Repairfuture.net
Geçtiğimiz hafta Ermeni toplumuna iade edilen Tuzla Ermeni yetimhanesi Kamp Armen’in yıkımdan kurtarılması ve iadesi için Türkiyeli Ermeni gençler tarafından kurulan Nor Zartonk aktif bir mücadele yürütmüştü. Nor Zartonk’tan Sayat Tekir ile kuruluşun etkinliklerini ve Kamp Armen direnişinin Türkiye’de devletin tutumu ve Ermeni toplumuna dair neler söylediğini konuştuk.
Kamp Armen direnişinin 175. gününden sonra olumlu bir sonuç elde ettiniz. 1980’li yıllarda devletin el koyduğu kamp Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi vakfına iade edildi. Bu kadar sürüncemede kaldıktan sonra seçimlere beş gün kala iadesini nasıl yorumluyorsunuz ?
Kamp Armen direnişin 175. gününde, genel seçimlerden beş gün önce Ermeni halkına iade edildi. 175 gün önce aynı heyecanla girdiğimiz Kamp Armen’de bugün direnişin nihayete erdiğini görebiliyoruz. 175 gün boyunca Kamp Armen bir hafıza mekânına dönüştü. Bu direniş herkese geçmişte yaşanan adaletsizlikleri hatırlattı. 175 gündür bizimle olan Tuzlalılar, komşularımız, İstanbul’un dışındaki şehirlerden ve dünyanın her yerinden bize destekleyen tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz. İlk günden beri bu desteği hissettik. Güçlüydük, çünkü onlar bizim sesimize ses kattılar. Tapuyu alana kadar Kamp Armen’i terk etmeyeceğimizi hep söyledik. Nihayetinde bugün tapuyu aldık. Umutluyuz ki Kamp Armen gibi gasp edilmiş diğer yerler de Ermeni toplumuna geri verilir.
Kamp Armen için verdiğiniz mücadelede nasıl süreçlerden geçtiniz ?
Kamp Armen 60’lı yıllarda Tuzla Ermeni yetimhanesi vakfı tarafından alınıyor. Ancak 80’lerde devlet tarafından el konuluyor. Tapu iptal ediliyor ve ilk sahibine geri veriliyor. Daha önce yetimhane olarak geçtiği için yıkım izni alamıyorlardı ama bu sene alabildiler.
Her sene Nisan ayının son pazarı kampın eski öğrencilerin düzenlediği bir piknik yapılır. Bu seneki piknikten önce yıkım haberini almıştık. Pikniğe gidip insanlarla konuştuk ve Nor Zartonk olarak kampın yıkımından önce eylem kararı aldık. Fakat eylem epey bir gündem yarattı ve bunun üzerine hızlıca yıkım işlemleri başladı. Altı metrelik buldozerler girdi. Önce HDK’liler sonra biz ve pek çok duyarlı insan hep birlikte oraya gittik. Yıkıma engel olduk ve o günden itibaren bir direniş başlattık. Gezi’den, daha önceki direnişlerden ve grevlerden öğrendiklerimizi orada uyguladık. Bir komün oluşturduk ve insanların katılımcı olacağı bir direniş örgütledik.
Direnişi tapu iade edilene kadar devam ettirdik. Bununla ilgili üç tane basın toplantısı, iki yürüyüş gerçekleştirdik. Hükümetle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Tuzla Belediye Başkanı ve tüm yasal unsurlarla görüşmeler gerçekleştirdik.
Kampın iadesi 7 Haziran seçimlerinden önce de söz konusu olmuştu, değil mi ?
Maalesef AKP ve o dönem milletvekili adayı olan Markar Esayan tarafından oy devşirmek için bu süreç kullanıldı. Fakat başarısız oldular. Tek başarılı oldukları şey, toplum nezdinde yaratılan “Kamp geri veriliyor” algısı oldu. Açıkçası bu durum direnişi biraz düşürdü. Ama bizim mücadelemiz bitmedi ve tapuyu alana kadar devam etti.
Mal sahibi olarak görünen firmanın bu süreçte herhangi bir girişimi oldu mu?
Bu konu firmayla alakalı değil. Firma ya da sahibi, bu mülke verdiği parayı ya da karşılığında aynı değerde bir araziyi almadan Kamp Armen’i iade etmeyecekti. Zaten taahhüdünü bu şekilde yapmıştı, bunun yasal yolları aranıyordu.
Bu süreçte kimlerden destek geldi, kimlerden gelmedi?
