Yeni Seçim Yönetmeliği, Eski Dertler -1-

[ A+ ] /[ A- ]

Av. Arno Kalaycı

Azınlık vakıfları, toplumlarının sosyal ihtiyaçları, eğitim, sağlık ve yaşlı bakımı, mezarlıkları ve dini kurumlarıyla, bu hizmetlerin yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan parasal kaynağı, yani toplumun kolektif mülklerini idare ediyor. Dolayısıyla bu kurumlar, biz Türkiyeli azınlıklar için yaşamsal bir öneme sahip. Bu nedenle vakıfların iyi yönetilmesi, bunun sağlanması için de yönetim kurullarının öncelikle demokratik bir şekilde belirlenmesi şart. Bu yazının ilk bölümünde bugüne nasıl geldiğimizi anımsamaya çalışacak ve yürürlüğe giren yeni yönetmeliğin düzenlenme sürecindeki sorunları ortaya koymaya çalışacağım. Yazının ikinci bölümündeyse, yeni yönetmeliğin içeriğine dair tespit edebildiğim bazı sorunları eski yönetmelik ve ihtiyaçlarla karşılaştırarak açıklamaya ve çözüm önerilerimi sunmaya çalışacağım.

Sonda söyleyeceğimi başta söylemek istiyorum. Yönetmeliğin sorunlu hükümlerinin değişmesi için ciddi bir çaba sarfetmeliyiz ama aynı zamanda hiçbir değişiklik olmayacakmış gibi önümüzdeki seçimler için hazırlanmak zorundayız. Bu kurumlara ihtiyacımız var.

Neler olmuştu?

27 Eylül 2008 tarih ve 27010 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Vakıflar Yönetmeliğinin (“Eski Yönetmelik”) azınlık vakıflarının yönetim kurulu seçim usullerini düzenleyen hükümleri 19 Ocak 2013 tarihinde, yıllardır anlatılan masala göre uygulamadaki sorunları gidermek amacıyla yürürlükten kaldırılmıştı. Yönetmeliğin yenisi çıktı çıkacak, hazır mı değil mi, siyasi irade var mı yok mu oyalamalarıyla geçen bu 9 yıl boyunca yönetim kurulu seçimleri yapılamıyordu. Çoğu vakıf 2010’lu yılların başından beri seçim yapmamıştı. Oysa yürürlükten kaldırılanın yerine Vakıflar Kanununa göre 6 ay içerisinde yeni bir yönetmelik düzenlenmesi gerekiyordu.

Kimi vakıfların yönetim kurulları istifa, ölüm gibi sebeplerle neredeyse boşaldı. Kimi vakıflarsa yılların verdiği yorgunlukla ilgisizlikten kaderine terk edildi. Dört yıl için seçilen yönetim kurulları çoktan meşruiyetlerini yitirdi. Toplumlarında idare ettikleri kurumlara ilişkin infial uyandıracak kararlar veriyor, kolektif mülkler hakkında keyfi tasarruflarda bulunuyorlardı. Bazı yönetim kurulları yolsuzluklarla anılıyordu. Kolektif taşınmazların bir kısmının yandaş müteahhitlere peşkeş çekildiği konuşuluyordu.

Azınlıklar tarafından toplantılar, paneller, söyleşiler, imza ve sosyal medya kampanyaları gerçekleştirildi. Vakıflar Meclisi üyesi Azınlık Vakıfları Temsilcileri sürekli konuyu gündeme getirmeye çalıştı. Nor Zartonk ve çeşitli kurumlar da gerçekleştirdiği etkinlikler ve basın açıklamalarında sorunlara işaret ediyordu. Sorunlar, ihtiyaçlar ve talepler yeterince açık olmasına rağmen yönetmelik hazırlanmıyordu. İktidar çözümsüzlükten memnun gözüküyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğünde (VGM) iki dönem Cemaat Vakıfları Temsilciliği yapan ve seçim yönetmeliğinin hazırlanması için gerçekten de büyük çaba sarf eden Laki Vingas, 2014 Mart ayında çözümsüzlük nedeniyle istifa ettiğini açıklamıştı. Dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç tarafından yönetmeliğin bir ay içerisinde tamamlanacağı hususunda güvence verilerek istifası geri aldırılmıştı. Çözümsüzlük sürdü ve çeşitli oyalamalarla yıllar geçti.

