İkinci Utanç Savunması

[ A+ ] /[ A- ]

Funda TOSUN
Agos Gazetesi

İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin Hrant Dink’in öldürülmesinde ağır hizmet kusuru olduğu için tazminata mahkûm ettiği İçişleri Bakanlığı’nın yürütmenin durdurulması talebi Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi. Bakanlığın, Danıştay’a sunduğu itiraz dilekçesi ise, bir yıl önce hükümetin yine aynı davayla ilgili olarak AİHM’e verdiği ‘skandal savunma’yı hatırlatan iddialarla dolu.

İçişleri Bakanlığı, karara itiraz ederken “Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntü duymuş olması gerekir” ifadesini kullanmaktan hiç çekinmiyor. Dilekçede, tazminat miktarı için de “İlgililerin toplum içindeki konumu, statüleri ve ekonomik durumlarının da dikkate alınması gerektiği” belirtiliyor. Tespit edilen 100 bin liralık manevi tazminatın ‘sebepsiz zenginleşmeye’ neden olacağını iddia eden İçişleri Bakanlığı, başvuru tarihinden itibaren faiz ödenmesi kararına da itiraz ediyor. Bunun gerekçesi ise insana güler misin ağlar mısın dedirten cinsten: “Karar tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi ve bunun için de son yıllarda enflasyon oranının düştüğü dikkate alınmalı.”

Devletin bir yıl önce AİHM’e yaptığı savunmayla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Gül’ün “Utandım”, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ise “Oruçtan bile ağır geldi” sözleri henüz unutulmamışken, İçişleri Bakanlığı’nın yine aynı konuda sunduğu itiraz gerekçeleri bakalım şimdi kimi utandıracak? Yoksa bu kez muhatap AİHM değil Danıştay olduğu için, ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ anlayışıyla, utanan olmayacak mı?

Bakanlığın, mahkemenin verdiği manevi tazminat hükmüne itiraz dilekçesi, hükümetin AİHM savunmasını hatırlatan ifadelerle dolu. Bakanlık, Hrant Dink’in kardeşleri Hosrof ve Yervant Dink’e manevi tazminat ödeme kararına itiraz ederken, “Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntü duymuş olması gerekir” ifadelerini kullandı. Bakanlık ayrıca, tespit edilen 100 bin liralık manevi tazminatın “sebepsiz zenginleşmeye” neden olduğunu iddia ederek skandal bir savunmaya imza attı.

İstanbul 10. İdare Mahkemesi, 27 Ekim 2010 tarihinde, elinde yeterli kanıt olmasına rağmen cinayeti önlemediği ve Hrant Dink’i korumadığı gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nı suçlu bularak, Dink’in kardeşleri Hosrof ve Yervant Dink adına 100 bin TL tazminat ödemeye mahkûm etmişti. İçişleri Bakanlığı, kararı temyize götürerek, yürütmenin durdurulması için Danıştay’a başvurdu. Bakanlık, temyiz dilekçesinde, Hrant Dink’in öldürülmesinde herhangi bir kusur ve sorumluğunun olmadığını, gerekli güvenlik önlemlerinin alındığını iddia ederken, Hosrof ve Yervant Dink’in, kardeşlerinin ölümü nedeniyle manevi tazminat almaması gerektiğini savunduğu satırlar, vahim ifadelerle doluydu.

Bakanlığın bakkal hesabı

Tazminat miktarının “amacına aykırı, fahiş ve sebepsiz zenginleşmeye yönelik” olduğunu iddia eden Bakanlık, “Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir” ifadelerini kullanıyor. Dilekçede, tazminat için bu koşulların oluşup oluşmadığının göz önüne alınması gerektiği belirtilirken, tazminat miktarı için “aynı zamanda olayın oluş şekli ve ilgilerin toplum içindeki konumu, statüleri ve ekonomik durumlarının da dikkate alınması gerektiği” belirtiliyor.

Dilekçede, tazminat ödememek için her yolu denediği görülen Bakanlık, başvuru tarihinden itibaren faiz ödenmesi gerektiği yönündeki mahkeme kararına da, “faize hükmedilmemesine veya karar tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi ve bunun içinde son yıllarda enflasyon oranının düştüğü dikkate alınmalı” sözleriyle itiraz ediyor.

Hrant Dink’in hayatı korunmuş!