Diğer Ermeni vakıflarından daha çok destek gelebilirdi diyebilirim. Patrikhaneden hiçbir destek gelmedi. Öte yandan bu süreçte Ermeni halkından büyük bir destek gördük. Tuzlalı komşularımızdan çok destek gördük. Yaptıkları böreklerin yarısını bize getiriyorlardı. İlk günlerde insanlar bizimle elektriklerini paylaştılar. İnanılmaz bir dayanışma örneği vardı. Tuzla’daki insanların hakkı ödenmez. Bu insanlar bizimle olmasalardı, direnişi devam ettiremezdik.
Başka hangi çevrelerden destek gördünüz, sivil toplum kuruluşları ya da partiler bazında?
Partiler olarak CHP ve HDP’nin çok önemli destekleri oldu, CHP ve HDP milletvekillerinin konuyu çok önemsediğini söyleyebilirim. Hem konuşmalara, hem de yapılan etkinliklere destek oldular, bunu söylemek gerekiyor. Bunun dışında farklı ülkelerden ve farklı dinlerden insanlar destek olmaya geldiler ve bize desteklerini yolladılar, yiyecek yolladılar. Bu çok önemli. Bütün bu destekler olmasa biz bu direnişi beş ayı aşkın süre devam ettiremezdik.
Ancak Kamp Armen direnişine saldırılar da oldu, değil mi?
Evet, direnişin yüzüncü ve yüz yirmi birinci gününde olmak üzere iki saldırı gerçekleşti. Daha çok radikal sağcı, faşist gruplar tarafından yapıldığını düşünüyorum. Özellikle seçimden sonra ülkedeki atmosfer değiştiği için, milliyetçilik ve daha da ötesi ırkçılık çok fazla tırmandığı için Kamp Armen de bir hedef olarak alındı. Ama orada dirayeti, yürekli direnişi ve gerekli savunmayı gösterdik ve çok ciddi bir zarar olmadan atlattık.
Bu saldırılarda devletin bir sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz ?
Tabii, burada devletin bizi korumamakla ilgili bir sorumluluğu vardı. Bunu söylemek gerekir.
Kamp Armen’e devletin el koymuş olması, sonra satılması, yıkılmaya çalışılması, tepkiyle karşılaşılınca iadesinin gündeme gelmesi, ama bunun da uzun süre sürüncemede bırakılması… Tüm bunlar bugünkü Türkiye’ye dair neler söylüyor sizce bize ?
Biz ilk günden beri şunu söylüyoruz. Soykırımın yüzüncü yılını konuşuyoruz. Ve soykırımlar konuşulduğunda, bunları hatırlatacak semboller de konuşulur. Ermeni Soykırımıyla ilgili bir anıt dikmek istesek buna gerek yok. Çünkü Kamp Armen orada Ermeni Soykırımının bir anıtı gibi duruyor.
Biliyorsunuz kampın diğer yanı yıkık durumda, buldozerler biz gidene kadar bir kısmını yıkmışlardı. Bir tarafı yıkık, bir tarafı ise etkinliklerin, hayatın devam etmesi anlamında canlı.
Öldürenler ve kurtaranlar ile kurtulanlar ve kurbanları sembolize eden bir anıt gibi.
Kampın uzun süre iade edilmemesi aslında bize ne yazık ki her dönemki devlet anlayışını gösteriyor. Kamp Armen bizim için önemli ve çok gündeme geldi, çünkü Hrant Dink orada eğitim gördü. Ama bu tekil bir önem. Otuz yıldır faal olmayan bir kamptan bahsediyoruz. Örneğin Bomonti Mıhitaryan Okulu, otuz öğrencisiyle faal bir okul. Ancak bu okul da aynı dertten mustarip ve kapanmak üzere. Okuldaki öğrenci sayısı günden güne azalıyor çünkü veliler kapanma riski olduğunu biliyorlar. Bizim mücadelemiz aslında bu işi yasal ve örnek olacak şekilde çözmek, yarın Bomonti Mıhitaryan ve diğer yerlere de örnek olması için. Bu varlıklardan elde edilenleri özel mülkiyet olarak değerlendirmeyin. Gelirler kolektif olarak kullanılıyor, yoksul olan öğrenciler bu gelirlerle okutuluyor ve tedavi ettiriliyorlar.
Türkiye’deki Ermeni toplumunun Kamp Armen mücadelesinde var olmasının anlamından bahsedersek.