Yönetmelik yürürlükten kaldırıldıktan 6 yıl sonra, 2019 yılında hala ihtiyaca uygun yeni bir yönetmelik düzenlemek yerine hem seçim öngören Vakıflar Kanununa hem de azınlık toplumunun geleneklerine ve taleplerine aykırı bir genelge yayınlandı. Bu genelgeyle meşruiyeti kalmamış mevcut yönetim kurullarının, eksik üyelerini kendileri tarafından gerçekleştirilecek atamalarla tamamlanması öngörüldü. Bu genelgeye karşı açılan davalar hukuka aykırı gerekçelerle sürüncemede bırakıldı ve davalar halen devam ediyor. Yine 2020 yılında iki Ermeni yurttaş tarafından seçim yapılması talebiyle Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılan başvurunun reddi yargıya taşındı. Bu davalar da hukuka aykırı gerekçelerle reddedildi ve bir süredir Anayasa Mahkemesi önünde bir karar verilmesini bekliyor.

Devletin görevi ve Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu ilkeler

Türkiyeli azınlıklar dokuz yıldır çeşitli vesilelerle vakıfların yönetim kurullarının demokratik, şeffaf ve denetlenebilir usullerle belirlenmesini ve bu nedenle de yeni yönetmeliğin katılımcı şekilde hazırlanmasını talep ediyordu. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Türkiyeli Ermenilerin patrik seçimine ilişkin 2014/17354 Başvuru Numaralı kararında bu talebin gereğinin yerine getirilmesinin devletin bir görevi olduğunu açıklıyordu.

Hatırlamak gerekirse Anayasa Mahkemesi, çok kısa bir özetle, çoğulcu ve demokratik toplumlarda devletin bir arada bulunan farklı kimlikler ile aynı kimlikler içerisinde yer alan değişik grupların menfaatlerini uzlaştırmak için tedbirler alma ve girişimde bulunma yükümlülüğü bulunduğuna karar vermişti. Bu yükümlülüğün gereğince yerine getirilebilmesi için öncelikle devletle diyalog yollarının daima açık tutulması gerektiği ifade edilmişti. Devletin, azınlık toplumlarının tüm kesimlerini bir araya getirerek, uyuşmazlığın ilgili toplumların geleneklerine, görüş ve yaşam tarzlarına uygun bir biçimde çözümlenmesi için politikalar geliştirmesi, kendi çözüm önerisini dayatmaması gerektiği vurgulanmıştı. Zira Mahkeme, devletin toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini yanlış kabul etme yetkisine sahip olmadığının altını çiziyordu (Bkz. para. 95-100).

Kararda idarenin, toplumun iç işlerine, yani örgütlenmesine karışmaktan zorunlu değilse kaçınması gerektiği, aksi halde müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerektiği vurgulanıyordu. Zorunlu bir ihtiyacın karşılandığının kabulü içinse öncelikle müdahalenin bir son çare olarak amaca elverişli, orantılı ve en hafif tedbirlerden oluşması gerektiği ifade ediliyordu. Orantılılığın kabulü için idarenin, hakların kullanımından kaynaklanan yarardan daha ağır basan korunması gereken bir menfaat olduğunu somut olgulara dayanarak inandırıcı bir şekilde göstermesi gerektiğinin altı çizilmişti. Aksi halde, Anayasa Mahkemesine göre gerçekleştirilen müdahale hak ihlali teşkil edecekti (Bkz. para. 90-95).

Bu bağlamda Mahkeme, devletin, toplumun kanaat önderleri, din adamları, entelektüelleri ve diğer toplumsal kesimleri bir araya getirerek meselenin diyalog yoluyla toplumun gelenek ve görenekleri ile dinsel gerekliliklere uygun bir şekilde çözümlenmesi için politikalar geliştirmediğini, aksine kendi çözüm önerisini uygulatarak toplumun hangi tarzda hareket etmesinin yerinde olduğunu belirlediğini tespit ediyordu (Bkz para. 126).

Yönetmelik nasıl ve kimin ihtiyaçları için hazırlandı?

