Aris Nalcı
İktidarın Ermenilerle ilgili tavrı bu aralar dalgalı kur gibi.
Bir yandan Cumhurbaşkanı bir türlü yapılamayan “Vakıf seçimlerini konuştuk” mesajı veriyor, İçişleri Bakanı Soylu, cemaat vakıfları ile buluşup dertleşiyor.
Azerbaycan’a giden Erdoğan, Şuşi’de havalimanı açılışına katılırken Ermenistan’a göz kırpıyor: “Azerbaycanla aranızı düzeltirseniz” diye de ön şart koşuyor.
Öte yandan Türkiye sınırlarına duvarlar örmeye devam ediyor.
Suriye savaşı, Afgan göçü bahaneleri ile örülen duvarlar aslında bir yandan Türkiye’nin giderek içe kapanan zihnini ve kültürünü de temsil ediyor.
Suriye’ye 900 km duvar, İran sınırına 560 km duvar.
Duvarlar da yüksek 4 metre…
Ağrı Iğdır sınırında da 170 km’lik bir duvar inşaatı var.
Ama gel gör onca kötü komşu arasında Türkiye’nin-Ermenistan sınırına duvar örme açıklaması hiç gelmedi.
328 kilometrelik sınır hala duvarsız.
İyimser olmak istiyorum. Türkiye, Ermenistan’dan gelecek bir göç olacağını sanmadığından mı yoksa Ermenistan’dan korkmadığından mı bilemiyorum.
Ama zihnimizi açık tutalım.
Ermenistan bu yıl bağımsızlığının 30. yılını kutladı. Dahası geçiştirdi. 1991’de kazandığı bağımsızlığın 30. yılında, İkinci Karabağ Savaşı’ndan bu kez mağlup çıkmış bir Ermenistan vardı.
Peki, ama bağımsızlığın kazanıldığı ilk yıllarda nasıldı ilişkiler hatırlıyor musunuz?
Anlatalım biraz…
Sovyetler Birliği döneminde zaten tren yolu da açıktı, sınır da. Hatta gidip gelen Türkiyeliler de oldukça fazlaydı.
Sovyetler Birliği 13 Mart 1992’de dağıldığında Türkiye tüm eski Sovyet devletlerini bağımsız ülkeler olarak tanıdı.
Ermenistan dâhil.
1991 yılında Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra göreve gelen ilk yönetim Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan’dı.
Ter Petrosyan, Türkiye’ye ilişkilere sıcak, mantıklı bakan biriydi.
1991-1997 yılları arasında danışmanlığını yapan Beyrut doğumlu Gerard Libaridian 30 yıl sonra o günleri değerlendirirken belki de en çarpıcı ve ayağı yere basan yorumları yapıyor hâlâ.
O dönem Fransa’da yaşayan Konyalı bir Ermeni Samson Özararat’ın da girişimleri ile MHP lideri Alparslan Türkeş’i Ter Petrosyan ile Paris’te görüştürdü. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin. Başbakanı Mesut Yılmaz.
Ermenistan’a transit geçiş hakkı
Türkeş’in anılarının yayınlandığı ‘Şahinlerin Dansı’ kitabında görüşmeyi şöyle anlatıyor: “Kendilerine ben dostluk teklif ettim. Yardım edeceğimizi, Türkiye’den kendilerine transit geçiş hakkı vereceğimizi söyledim. Hatta Karadeniz’de kendilerine transit liman verebileceğimizi, böylece dünyaya açılabileceklerini, dünyayla ticaret yapabileceklerini, ayrıca İpekyolu’nu ihya etmek istediğimizi belirttim. İpekyolu’nun en kısa şekilde Ermenistan’dan geçtiğini, bunu ihya edebileceğimizi açıkladım.”
Birçokları bilmeyebilir.
Türkiye Ermenistan sınırı o zaman açıktı.
Hatta Türkiye, Avrupa’da tren yoluyla Ermenistan’a buğday ve et gelmesine izin vermişti. Ter Petrosyan’ın danışmanı Gerard Libaridian’ın birçok yerde dile getirdiği bir konu var. O da Başbakanlık düzeyinde Mesut Yılmaz ile Avrupa’dan gelen buğday ve etin Ermenistan’a aktarılması konusunda anlaşılmış olması.
Türkeş ve Ter Petrosyan’ın gizli kalan ikinci Frankfurt görüşmesinde Karabağ savaşı sebebiyle transit geçişin verilemeyeceği öne sürülse de Libaridian, bir dönem için bu hakkın sağlandığını dile getiriyor.
Sen demokrat ol, ben bağımsız
Ermenistan yeni bir devlet, Türkiye’nin yeni bir komşusu idi. Türkiye artık Sovyetler Birliği ile değil Ermenilerle komşu olmuştu.
Uzun ve engebeli yollardan geçti Ermenistan ama demokratikleşme sürecinde hep naif kaldı.
Ermenistan kurulduğu günden beri aslında bağımsız değildi. Ermenistan daha ilk Cumhuriyetten (1918) bu yana hep Rusya’ya bağlı. Zaten bağlı olmaması da düşünülemez.
Toplasanız 3 milyonluk bir ülkenin iki yandan kendisini yok etmek isteyen devletlerle çevirili olduğu bir coğrafyada Ermenistan’ın kendine bir ağabey bulması şarttı.
Ermenistan’ın bağımsız olabilmesi için Türkiye ve Azerbaycan iktidarlarının nefret söylemi içerek ve potansiyel savaşçıl ruhlarını terk etmeleri gerekiyor.