Kamp Armen direnişine birçok insan katıldı ve bunlar daha önce politik olarak pek fazla sahnede olmayan insanlardı. Direniş insanları politikleştirdi. Kamp Armen’i Ermenilerle ilgili her şeyin konuşulabileceği bir alana dönüştürdük. Orada paneller gerçekleştirdik, kültürle, tarihle ilgili etkinlikler yaptık, sürekli canlı tuttuk. Ve bunu sadece Ermenilerle ilgili yapmadık diğer halklarla ilgili etkinlikler de yaptık. Hafta sonları farklı halkların çocukları bir araya geldi. Bir tarafı yıkıkken, diğer tarafı çocukların ve velilerinin olduğu bir kamp olarak devam etti ve Ermenilerle ilgili bir şeyler öğrenmek isteyen insanların geldikleri bir yer oldu.
Bu mücadelenin içinde özellikle Ermenilerden birçok insan oldu. Tabii ki “Aman başımıza iş açmayalım” diyenler de oldu. Destek verenler gerçekten varsıl insanlar değildi, ama elindeki ekmeği bölüp paylaşanlar oldu. Bu haklılığa ve direnişe destek olmak için her hafta sonu oraya gelen insanlar bir şeyler öğrendiler. İlk defa direnerek kazanacağız dediler. Daha öncesinde bazı şeyler hep pasif bir halde, araya insanlar ya da lobiler sokularak ya da Avrupa Birliği süreciyle kazanıldı. Bu direniş olumlu sona ermesiyle Ermeniler ilk defa direnerek bir şey elde etmiş oldular. Bu süreç Ermeni toplumunun içine direnme kültürünü yaymış olarak değerini koruyacak.
Bu tekil bir şey değil. Hrant Dink’in öldürülmesi, Nor Zartonk’un yürüttüğü çalışmalar, sonra Sevag Balıkçı’nın öldürülmesi, yerel ve genel seçimlerde Ermenilerin siyaset sahnesine çıkışı ve 100. Yıl gibi nedenlerle Ermeni halkının gündemin de getirdikleriyle etkin bir şekilde karşılaştığı bir dönem. Bu anlamda Kamp Armen direnişi buna artı bir oldu diyebiliriz. Direnme kültürünü daha çok insan benimsedi ve karar aşamalarına dâhil oldular. Yüz yıldır ancak pasif direniş gösteren, aktif bir süreç içinde olmayan bir halk için önemli bir direniştir ve beşinci ayında devam ediyor.
Nor Zartonk Hrant Dink cinayet davası başta olmak üzere pek çok davayı başından itibaren takip etti. 24 Nisan anmalarının örgütlenmesi konusunda da ön planda oldu. Burada Ermeni halkının kendi kimliğiyle ve diğer halklarla da dayanışacak şekilde bir mücadelenin içinde olması için bir çalışma yürüttük. İlk günden beri yapmaya çalıştığımız şey adaletsizliklerin bir şekilde sona ermesi. Yapanın yanına kâr kaldığı bir sistem yerine daha adil, özgür ve eşit bir ülkede yaşama isteği. Bizim tek motivasyonumuz bu.
Nor Zartonk’un kuruluş sürecinden bahsedebilir misiniz ?
Nor Zartonk Türkiyeli Ermeni gençler tarafından kurulan bir halk hareketi. İlk olarak 2004 yılında, Ermeni gençlerin entelektüel sohbetler yapabileceği, Türkiye’deki, dünyadaki ve Ermeni toplumu içindeki sorunları konuşabileceği bir e-mail grubu olarak kuruldu. Ermeni Soykırımının 90. yılında, 2005’te ise bir hareket haline dönüştürmeye karar verip, bunun üzerine çalışmaya başladık.
2005 yılında Hrant Dink’in de katıldığı etkinliklerimiz olmuştu. Üniversite öğrencileri arasında sohbetler yapıyorduk. Bu sohbetlerde sadece Ermeni öğrencilerin değil başka kesimlerden öğrencilerin de katılımı oluyordu. Bunu 2006’da sürdürdük.
Nor Zartonk bir öğrenci grubu olarak mı yola çıktı ?
Gençler diyelim. Liseli de vardı, üniversiteli de, hatta mezunlar da vardı. Hareketimiz genç ve hep genç kalacak bir hareket. Özellikle Hrant ağabeyle de “Ne yapalım, nasıl yapalım” diye konuşurduk. Fakat ne yazık ki o dönemde sayımız çok az olduğu için bir araya gelemedik.