Geçtiğimiz gün, Cemaat Vakıfları Seçim Yönetmeliği (bundan sonra, “Yeni yönetmelik”), 18 Haziran 2022 tarih ve 31870 sayılı Resmi Gazete’de yayımlarak yürürlüğe girdi. Eminim şaşırtıcı olmayacaktır, yeni yönetmelik adeta azınlık toplumlarından kaçırılarak, katılımcı ve demokratik süreçler gözardı edilerek büyük bir gizlilikle hazırlandı. Hazırlanma süreci ve içeriğine dair birkaç dedikodu dışında hiçbir bilgi azınlık toplumlarıyla paylaşılmadı ve artık alışkanlık olduğu üzere bir gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlandığında öğrenildi. Yönetmeliğin hazırlandığından ve içeriğinden muhtemelen birkaç kişi haberdardı ve muhtemelen bu kişilerin önemli bir kısmı AKP ile yakın ilişkilere sahip, meşruiyetini çoktan yitirmiş vakıf başkanlarından birkaçıydı.

Daha kötüsü, yeni yönetmelik azınlıkların talep ve ihtiyaçlarını karşılamak bir yana, eskisinden daha ileri ya da “uygulamadaki sorunları giderecek” bir hüküm içermiyor. Aksine yeni soruları ve sorunları beraberinde getiriyor. Nehna.org’da 20 Haziran 2022’de yayınlanan “Cemaat vakıfları yeni yönetmelikten umutlu ama buruk” başlıklı röportajda Laki Vingas “Çok çaba sarf etmemize rağmen yetkilileri ihtiyaçlarımıza ikna edemedik.” dedi. Neden ikna olmadılar? Ya da tersinden soralım, ihtiyaç ve talepler açıkça ortadayken azınlıklar idareyi, yetkilileri neden ikna etmek zorundalar? Devlet, azınlıkların neye ihtiyacı olduğunu, onlardan daha iyi nasıl bilebilir? Yukarıdaki Anayasa Mahkemesi kararına göre, azınlıkların vakıf seçimlerini, yani aslında iç ilişkilerini ihtiyaç ve taleplere aykırı şekilde düzenleyen ve haklarını sınırlandıran idarenin hangi zorunlu toplumsal ihtiyaçlar nedeniyle bunu gerçekleştirdiğini ortaya koyabilmesi gerekir. En azından çoğulcu ve demokratik bir toplumda böyle olması gerekir. Yani idarenin ikna etmesi gerekir, fakat tersini yaşıyoruz.

Üstelik daha da kötüsü, azınlık toplumlarının genel olarak en büyük vakıfları, hastanesi olan vakıfların yönetim kurulu seçimleri herhangi somut ve makul bir gerekçe olmaksızın yönetmelik kapsamı dışında bırakıldı. Hastane vakıfları için, Sağlık Bakanlığının olumlu görüşü ile hazırlanacak bir başka yönetmelikle 2023 sonuna kadar seçim yapılması öngörüldü. Fakat yönetmeliğin kesinlik arz etmeyen lafzından, yani dilinden ve iktidarın iradesinden bu sürenin uzayacağını anlamak mümkün. Azınlık Vakıfları Temsilcisi Can Ustabaşı, yine Nehna.org’da yayınlanan aynı röportajda bakanlık görüşünün bu konuda neden önemli olduğunu bilmediğini dile getirmiş. Ustabaşı, 19 Haziran’da gercekgundem.com’da yayınlanan bir başka röportajdaysa istenilen değişikliklerle ilgili yetkililerle mutabık kalamadıklarını; hastane vakıflarının neden ayrı tutulduğuna ilişkin sorulara yanıt alamadıklarını söyledi. En azından kendisinin yeterli bilgiye sahip olması gerekmez miydi? Laki Vingas da yetkilileri ihtiyaçlarımıza ikna edemediklerini dile getirmişti. Gerçekten, bu yönetmelik azınlıkların ihtiyaçları için değilse kimin ihtiyaçları için, kim tarafından hazırlandı? Bahsi geçen hastane vakıflarından biri de başkanlığını Bedros Şirinoğlu’nun yaptığı Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı. Şirinoğlu, AKP iktidarıyla çeşitli ilişkilere sahip ve olası bir yönetim kurulu değişikliği riskine karşılık Şirinoğlu’nun da vakıf seçimlerinin yapılmasına engel olduğu iddia ediliyordu. Ne büyük tesadüf ki başkanı olduğu hastane vakfı, yönetim kurulu seçimlerinden ilk bakışta bir yıl, gerçekteyse belirsiz bir süre daha muaf tutuldu. Hastanesi olan vakıflar için seçimlerin ne zaman ve nasıl yapılacağını yaşayarak göreceğiz.