Bakanlık, dilekçesinde ayrıca, “İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüyken zararın, zarar görenin kendi kusurundan, mücbir sebeplerden veya üçüncü kişilerin fiilinden meydana gelmesi halinde, zarar ile idare arasında illiyet bağı kesilmektedir. Bu sebeple davacıların uğradıklarını iddia ettikleri zararların tanziminden Bakanlığımız sorumlu bulunmamaktadır” ifadeleriyle kendini savunuyor. Dink’in hayatının korunması için 2004 yılında Agos önünde yapılan ülkücü eylem sırasında, aynı yıl Asılsız Ermeni İddiaları ile Mücadele Federasyonu’nun yaptığı basın açıklaması esnasında gerekli emniyet tedbirlerini aldığını belirten Bakanlık, aynı güvenlik önlemlerinin Dink’in 301. Madde nedeniyle yargılandığı duruşmalar sırasında da alındığını iddia ediyor. Görev ve sorumluluğunu yerine getirdiğini iddia eden Bakanlığın bir başka güvenlik icraatı ise, Dink’in 2006 yılında öldürüleceğine ilişkin Trabzon’dan gönderilen yazının gereği olarak Osman Hayal’in İstanbul’da olmadığının tespit edilmesi ve bunun Trabzon’a bildirilmesi olmuş.

Dink’in koruma istemediğini ve korunması gerektiğine ilişkin herhangi bir istihbari yazının da olmadığını belirten Bakanlık, “Tüm bunların sonucunda İdarenin ağır hizmet kusuru olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Güvenlik tedbirlerinin alınmasında idarenin herhangi bir zafiyeti söz konusu değildir. Bu nedenle, olaya ilişkin olarak idarenin hizmet kusurundan veya idarenin kusura dayalı sorumluluğundan söz edilemez” diyor.

‘Tetikçilere dava açın!’ diyor

Dink’in öldürülmesiyle ilgili görülecek herhangi bir davanın tarafının kendileri olamayacağını iddia eden Bakanlık, sorumlulara karşı adli yargıda, yani idari mahkemelerde değil, asliye hukuk mahkemesinde dava açılması gerektiğini öne sürüyor. Dilekçede, “Zararının tanziminden Bakanlığımız sorumlu olmayıp, menfur saldırıyı gerçekleştiren ve olayda sorumluluğu bulunana kişilere Adli Yargıda dava açmaları gerekmektedir” ifadeleri kullanılıyor.

İdare Mahkemesi Bakanlığı mahkûm etmişti

İstanbul 10. İdare Mahkemesi, AİHM’in Hrant Dink’in hayatını korumadığı için Türkiye’yi mahkûm eden kararının ardından, 27.10.2010’da, İçişleri Bakanlığı’nın “Güvenlik tedbirlerinin alınmasında bakanlığın herhangi bir zafiyeti bulunmadığı ve gerçekleşen riskin toplumsal nitelik taşımadığı, Dink’in koruma talep etmediği” argümanlarını çürütmüş, Bakanlığın ağır bir hizmet kusuru olduğunu belirterek İstanbul Emniyeti’nin de ihmal ve sorumluluğu olduğuna hükmetmişti. Herkesin yaşama hakkına sahip olduğunu belirten evrensel hukuk ilkesine gönderme yapılan kararda, “İstanbul Emniyeti’ne Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürme planları hazırladığı, bu kişinin bu eylemi yapacak özelliklerde olduğu 17.02.2006 tarihli yazıyla resmi olarak bildirildiği, Hrant Dink’in hayatının açık ve yakın bir tehlike içinde olduğu, kendisinin talebinin beklenmeden koruma tedbirinin alınması gerektiği halde gereğinin yapılmadığı, dolayısıyla idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varılmıştır” ifadeleri yer alıyordu.

İlk utanç savunması

Dışişleri Bakanlığı’nın 2010 yılında AİHM’e gönderdiği savunmada skandal ifadeler yer almıştı. Savunma metninde Hrant Dink’in ‘Türklüğü tahkir ettiği ve halkı kışkırttığı’ iddia edilerek Almanya’da bir Nazi liderine AİHM tarafından verilen ceza emsal gösterilmişti. Dink’in öldürülmesinde neredeyse tek suçlu olarak kendisinin gösterildiği savunmada, tıpkı bugün İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı gibi, Dink’in ve ailesinin mağdur sayılamayacağı iddia edilmişti. Savunmada “301. madde mahkumiyetine ilişkin dava, öldürüldüğü için düştü, cezası kesinleşmedi. Bu yüzden Dink’in başvuru hakkı yok. Dink Ailesi de 301. madde mahkumiyetinden doğrudan zarar görmedi, ‘mağdur’ sayılamaz” görüşü ifade ediliyordu.