19 Ocak 2007’de Hrant Dink öldürülünce ortaya çıktık ve “Bu sefer yapacağız” dedik. Hrant’a bir söz oldu bu. Nor Zartonk, “Yeni uyanış” anlamındadır. İçinde Ermenilerin olduğu ama sadece Ermenilerle ilgili olmayan, Türkiye’nin sorunlarını ve dünyanın sorunlarını da konuşabileceğimiz, çözüm üretebileceğimiz, siyaset yapabileceğimiz bir halk hareketi olarak ortaya çıktık. Bizim o dönemdeki en büyük motivasyonumuz Hrant Dink’in cenaze törenidir. O cenaze töreni bize bir umut aşıladı. O günden beri de bu anlamda devam ediyoruz.
Bunun haricinde bir de 2009’da kurulan Nor Radyo var. Yayına Hrant Dink anmasıyla başladık. Ermenilerin başlattığı bir oluşum, fakat sadece Ermenilerin sorunlarını anlatırsak, bunun bizi iyi temsil etmeyeceğini düşündük. Bizim gibi sorunları olan, ayrımcılığa maruz kalan, nefret söylemlerinin hedefi olan, önyargılarla muhatap olan diğer insanlar da gelsin ve bize katılsın istedik. Altı yıl içerisinde, on beş dilde yayın yaptık, bunların hepsi Türkiye’de konuşulan diller. Batı, Doğu ve Hemşin Ermenicesi olarak 3 lehçede yayın yaptık.
Bizim için bu radyonun varlığı iki temelde anlam buluyor. Birincisi kaybolmakta olan ana dillere sahip çıkmasıyla kültürel, ikincisi de sosyal temel. Bu temelde de kadın, LGBTİ ve hayvan hakları ve ekoloji üzerine de programlar yapıldı. İnternette de norradyo.com üzerinden yayınımız devam ediyor.
Bazı radyolarla birlikte yaptığınız yayınlar da var sanırım.
Özgür Radyo ile iki dönem bir ortak yayın yaptık. Nor Radyo’daki herkes gönüllü olarak orada. Bu da bir iletişim ağı yaratıyor. Örneğin, Rumların bir bayramı oluyor, ya da Çerkez sürgünü günü oluyor, topluca oraya gidiyoruz. Ya da Ermeni soykırımı gününde onlar geliyor, yani hem mutlu günlerimizde hem de anma günlerimizde bir araya gelen insanlar olduk. Bir LGBTİ saldırısı olduğunda gidip, haberini yapıyoruz. Aynı şekilde, çeşitli eylemlerde de yayınlar yapıyoruz. Nor Radyo bu anlamda alternatif bir medya oldu. Altı yıldır da çok dilli olarak yayın hayatına devam ediyor. Şu anda TRT 6 gibi, çok dilde yayın yapan oluşumlar var ama 2009’a baktığımızda böyle bir örnek yoktu. Bunu da söylemek gerekiyor.
Nor Zartonk yeni uyanış anlamındadır demiştik. Yeni Uyanış aynı zamanda 1850-1915’de merkezi İstanbul olan Ermeni Rönesans’ının adıdır, Zartonk dönemi de denir. Bu anlamda Nor Zartonk da “yeni uyanış”, “yeni Rönesans” demektir. O dönem Ermenilerin sanatta, siyasette, toplumsal ortamda ön planda oldukları bir dönemdi. Nor Zartonk o döneme bir atıftır. Bu dönem 1915’te bıçak gibi kesilmiştir. Tabii az da olsa, zor da olsa devam etmiştir, bazı insanlar direnmiştir.
Son olarak 2010 yılının Temmuz ayında kurulan Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği var. Dernek Nor Zartonk ve Nor Radyo’da olduğu gibi sadece Ermenilere değil herkese açık bir yapı. Bizim istediğimiz de bu zaten. 2010 yılında bir Unesco raporu açıklandı. Bu raporda Ermenice kaybolacak diller statüsünde belirtiyordu ve biz de buna karşı bir şeyler yapmak istedik. Derneğimizi kurarak burada Batı Ermenicesi kursları başlattık, Ermeni Sineması gösterimleri yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
Bir mekânınız var mı?
Evet, Beyoğlu’nda kirasını, tüm masraflarını kendimizin karşıladığı, gönüllülerimizin aidatlarıyla ayakta duran bir mekânımız var. Kitaplar yayınladık. Ermeni Soykırımı üzerine, özellikle kurtaranların, kurtarılanların hikâyeleri üzerine bir kitap yayınladık. Bunun haricinde eğitim sistemindeki ayrımcılıklar üzerine de bir kitap yayınladık. Çocuklarla bir atölyemiz oldu, atölyenin katılımcıları tarafından hazırlanan bir kitap yayınladık.