Bu yönetmelik için dokuz yıl beklemeye değer miydi? Bu sorunun cevabı, soruyu kime sorduğunuza göre değişir. Azınlık vakıflarının, en geniş tanımıyla kimliğin korunması ve aktarılması için yaşamsal bir öneme sahip olduğu, vakıfların yönetim krizleriyle sakatlanmasının bu alana zarar vereceği bir sır değil. Yaşadığımız süreç, yani hem yönetmeliğin hazırlanma süreci hem de yönetmeliğin içeriği devletin azınlıklar politikasında herhangi bir değişiklik olmadığını, aynı zamanda Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan içtihadının da iktidar tarafından dikkate alınmadığını gösteriyor. Böyle olmayabilirdi. Her ne kadar temelde ihtiyaç duyulan, bence, bir çerçeve kanunsa da bu yönetmelik, geçtiğimiz dokuz yıl içerisinde diyalog temelli doğru mekanizmalar kurularak daha katılımcı, çoğulcu bir usul ile hazırlanabilirdi. Azınlıkların yıllardır dile getirdiği ihtiyaç ve taleplere uygun, her azınlık grubu için ihtiyaç duydukları belirli bir esnekliğe sahip, seçme ve seçilme hakkının en geniş şekilde kullanılabileceği, güvencelerin bulunduğu demokratik bir seçim yönetmeliği hazırlanabilirdi. Dokuz yıl sonra karşılaştığımız manzara, bize hem usul hem de içerik yönünden bunun bilinçli bir şekilde tercih edilmediğini gösteriyor. Zira dokuz yıl, ülke çapında katılımcı bir anayasa yapmak için bile yeterli bir süre, yeter ki niyetiniz olsun.

İhtiyaçlar nasıl özetlenebilir?

Sanıyorum şu sıralayacağım birkaçı yönetmeliğin içeriğine dair genel hatlarıyla tüm azınlıklar için ortak talepler arasındaydı. Nüfusun sayıca azalmış olması nedeniyle her bir vakfın seçim çevresinin ilçe bazında değil, vakfın bulunduğu il geneli olarak belirlenmesi ve özellikle İstanbul dışındaki vakıflar söz konusu olduğunda daha geniş bir çevre olarak belirlenebilmesi imkanına sahip olmak arzulanıyordu. Zira bazı vakıflar, ilgili ilçede ikamet eden birkaç yüz kişiyle seçim yapıyor ve kolektif mülkleri keyfi bir şekilde idare edebiliyordu. Farklı ilçelerde yaşayan seçmenler, manevi bağlarla bağlı oldukları kurumlar için oy kullanamıyordu. Ayrıca seçim tertip heyetlerinin daha demokratik bir usulle belirlenmesi talep ediliyordu. Ayrı ayrı her bir azınlık toplumu için tüm vakıfları kapsayan ortak seçim kurulu kurulmasına cevaz veren bir düzenleme talep ediliyordu. Zira eski yönetmelik hükümlerine göre mevcut yönetim kurulu seçim tertip heyetini ve dolayısıyla seçmen listelerini oluşturarak ilgili Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bildiriyordu. Bu güce sahip mevcut yönetimin de tekrar seçime girmesi önünde bir engel bulunmamaktaydı. Şüphesiz bu durum mevcut yönetimler tarafından muhalif aday ve gruplara karşı demokratik süreçleri ortadan kaldıran uygulama ve sorunlara kapı açıyordu. Ayrıca, ilgili vakıfların yönetim kurullarına aday olabilmek için seçim çevresinde ikamet etme şartı öngörülmüştü. Nüfusu zaten sayıca az olan azınlık toplumları için bu durum bırakın demokratik bir yarışı, uygulamada aday olabilme hakkına sahip yönetici bulamamak gibi sorunlar doğuruyordu. Yeni yönetmelik, bu talep ve ihtiyaçlara cevap vermiyor. Yazının ikinci bölümünde yeni yönetmelikte en göze çarpan sorunları eski yönetmelik ve ihtiyaçlarla karşılaştırarak açıklamaya ve bazı hızlı çözüm önerileri sunmaya çalışacağım.