Nasıl Türkiye Ermenilerin kendi topraklarında gözü olduğunu düşünüyor ve bunu bir paranoya halinde travmatik bir siyaset yaratmakta kullanıyorsa, Ermenistan da sürekli ‘Türkler’in kendilerini katledeceğini düşünüyor.
“Hadi canım yok artık” veya, “21.yüzyılda olmaz bunlar” diyenler son Karabağ savaşında olanları hatırlayınız.
Peki, Ermenistan’ın Türkiye’nin topraklarında gözü var mı?
Yok.
Söylemde olsa da böyle bir şeyin günümüz dünyasında ve gerçekliğinde olması mümkün değil. Ne Ermenistan’ın askeri gücü ne de politik duruşu bunu yapabilecek durumda değil. Bence bu Ermenistan siyasetinde duygusal bir söylemden öteye geçmez, geçemiyor da.
Bu yüzden de Türkiye Ermenilere, Ermeniler de Türklere güvenmemeye devam edecekler bölgede.
Ermenistan’ın başına bugün neler gelebileceği yanı başındaki iki ülkenin Azerbaycan ve Türkiye liderlerinin ne kadar çılgın projeleri olduğuna bağlı.
Bu iki ülkede rejim ne kadar otoriterleşir, insanlar şiddete ne kadar meyl eder hale getirilir ise Ermenistan’ın bağımsızlığı da güvenliği de tehlikeye girmektedir.
Ağabeyinin himayesine daha çok sığınmakta.
Bu yüzdendir ki Türkiye ve Ermenistan’ın kaderleri birbirine bağlı.
Hem de derinden.
Türkiye demokratikleştiği kadar Ermenistan bağımsızlaşır.
Ermenistan bağımsızlaştığı kadar da Türkiye demokratikleşir.
Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar gibi oldu dimi…
Ama öyle…
Ermenistan ne zaman Türkiye’yi kendisine bir tehdit olarak görmeyecek o zaman bağımsızlaşacak.
Ama Türkiye şu anda bir tehdit. Erdoğan iktidarı şiddete, nefrete, savaşa aç.
Dolayısıyla bir sonraki seçimlerde iktidarı tutabilmek için Suriye’de oynadığı oyunları Ermenistan sınırında oynamaması için bize göre hiçbir sebep yok.
Diaspora ve Ermenistan: İki devlet bir millet
Türkiye ve Azerbaycan’ın sloganı olan iki devlet bir milleti burada Ermenistan’ın çıkış yolu için önerilen çözümleri anlatmak için kullanmak istiyorum.
Burada yazacaklarım ne Azeri ne Türk ne de Ermeni milliyetçilerinin hoşuna gitmeyecek belki, ama olsun.
Bugün Ermenistan devletine danışmanlık yapan birçok uluslararası siyasetçi ve diplomattan son dönemde şunu duyuyorum.
Karabağ artık Azerbaycan topraklarında bir Ermeni yurdudur. En iyi ihtimalle federal bir bağımsızlıkla yönetilebilecek artık. Hatta Türkiye’deki Ermenilerin haklarının aynısına sahip olacaklardır. O topraklarda geçmişi olan bir halk olarak. Azerbaycan demokratikleşmedikçe de yok olma tehlikesi altında olacak.
Ermenistan ise bölgede uzun soluklu ve refah içerisinde bir devlet olmak istiyorsa devlet olarak bakmalı gelişmelere, soykırımdan çıkmış bir milletin duygusal davranışları Ermeni devletine çözüm getirmeyecek.
Nasıl mı?
Ermenistan soykırımın tanınmasını hiçbir zaman yazılı bir şekilde ön şart olarak koymadı Türkiye ile ilişkilerde. Futbol diplomasisi zamanında bile ‘tarih komisyonları kurulacak’ cümleleri ile ucu açık bırakıldı. Kamuoyundan gelecek tepkilerle yönlendirilebilecek bir yerde kaldı.
Ama Türkiye’nin bu konuda duymak istediği şey Ermenistan’ın ‘soykırımın Türkiye devleti tarafından tanınmasının sonucunda bir toprak talebinin gelmeyeceği’.
Bu Türkiye devletinin kuruluşundan beri korktuğu bir paranoyasıdır.
Tabii ki suçlu olmanın verdiği gerçek bir paranoyasıdır.
Bir gün sahibi gelir de malını isterse korkusu.
Haklıdır bu korkusunda.
Ama artık dünyada devlet kuracak kadar bir toprak isteyecek ne Rum ve Ermeni ne de Süryani kaldı.
Gerçekleri görelim. Ancak geri gelip tapulardan alsalar alsalar birkaç dağ alabilirler.
Peki, neden Ermeniler için iki devlet bir millet diyorum.
Bu hem Karabağ için hem de diaspora için.
Diaspora Ermenileri tabii ki soykırımı unutmayacak.
Bunu Türkiye’nin tanıması için ellerinden geleni de yapmalılar.
Ama Ermenilerin resmi devleti olan Ermenistan’ın bunu yapmasının devlet aklı için herhangi bir katkısı ve o devlete artısı yok.
Hatta bence diasporanın baskısı devam etse ve Türkiye, Ermenistan devleti ‘artık bizden toprak istemezler’ dese, bence Türkiye soykırımı tanımaya birkaç adım birden yaklaşır.
Ama gel gör ki bu teorinin hepsi
Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlı…
Oysa o otoriterleşme otobanında…
Kaynak: Artı Gerçek