Bu kitaplar Türkçe değil mi? İlgilenenler nereden ulaşabilir?
Evet, Türkçe. Şimdilik yalnızca dernekten ulaşabilirler. Bir de 1965 kitabı var. O da soykırımla ilgili gerçekleşen belli eylemlerin Türkiye’deki, Türkiye medyasındaki yansımalarını gösteriyor. İbretlik bir çalışma. Yıllar sonra hiçbir şeyin değişmediğini de gözler önüne seriyor.
Nor Zartonk aynı zamanda bir siyasi hareket olarak tanımlanabilir mi?
Biz bunu bir halk hareketi olarak tanımlıyoruz. Nor Zartonk’un duruşu, tıpkı dernekte ve Nor Radyo’da olduğu gibi bütün halklarla, ayrımcılığa uğrayan, ezilen bütün toplumlarla birliktedir. Siyasi duruşu da bu yöndedir. Bu anlamda bütün halkların, özgürlükçü insanların, sosyalistlerin ve Kürtlerin bir araya geldiği Halkların Demokratik Kongresi’nin de bir üyesiyiz. HDK’nın en yüksek temsil mekanizmasında Nor Zartonk’un bir üyesi var. Biz anti demokratikliğe karşı, faşizme karşı birlikte bir mücadelenin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Diğer halklara yapılan katliam ve zulümlerin, Roboski katliamı konusunda olduğu gibi, protesto edildiği eylemlerde bulunuyoruz.
Gezi’de de vardınız.
Evet, ilk günden beri oradaydık. Taksim Gezi Parkı aynı zamanda, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerin çok yakınında olan ve çevredeki insanların gidebileceği tek alandır. Kişisel olarak da, duygusal anılarımın, çocukluğumun geçtiği bir alandır. Gezi direnişi, doğa kıyımına karşı, ranta karşı, şehrin parça parça ranta teslim edilmesine karşı bir duruştu. O dönem, hepimiz hatırlıyoruz ki yasakların başladığı bir dönemdi. Ve Gezi Direnişi bir kırılma yarattı. Bizler, ilk günden beri kendi dilimiz ve kendi rengimizle oradaydık. Bir sürü insan “Burada Ermenice bir şey yazıyor” diyerek yanımıza geldiler, Türkiyeli, Diasporalı ya da Ermenistanlı Ermeniler bizi görünce gelip destek verdiler.
Nor Zartonk’un Gezi’deki varlığı bu mekânın Ermeni Mezarlığı olduğunu hatırlatıyordu, değil mi?
Evet, biraz öyleydi. İkinci kısımda onu da söylemek gerekir. İlk olarak, karışık bir durum vardı ve Türkiye’deki Ermeniler için bir korku ortamı vardı. Bunu yadsıyamayız, biz bu ortamın ve korkunun bir parçasıyız. Türkiye’nin tarihini bilen kimse “Ben cesurum” demek durumunda değil, bunu diyemez ama mücadeleye devam ediyoruz.
Dönemin başbakanı, parkla ilgili bir açıklama yapmıştı, “Eylem yapanlar buranın tarihini bilmiyor mu, biz oraya Topçu Kışlası yapacağız”, demişti. Aslında Topçu Kışlası görünümlü AVM yapacaklardı. Bununla ilgili biz de karşı bir açıklama yaptık ve dedik ki, “Tarihi bilmeyen asıl sizsiniz.” Tarihte buranın bir bölümü de Ermeni mezarlığıydı ve gasp edildi. Diğer gasp edilen bir sürü yer gibi. Bunu hatırlattık ve “Mezarlığımızı bizden aldınız ama parkımızı vermeyeceğiz” dedik ve vermedik. Gezi Parkı orada duruyor. Tabii birçok insanın bir araya gelmesinin sonucunda orada duruyor. Burada şunu da söylemek lazım ki bu tür eylemlere, Gezi Direnişine, bir sürü Ermeni de katıldı. Örgütlü örgütsüz bütün insanlar, bir araya gelmişti, bir şey söylemek istiyorlardı ve bu anlamda ortaya çıktılar. Daha önce hiçbir eyleme katılmamış birçok insan, orada kendilerini ifade etmek için o alandaydı.