Yeni Anayasa ve Türkiye Halkları

[ A+ ] /[ A- ]

fft64_mf1634178

Sayat TEKİR
Radikal İki

Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-ı Esasi’ye ilham veren, 1863 yılında yürürlüğe giren Ermeni Milleti Nizamnamesi, bu toprakların ilk anayasasıdır. İlk anayasayı bu topraklara getiren Ermeniler, sonrasında gelişen süreçte kazanılmış haklarının birçoğunu katliamlar ve ayrımcı yasa ve uygulamalarla kaybetti. Bugün gelinen noktada ise, anayasa yapım sürecinin kamuoyunda uyandırdığı fikir, yeni anayasanın Ermenilerin ve diğer halkların sorunlarına bir cevap üretemeyeceği.

Türkiye halklarının, yeni bir anayasa ihtiyacı duyduğu açık. Cumhuriyet boyunca her hükümet dönemi uygulanan ayrımcı ve ırkçı politikalara baktığımızda Türkiye halklarının yeni bir anayasadan en temel beklentisi devletin baskı, inkâr ve asimilasyon politikalarını reddeden bir yapıda olması. Anayasada yurttaşlık, etnisite yerine coğrafya üzerinden tanımlanmalı bu bağlamda “Türkiyelilik” veya benzeri coğrafyaya atıfta bulunan kavramlar kullanılmalı. Devlet, din ve mezhepler, cinsel kimlik ve cinsel yönelimler karşısında tarafsız olmalı. Devlet, ayrı ayrı dillerin ve kültürlerin tam özgürlüğünü kayıtsız şartsız tanımalı ve kültürler arasında her türlü hiyerarşik ilişkiyi reddetmeli. Hiçbir ulusal topluluğun veya kimliğin bir başka ulusal topluluk veya kimlik tarafından hiçbir alanda, hiçbir kamu eyleminde ezilmesi, vesayet altına alınması kabul edilemez.

Anadil ve nefret suçu

Bütün Türkiye halklarının, kendi anadillerini kullanma hakkı ve devlet tarafından bu dillerin varlığının devamlılığını sağlama yükümlülüğü yeni anayasada güvence altına alınmalı. Anayasa, bu dillerin kullanımını teşvik etmeli, tüm özel ve kamu kurumlarında bu dillerin kullanımı için gerekli teknik altyapıyı sağlamalı. Tüm anadillerde eğitim hak olarak tanınmalı, yaşam boyu eğitim devlet tarafından her anlamda desteklenmeli. Ayrıca anayasa, nefret suçlarına karşı kesin hükümler içermeli.

Bir başka önemli mesele ise Türkiye halkının farklı inançlara sahip insanlardan oluştuğu gerçeği. Anayasa tüm inançların varlığını koruma altına almalı, yaşatılmaları için gerekli koşulları sağlamalı. Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilmeli. Devlet kurumları, halkın tüm gruplarına bünyesinde çalışma fırsatı tanımalı, kamu çalışanlığı tek bir etnik ve dini unsur tekelinde olmaktan çıkarılmalı.

Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti ‘nin değil, Türkiye halklarının haklarını gözetmeli. Yeni anayasa bütün birey ve halklar için, geriye ve ileriye yönelik, adaletin sağlanması noktasında önemli bir araç olmalı. Aksi halde, yeni anayasa yapım süreciyle hedeflenen çatışmasızlık ortamı ile toplumsal barış ve adaletin sağlanması mümkün olmayacaktır. Bunun yanı sıra Gezi Parkı direnişi gösterdi ki, ülkede giderek artan otoriterleşme ile birlikte gasp edilen, yok sayılan, görmezden gelinen temel hak ve özgürlükler, başta düşünce ve ifade özgürlüğü, basın hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere tam anlamıyla tesis edip garanti altına alacak yasalar, yeni anayasanın sine qua non‘u (olmazsa olmaz) olmalı.

Gavura gavur denmeyecek!

Demokrasi kavramının anlam kazanması, ancak âdemi merkeziyetçi bir yönetim biçimiyle mümkün. Devletin tek elden yönetilmesi yerine, yerel yönetimlerin benimsenmesi, yerel halkların kültürel farklılıklarını yaşatmaları açısından da önemli. Bu bağlamda Türkiye’de yerel yönetimlerin özerk ve demokratik bir çerçevede güçlendirilmesi, halkın söz hakkının artması ve karar mekanizmalarında yer alması, özyönetim koşullarının oluşması yönünde önemli bir adım. Tüm yerel birimlerde meclis sisteminin oluşturulması “doğrudan demokrasi” deneyimini artıracak ve katılımcılığı sağlayacaktır. Ayrıca seçim bölgeleri her milletvekili koltuğuna eşit seçmen düşecek şekilde yeniden düzenlenmeli, böylece tüm vatandaşlar arasında temsilde eşitlik sağlanmalı.

Tüm bunların yanı sıra esas konu anayasanın kâğıt üzerinde kalmayarak, toplumda aşağıdan yukarı örgütlenerek oluşturulmasıdır. Aksi halde bir asır önceki gibi yeni bir “artık gâvura gâvur denmeyecek” anayasası ile karşılaşabiliriz.