yaşayan Kürtlerin (ki onlar açısından, söz konusu coğrafyanın adı ‘Kuzey Kürdistan’), atalarının çoğunun Ermenileri öldürüp mülklerine el koyduğu 1915 yılında olanlara dair, kendilerine ait bir hafızası var. Ama geçen yüzyıl boyunca kendileri de defalarca Türk devletinin vahşetine maruz kaldıkları için, Kürtlerin –şu anda hapiste olan, en önde gelen siyasi liderleri de dâhil olmak üzere– çoğu soykırımı tanımış durumda. Birçok seyyah ve araştırmacı, Kürtlerin “Siz Ermenileri kahvaltıda yediler, şimdi de bizi öğle yemeği yapacaklar” dediğini kaydeder.

Dünyanın, bizim Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya olarak bildiğimiz bu köşesini, gaddar bir hırs içindeki milliyetçiler tarafından yok edilme korkusu sarmış durumda. Amerikalıların bilincinin uzağına düşen, bu ihtilaflı toprakların varlığı, savaş, etnik temizlik, terörizm ya da soykırım kabilinden katliamlar söz konusu olduğunda fark ediliyor. Amerika’nın Suriye’deki, Trump yönetimi tarafından ihanete uğrayıp, bölgeye girmiş olan Türkiye Ordusu’nun insafına terk edilen Kürt müttefiklerini hatırlayın. Batı dünyası bu uzak diyarları görmezden gelebileceğini sanabilir. Fakat küreselleşen dünyamızın bir tarafında olup bitenler, daha güvenli yerlerde yaşayanları etkileme potansiyeli taşıyor. O ülkelerin savunmasız halkların, seçmen olarak, İslam devletine karşı savaşta müttefik olarak, Avrupa’da ve ABD’de sivil toplumu tehdit eden adaletsizliklere karşı birlikte mücadele verilen toplumlar olarak, Amerikalılarla ve Amerika’nın çıkarlarıyla bağları var. Ve bu sabah erken saatlerde, bir başka küçük ülkenin meclis üyelerine ve hepimize, geçmişin, hatırlanmazsa, rahatsız edici hakikati ısrarla reddedenlere musallat olmaya devam edeceğini hatırlatarak, onlara bu mesajı ilettik: “Asla unutma.”

Kaynak: Agos